Alimcan İbrahimov

Seçme Eserler


Скачать книгу

var? Ne olmuş? Kim sağ kalmış?

      Apuş hayretler içerisinde:

      – Ah şaşkın çocuk! Onu da mı bilmiyorsun? Bugün dağa bir sürü kurt gelmiş. Dört tane kulunu boğup öldürmüşler… Senin Almaçuar’ın ölmemiş, azıcık yaralanmış, o kadar, dedi.

      Kafamda sanki şimşekler çaktı, dilim tutuldu, söyleyecek bir şey bulamadım.

      Apuş vaziyetimi görünce:

      – Deli misin, ne duruyorsun! Git koşsana! İşte bak getiriyorlar, diye köyün öbür ucundaki köprüyü gösterdi…

      Gerçekten de o taraftan köy halkı bir sürü at, kısrak ve tay getiriyordu.

      Kendimden geçip, onlara doğru koştum.

      Ne göreyim!

      Büyük arabaya bizim alaca at koşulmuş, arabanın kenarına burlı kısrağımız bağlanmış, durmadan kişniyor ve dizgini atmaya çalışıyordu.

      Arabanın yanında da babam geliyor…

      Biraz daha yaklaşınca içim yandı. Almaçuar’ımı ayağını, kolunu bağlayıp arabaya yatırmışlardı…

      Ne yapacağımı bilemedim. Şaşırdım. Dondum kaldım…

      – Baba, bizim yavruyu da mı öldürmüşler, diye hıçkırıp ağlamaya başladım.

      Babam beni sakinleştirmeye çalıştı ve koluma girdi:

      – Ağlama Zakir… Dört tane kulunu öldürmüşler… Bizimki sağ kalmış… Sadece arka bacağından hafifçe ısırmışlar… İşte o yaradan kan akmasın diye bağladım ve arabaya yatırdım, dedi.

      XIII

      Yarası fazla derin değilmiş. Gece gündüz onun başında nöbet tutup azimle onu iyileştirme çabalarım nihayet olumlu sonuç verdi. Şansım varmış ki bir haftaya kalmadan Almaçuar’ım eski haline döndü. Yara olarak sadece kurdun iki dişinin izi sağ bacağında ak tüy şeklinde bir süre kaldı…

      Almaçuar’ım ile beraber ben de hasta olup yemeden içmeden kesildim, gözüme uyku girmedi. O iyileşip oynamaya başlayınca, ben de ondan geri kalmadım. İşte böylece kışı da geçirdik.

      XIV

      Bizde tay iki yaşına bastığında baharda onun yelesi ve kuyruğu tamamen kırkılıyor. Ben, yelesiyle kuyruğunun o kadar kısa kesilmesini istemedim, perçemini sadece gözüne gelmeyecek şekilde dümdüz kırkmalarına izin verdim.

      Önden bakınca benim kulunum Rus boyarlarının30 güzel kızlarına benziyordu. Yelesini de diğerlerinde olduğu gibi tamamen kırktırmadım. Sadece çeyreği kadarını bırakıp kendinden kıvrılıp kabaracak şekilde düzelttirdim.

      Atımın yelesini iki tarafa toplayıp annemden aldığım kurdeleler ve püsküllerle süsledim. Öbür çocukların hepsi, tayın kuyruğunu da yeni yetişmiş lahana gibi çirkince kırkıp mahvediyorlardı. Bense böyle yapılmasına karşıydım. Kuyruğunu kemiğin alt tarafından kestiler ve sevimli yarım daire şeklinde bıraktılar. Bunun tam tersi yapılan taylar ise bahar sabanı üzerinde gezinen tüysüz kargalar gibi sevimsiz sevimsiz dolaşıyorlardı. Benim Almaçuar’ım ise misafirliğe gitmeye hazırlanan yakışıklı genç bir Rus boyara benzedi.

      Babamın yevmiyeli ot biçmeye gittiği zamanlarda Apselem Beylerde görmüştüm. Biz de Almaçuar’ı öyle yapalım dediğimde babam karışmadı, sadece:

      – Ah oğlum, bu kadar emeğin karşılığında inşallah daha sonra üzülmezsin, diyerek benim istediğim gibi yaptı.

      Arkadaşlarım ise tayımı görünce şaşırıp hayran kaldılar… Ondan sonraki yıllarda herkes tayını benim gibi kırkmaya başladı.

      XV

      Yaz geçti, güz geçti, kış geçti, ilkbahar geldi.

