Alimcan İbrahimov

Seçme Eserler


Скачать книгу

kesmedim, sadece:

      – Anne, ben bunu yalnız başıma da yapabilirim, dedim.

      – Yapamazsın, yoğurdu döker israf edersin. En iyisi beraber götürün, dedi.

      Tarlaya geldiğimizde bizimkilerin yanında, saban süren arkadaşım Apuş da vardı. O beni gülerek karşıladı:

      – Aferin sana! Gene sen kazandın, Almaçuar’ı saban işine koşturtmadın! Haydi, Zakir, pes etme, koşucu olacak asilzade tayını bundan sonra da tarla işlerinde hiç harcatma!

      Bu sefer ben kazandım, ama…

      Ama bu tür kazançların bana çok pahalıya patladığı zamanlar da oldu.

      Tartışmaya başladın mı, hemen Almaçuar’ı katıyorlar.

      – Fazla konuşma! Fazla konuşursan, Almaçuar’ı alır orman işine koşarız, haberin olsun, diye korkutuyorlardı.

      Ben de susuyorum, dilim tutuluyor. Tayımın yerine beni koşsalar daha iyi, yeter ki ona dokunmasınlar.

      Atları iyi tanıyan meşhur Safa dede:

      – Bu tay kardeşlerine benziyor, koşucu olur, demişti.

      Herkes öyle diyor. Ormana dağa tarlaya koşarsam, sabanda kullanırsam o nasıl koşucu olur? Onda hiçbir koşucu hissi kalmaz ki! Ne olursa olsun, zor işlerde kullandırmayacağım, üzerine binip koşmayı öğreteceğim, onu civarın en iyi koşucusu yapacağım!

      XVI

      Nihayet çoktandır beklediğim gün geldi çattı.

      Bugün Sabantoy!

      Bu seneki Sabantoy, geçen senelerdeki gibi ufak tüfek bir şey değil ha! Bu civarda nadir görülen türden, en büyüğü, en iyisi! Meşhur koşucu atlar ve güreşçiler bir araya toplanıyor. Belki bugün, Almaçuar ile benim için de hayatta ancak bir defa yaşanabilecek günlerden biri olur, kim bilir. Atım defalarca sınandı. İki yaşını bitirince binek at yaptık. O günden beri köyümüzde çok at yarışı oldu. Söylemeye gerek var mı bilmem ama hiç kimsenin atı benim Almaçuar’ım ile kıyaslanamadı. Atım koşmaya başlar başlamaz ben uçuyorum, diğerleri ise gözle görülmeyecek kadar arkamızda kalıyorlar.

      Komşu köyde yetişen atlarla da yarış yaptık. Onların arasında Sabantoy bayramında birinci ve ikinci gelen atlar da vardı. Almaçuar onları da kolayca geçiyordu.

      Ama… Ama bu seneki Sabantoy değişik. Yarışlara hiç tanımadığımız, dağlarda yaşayan Başkurtlar, ünlü koşu atlarıyla katılıyor dediler. Aralarında gök rengi kısrağı ayrıca methediyorlar. Geçen sene Ufa şehrinde yarışırken, bütün atları arkada bırakıp rezil etmiş diyorlar.

      Başkalarını düşünmüyorum. Ama şu gök rengi kısrak beni korkutuyor. Nereden çıktı şimdi o kahrolası kısrak!

      Babam ile Safa dede benim durumumu anlıyorlardı. Koşu atları bambaşka bir şekilde hazırlanmalıymış. Zamanında birçok koşu atı yetiştiren Safa dede, ilkbahar gelir gelmez babama bunun usullerini öğretti. Yiyeceği içeceği ne olmalı, nasıl her gün azar azar gezdirilmeli, hepsini tek tek anlattı. Daha da fazlası her gün geldi, baktı ve yeni bir şeyler öğretmeye başladı.

      Sabantoy’a bir hafta kala atı yarışa hazırlama işleri daha da bir hızlandı. Almaçuar’a samanın en kuru olanından koyuyorduk. Parça parça yulaf veriyor, azar azar unlu su içiriyorduk…

      Babam hiç üşenmeden gece gündüz demeden Almaçuar’a çok iyi bakıyordu. Ben de onun peşinde geziyordum. Zaten asilzade olan Almaçuar’ım, bakmaya doyulmayacak kadar güzelleşti. Yelesi, kuyruğu ipek gibi dalgalanıyordu. Karnı da kemerle sıkılmış gibi dümdüzdü. Boyu da sanki biraz daha uzamış gibi geldi bana. Adımları o kadar hafifti ki sanki hiç yere basmıyor, belki de görünmez kanatları ile uçuyordu.

