Refili’nin “Nǝşǝdir yaşamaq, nǝşǝdir hǝyat!” şiirine tepki olarak 1930’da kaleme aldığı “Mektub” adlı şiirinde bunun tezahürünü görebiliyoruz.
…
Görmǝdin meşin jakǝtli
rus işçisinin qızıl
Güllǝsini,
O top, tüfǝng sǝsini.
Görmǝdin sǝn,
Açlığından dişlǝri kilidlǝnǝn
Qatar-qatar
Bölük-bölük,
Yığın-yığın canları,
Fǝdakar insanları;
Sǝn görmǝdin o ili,
Görmǝdin, Rǝfili!
Vurgun, seminerya yıllarında Azerbaycan Türk şairlerinden Vakıf, Vidadi, Zakir, Sabir; Rus ediplerinden Puşkin, Lermontov; Türkiye Türk ediplerinden Namık Kemal, Tevfik Fikret, Rıza Tevfik, Mehmet Emin’in eserleriyle tanışmıştır. Şiirlerinde ve yazılarında bu şairlerden bahsetmeştir. Hatta Tevfik Fikret için “Fikretin Resmi Önünde” adlı bir de şiir yazmıştır.
1922 yılında yegâne sığınacak dalı olan babasını ertesi yıl da anneannesini kaybeder. Kederi katmerleşir.
Kazak şehri tarihî süreç içerisinde Azerbaycan Türklerinin, aynı zamanda Kafkasya’nın ilim, sanat, edebiyat, fikir ocağı olmuştur. Burada millî ruh her zaman varlığını canlı tutmuştur. Rus Çarlığının daima dikkat merkezinde tutulan bu şehri, Sovyetler Birliği döneminde de Moskova için zapturapt altına alınması gereken öncelikli merkezlerden biri sayılmıştır. Başka bir ifade ile Çarlık Dönemi’nde olduğu gibi Sovyetler Birliği Dönemi’nde de işgal güçleri, pençelerini bölgenin yakasından çekmemiştir.
Bolşevik İhtilali'ni müteakip Halk Dâhili İşler Komisserliği (NKVD) Kazak Şubesi yönetimine getirilen ve hepsi gayri-Türk olan yoldan tutma yöneticiler bölgeyi toplama kampına, sürgün istasyonuna çevirdi. Mazlumların feryadı, kan kokusu şehrin havasından eksik olmadı. Kür Nehri yıllarca Gemi Kaya’da öldürülüp atılan mazlumların cesetlerini taşıdı, geceler NKVD cellatlarının ıssız derelerde kurşuna dizdikleri, yabanî hayvanlara, kurda kuşa yem olanlar da az değildi.
Kazak Muallimler Semineryası’nı bitirdikten (1924) sonra Kazak’ın II. Şıhlı köyünde sonra Köçesger, Gence ve Kuba şehirlerinde Türk Dili ve Edebiyatı dersleri verdi.
Öğretmen olması sebebiyle yazdığı “Cavanlara Hitap” adlı ilk şiirini 1925 yılında Tiflis’te çıkan “Yeni Fikir” gazetesinde yayımladı. “Vurgun” mahlasını aldı.
1929 yılında Moskova Üniversitesi’nin Edebiyat Fakültesi’ne girdi. “Şairin Andı” eserini burada tahsil yaparken yayımladı.
Bir şiirinde “Başına döndüğüm Aziz Şikəstə” diye hitap ettiği muhitin aksakalı, halkın fanusu Şerif Şikeste’nin, yük kamyonuyla gündüzün gün orta çağı konu komşunun gözyaşları ve feryad figanı arasında apar topar alınıp Sibirya’ya sürgüne gönderilmesi onu çok etkiledi.
1934’te çocuk edebiyyatının ünlü ismi Abdullah Şaik’in baldızı Haver Mirzabeyova’yla evlendi.
Azerbaycan edebiyatının en değerli şiirlerinden biri belki de birincisi olan “Azerbaycan” adlı şiirini evliliğinin ilk yılında yazdı.
1934’te Azerbaycan Yazarlar Birliği’nin sorumlu kâtibi seçildi.
1936’da Puşkin’in “Yevgeni Onegin” kitabını Azerbaycan Türkçesine çevirdi. Rus edebiyatında büyük önem taşıyan bu eseri başarıyla çevirdiği itiraf olundu və ona Puşkin Madalyası verildi.
1937’de “Vakıf” dramını yazdı. Ertesi yıl milletvekili seçildi.