      Almaçuar’ım üç yaşına bastı. Köyde, bu yaşa basan taylara “ilk sabana girdi” diyorlar. Onları artık yavaştan koşmaya başlıyorlar.

      Ben ise böyle yapmalarına izin vermedim.

      Almaçuar’ın dışında iki tane atımız daha vardı. Siyah üzerinde pul pul beyaz tüyleri olan kısrağımız bu sene kısır kaldı. Bayağı bir semirdi, tek başına beş ata değerdi. O kadar kuvvetli ve sıhhatliydi. Kula aygırımız da ondan aşağı kalmaz. Böyle olunca babam da Almaçuar’ı işe kullanmayı söz konusu bile etmiyordu. Safa dede’nin “Bu tay önceki kardeşlerine benziyor, koşucu olur.” sözlerini de unutmuyor olmalı. Ama “Dikensiz gül olmaz” atasözü doğruymuş. “Darıyı yumuşak toprağa saçarsan ot basıp harap eder” derler ya, babam da Kısıldık Başkurtlarından hiç ekilmemiş bir tarla satın aldı. Demir saban dayanacak gibi değil, bazı yeri taşlı, bazı yeri de çalılıydı. Bu yüzden çoktandır kullanılmayan büyük, ağır sabanı çıkardılar. Onu iki at zor çeker, dört en azından üç tane güçlü kuvvetli at gerekiyor.

      Kendi aralarında konuşarak üçüncüsü olarak benim Almaçuar’ı değerlendirmek istemişler. Bunu duyunca az kalsın ağlayacaktım, hemen babama koştum.

      – Hayırdır? Birisi bir şeyler mi yaptı, diye sordu babam.

      – Hayır, kimsenin bir şey yaptığı yok! Niye benim Almaçuar’ımı sabana koşuyorsunuz, dedim ve dayanamayıp ağlamaya başladım.

      Sesime annem de geldi. O, beni Almaçuar’dan kıskanıyor olmalı. Onun hakkında söz ettim mi hemen kızıyor çünkü. Şimdi de babam daha sözünü bitirmeden, annem bana kızdı ve azarlamaya başladı:

      – Aman Allah’ım, bir belaya uğradı diye ödüm koptu… Bir tay için insan bu kadar mı bağırır? Sen onu hayatın boyunca hiç işe koşmadan mı yaşamayı düşünüyorsun? Şu deliye bakar mısınız?

      Babam zaten bir şey demiyor, hiç kızmıyor da. Sadece beni sakinleştirmek istiyor:

      – Aman Zakir, o kadar da ağlama. Bir şey olmaz, biz onu sabanın kolay yerine koşarız… Sen de onu dikkatli olarak takip edersin.

      Ben daha çok öfkelendim, daha çok ağlamaya başladım. Yemeğe çağırdılar, gitmedim. Semaver kaynamış dediler, ona da tepki vermedim. Hiç durmadan ağlamaya devam ettim. Böylece, ağlamaktan yorulup bahçedeki tahtaların üzerine yatıp uyuya kalmışım.

      Uyanınca, kendimi avluda döşeğin üzerinde buldum.

      Güneş batıyor. Dünya bir anda huzur içinde kalmış. Avluda kimse gözükmüyor. Ne saban, ne araba var ortada. Bahçe kapısı da sonuna kadar açık kalmış.

      Hemen kalkıp ahıra koştum.

      Gidince ne göreyim! Benim Almaçuar’ım dizginlenmiş vaziyette yem kabının etrafında bir o yana bir bu yana geziniyor… Beni özlemiş olmalı, görür görmez kişnemeye başladı.

      Dillerimiz konuşmasa da biz birbirimizi çok güzel anlıyorduk. Beni görünce çok sevindi. Onun üzerini, saçlarını, kuyruğunu düzeltip yüzünü okşayınca tayım hiç durmadan “ihi… ihi…” diye yumuşakça kişneyip nazlanmaya başladı.

      Yemek oluğunu düzeltip tayımı kuyuya su içmeye götürdüm. Daha sonra eve döndüm.

      Babam yarı kızgın yarı neşeli bir şekilde karşıma çıktı:

      – Huysuz çocuk seni! Gene sen kazandın! Vildan amcanlar var ya? Onların tarlaları da bizimki ile yan yanaymış, onlarla sıraya koyup ekmeye karar verdik, dedi.

      Sevinçten içim içime sığmıyor. Yer, gök, sanki bütün dünya benim sevincimden oynamaya başlıyor.

      Bugün