      Almaçuar eskiden de yemek seçerdi. Yarış günlerinin yakınlaştığını hisseder gibi iyice seçici oldu… Onu dizginlemek de epey zorlaştı.

      Atıma hiç kimseyi bindirmez, gezmeye çıktığımda da yalnız kendim binerdim. Bir yere giderken, arkadan gelen bir at onu geçmeye çalıştığında kısrağım hemen gemini ısırıp kanatlanıp uçardı.

      Şüphesiz, Almaçuar yakında Sabantoy olacağını biliyordu. Kendisinin de katılacağını hissederek iyice hazırlık yapıyordu. Ben de hazırlıkta ondan geride kalmıyordum tabi.

      Bazen babam ile Safa dede, şaka mı yoksa gerçekten mi bilmem, Almaçuar’a başka bir çocuğu bindirip koşturmak hakkında konuşuyorlardı:

      – Sen daha çocuksun, Almaçuar da zor ve büyük yerlerde koşmayı henüz bilmiyor, diyorlardı.

      Ben bu düşünceye yaklaşmıyordum bile. Her söz açıldığında gözlerim yaşarıyordu.

      Safa dede dayanamayıp, beni yatıştırmaya başlıyordu:

      – Tamam, tamam oğlum, ne olacaksa senden olsun, yensen de yenilsen de sen yap, diyordu.

      XVII

      Bugün köyün altı üstüne geldi. Yüzlerce atlı genç, yeni gelin alan evlerden havlu topluyor. Çocuklar kimisi atın sırtında, kimisi yayan ev ev dolaşıp yumurta toplamaya çıkmışlar. Onlara verilecek yumurtaları rengârenk boyayıp hazırlamışlar. Kadınlar telaş içinde giyinip süslenmek için evden eve koşuşturup duruyorlar.

      Diğer Sabantoylarda ben de arkadaşlarımla kaynaşıyordum. Fakat bu sefer canım yumurta toplamak istemiyor.

      Almaçuar’ım heyecandan yerinde duramıyor. Heyecanı yatışsın diye birkaç kez dolaştırdım.

      Safa dede diyor ki “Heyecanlanmazsa en iyi atlar bile arkada kalır.”

      Kamçının da en iyisini hazırladılar. Babama kamçıyı bileziğe tutturmak için kanca yaptırdım. Üzerime de kırmızı, ince pamuk ipten dokunan gömleğin kalın olanını giydim. Tübetey31 koşu sırasında baştan düşüyor diyorlar, bu yüzden koşuya katılan arkadaşların çoğu onu takmadı. Başlarını yazmaya benzeyen bir bezle örttüler.

      Ben de anneme sandığından bir tane yeşil başörtüsü buldurdum. Kırmızı renkte olan başörtüsü sevmem. Benim atım güzellikte birinci, ona binen çocuk da kötü gözükmesin istiyorum.

      XVIII

      Müezzin öğle ezanını okumak için minareye çıkar çıkmaz Safa dede gelip:

      – Atların gitme zamanı yaklaşıyor. Haydi, meydana gidelim, dedi.

      Kalbim küt küt atıyor, bütün vücudum tir tir titriyor. Bilmem neden göğsüm sıkışıyor.

      Almaçuar benden beter huzursuz.

      Babam aygırı dizgininden tuttu, ben de ayakkabımı ve pantolonumu çıkarttım ve elime kamçı ile yeşil örtüyü aldım.

      Üçümüz beraber Cemali dede geçidinden doğruca meydana gittik.

      Bizim köyün güneşin battığı tarafında bir tepe var. Sabantoy bayramı her zaman orada düzenlenirdi.

      Bir tarafta allı pullu, kırmızılı yeşilli bez denizi dalgalanıyor, bunlar, kadınlardı. Öbür tarafta ise erkekler, çok sıkı bir çember oluşturup güreş izliyordu. Kenarlarda ise çoluk çocuk, köyün ihtiyarları, satıcı filan, at, araba ve bilmem daha kimler, daha neler kara bulut gibi tepeye çökmüştü.

      Biraz uzakta, tarla çitinin hizasında atlar geziniyordu.

      Bazı atların üzerine başı örtülü delikanlılar binmiş, bazılarını ise başka bir ata binen biri gezdiriyordu… Bütün atların karınları düzleşmiş. Hepsi ilk bakışa sülün gibi mallar.