1937-1938 yıllarında yapılan ve Kazakların “Kızıl Kırgın”, Azerbaycanlıların “Ziyalılar Katliâmı” dediği binlerce aydının ortadan kaldırıldığı devlet teröründe Samet Vurgun da çok sıkıntı çekmiştir. Defalarca KGB’nin yerli uşakları tarafından tertiplenen bühtan ve iftiralarla ilgili idarelerce sorgulanıp ölümle burun buruna getirilmiştir. Sovyetler Birliği'nin çöküşünden sonra gün ışığına çıkarılan dosyalardan anlaşılmıştır ki, o korkulu günlerde, idamla burun buruna kalırken yalnız kendini savunmuş, kimsenin aleyhine tek cümle söylememiştir.
Çocukluğundan itibaren ülkeyi saran Birinci Dünya Savaşı ve devamında Bolşevik İhtilali'nin dehşetli tufanından yakayı kurtaramadan İkinci Dünya Savaşı patlak verdi. 1941’de Sovyet Hükûmetinin görevlendirmesiyle 620 kişilik bir kafilenin başında Tebriz’e gitti. Soydaşlarının insanî haklarını elde etmeleri için çok önemli çalışmalar yaptı. (Yazımızın “Güney Azerbaycan Hasreti” bölümünde bu konuda hayli bilgi verilmiştir.)
1939’da “Xanlar”, 1941’de “Fərhad və Şirin” mənzum dramlarını yazdı; savaş yıllarında ise “Bakının Dastanı”nı kaleme aldı.
1941’de Azerbaycan Yazarlar Birliği başkanlığına getirildi.
“Ananın Öğüdü” şiiri 1943 yılında Amerika’da yapılan savaş karşıtı şiir yarışmasında ilk yirmiye girdi ve New York’ta yayımlanarak askerlere dağıtıldı.
“İnsan” adlı felsefî dramını 1945’te, “Zəncinin Arzuları” poemasını da 1948’de yazdı.
Azerbaycan’ın Harici Ülkelerle Medeni Alakalar Cemiyeti’nin ilk başkanı oldu.
“Bulgaristan – Sovyet Dostluk Cemiyeti”nin daveti üzerine 1951 yılında gittiği Bulgaristan’da büyük ilgi gördü.
Rus ediplerinden büyük yazar ve şair Konstantin Simonov, onun için “Dostum Samet Vurgun’un Londra’da Ziyafette Nutku” adlı şiiri hem Sovyet ülkelerinde hem de Avrupa ülkelerinde çok ilgi görmüştür. Simonov’un ona “Dostum Samet Vurgun” diye hitap etmesi hainlere karşı zırh oldu.
Savaş sonrasında da önemli eserlerin altına imza attı. “Muğan” (1948), “Aygün” (1950), “Zamanın Bayrakdarı” (1952) poemalarını yazdı.
Samet’in çocukluğu ve ilk gençlik yılları, ülkenin üzerinde kara bulutların eksik olmadığı, ölüm, zulüm, kan ve gözyaşının sel olduğu bir dönemde geçti. Babasının geçmişte ağalar/beyler zümresinden olması sebebiyle Vurgun, çok korkulu günler yaşamıştır.
Vurgun, evlatları için yazdığı “Deyin, Gülün, Övladlarım!” adlı şiirinde (Vurğun, 1960: II/240) Vakıf bilgeliği ve Babek edasıyla hayatının geçtiği iklimi anlatmıştır:
Mǝn ǝzǝldǝn tufanların qoynunda bir ötǝn quşam,
Fırtınalar, qasırğalar qucağında doğulmuşam…
Ağır toplar dilǝ gǝlib sǝs saldıqca dağ dalına,
Mǝnim şair ürǝyim dǝ dönür dağlar qartalına.
Şirlǝr kimi çox çıxmışam yanğınların arasından;
İgid igid ola bilmǝz qan axmamış yarasından. (25 Mart 1949)
Belli mihraklar tarafından Səmət Vurgun’a yapılan baskı 1953 yılında hat safhaya ulaştı. Şairin “Aygün” adlı poeması ile Moskova’da yayımlanan “Şairin Hukukları” adlı makalesi eleştiri yağmuruna tutuldu. Bakü Sovyet yönetiminin talimatıyla şikâyet edilen bu eserler Yazarlar İttifakı’nda müzakere edildi. Vurgun’un milliyetçilik yaptığı kanaatine varılıp Moskova’ya yazıldı. Bakü dışına çıkmama