det İlhan
Sarayda Düğün
Desteklerini esirgemeyen çok kıymetli anneme, babama ve sevgili eşime teşekkür ederim.
TAKDİM
“Yazarlığın okulu olmaz. Çünkü yazar olunmaz, yazar doğulur!” diyenleri duydum. Aynı sözü şairler için söyleyenler daha da çok. Böyle konuşanları tamamen değil de kısmen haklı sayabiliriz. Çünkü yazmak, bir edebiyat eseri meydana getirmek, öncelikle yetenek gerektirir. Yazarlığın doğuştanlığı da işte buraya kadardır. Bundan sonrası okulun ya da okul yerine geçecek kişilerin, çevrelerin işidir.
Yazar olabilmek için doğuştan getirilen yazma yeteneğinin önce keşfedilip ortaya çıkarılması, sonra da geliştirilmesi şarttır. Köylerimizde kentlerimizde, yetenekli oldukları halde bu özelliklerinin farkında olmayan, keşfedilmemiş, keşfedilse de ortamını bulup yeteneğini geliştirememiş nice insanlar vardır. Öyle inanıyorum ki bu insanlar; zamanında keşfedilip yetiştirilmiş olsalardı kaleminden nice güzel, kalıcı eserler dökülecekti.
Ülkemizde yazarlığın okulu vardır; hatta çok fazla sayıda vardır. Önceleri bu işi, bir anlamda kültür edebiyat dergileri, edebiyat toplulukları üstlenirken şimdilerde hemen her ilimizde “yazar okulu, yaratıcı yazarlık kursu, yazı atölyesi, editörlük eğitimi” gibi isimlerle çeşitli kurum ve kuruluşlar tarafından pek çok etkinlikler düzenlenmektedir. Genelde belediyelerin desteklediği bu etkinlikler elbette yararlıdır. Bu çalışmaların yararına devlet de inanıyor olmalı ki Millî Eğitim Bakanlığı “yazma” derslerini orta öğretim programına seçmeli ders olarak koymuştur. Yeterli öğrenci sayısına ulaşabilen okullarda yazarlık eğitimi veren sınıflar açılmaktadır. (Ne yazık ki sosyal bilimler liseleri dışındaki okulların çoğunda, ehil öğretmen ve yeterli sayıda öğrenci bulunamadığı için bu sınıflar açılamamaktadır.)
Biz; Avrasya Yazarlar Birliği olarak ilkleri gerçekleştirdiğimiz bazı alanlarda olduğu gibi bu alanda da kendimizi başarılı sayıyoruz. Çünkü işinin ehli hocalarla yaptığımız gerçek atölye çalışmalarıyla Türk Edebiyatına küçümsenmeyecek sayıda edebî ürün, küçümsenemeyecek sayıda yazar kazandırdık. Seviyeli eserler ortaya koyabilen gayretli, yetenekli, çalışkan yazar adaylarımızı kitapla buluşturduk. İlk kitaplarını yayınladığımız bu arkadaşlarımız, farklı yayınevlerinden çıkan ikinci, üçüncü dördüncü kitaplarıyla yollarına devam etmektedirler. Yolu yazarlık atölyelerimizden geçen, yayınladıkları her yeni kitapla biraz daha ustalaşan, estetik seviyelerini biraz daha yükselten bu arkadaşlarımız gurur kaynaklarımızdır. Onların Türk edebiyatında farklı bir ses, farklı bir renk, farklı bir iz bırakacaklarına içtenlikle inanıyoruz.
On dönemdir şiir atölyesinde usta şair Ali Akbaş; deneme atölyesinde akademisyen, dilci ve deneme yazarı Hüseyin Özbay; hikâye atölyesinde hikâyeci ve roman yazarı Osman Çeviksoy gönüllü olarak, özveriyle çalıştılar. Hikâye atölyesinde yazar Ataman Kalebozan, deneme atölyesinde yazar Sema Tanrıverdioğlu Ersöz, aynı gönüllülük esasına bağlı kalarak yardımcı hocalık görevlerini üslendiler. Yani AYB Edebiyat Akademisi, atölye çalışmalarının devamını sağlayacak olan ikinci nesil hocalarını da yetiştirmeye başlamıştır.
Ulaştığımız başarı seviyesinde hocalarımızın sanatçı ve eğitimci kişiliklerinin elbette payı büyüktür. Ancak en büyük pay; yazarlığın çilesini baştan kabullenerek eleştirileri dikkate alıp inanarak, bıkmadan, yorulmadan yazmaya devam eden katılımcı arkadaşlarımızındır. Elinizdeki kitabın yazarı Saadet İlhan bunlardan biridir. Annelik, öğretmenlik, ev hanımlığı gibi sorumluluklarının yanında yazar olma sorumluluğunun da nasıl üstesinden geldiğini hikâyelerini okudukça anlayacaksınız. Özellikle, gönlünde yazma sevdası taşıyan, çeşitli sebeplerden dolayı atölye çalışmalarımıza katılamamış olan arkadaşlarımız, bu kitabı dikkatle, inceleyerek okumalıdır. Konuların hangi bakış açılarıyla, nasıl kurgulandıklarını görecekler, belki de yazarlığın sırlarını ve sınırlarını keşfedeceklerdir. Saadet İlhan’ı bu sevimli, sıcacık ve bir solukta okunuveren eserinden dolayı kutluyor, gelecekte yeni yeni eserlerle karşımıza çıkmasını diliyor ve bekliyorum.
1981 Düzce doğumlu Saadet İLHAN, aslen Kayseri’nin Develi İlçesi Şıhlı Kasabası’ndandır. İlkokul birinci sınıfı Düzce’de okuduktan sonra babasının tayini nedeniyle Ankara’ya geldi. İlkokulu Sofuoğlu İlkokulunda bitirdi. Ortaokulu, lise 1. ve 2. sınıfları Tevfik İleri Anadolu İmam Hatip Lisesinde okuduktan sonra lise 3. sınıfı Çağrı Kız Lisesinde tamamladı. Gazi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun oldu. Aynı üniversitede tezsiz yüksek lisans yaparak pedagojik formasyon aldı. 2005 yılında Ankara’nın Polatlı İlçesi Poyraz Köyü’nde Türkçe öğretmenliğine başladı. Paşalı Necati Ortaokulu ve Mehmet Memişoğulları Ortaokulunda çalıştı. Halen Ankara’da Kutalmışbey Ortaokulunda görevine devam etmektedir.
Yazı hayatına öğrencilik yıllarında şiirler yazarak başladı. 2016-2018 yıllarında Avrasya Yazarlar Birliği/Edebiyat Akademisinin hikâye atölyesine katıldı. Hikayeleri çeşitli edebiyat dergilerinde yayımlanmıştır.
Evli ve üç çocuk annesidir.
BABAMIN GÖZYAŞLARI
Tandır için gerekli olan son çalı çırpıyı da ateşin yanına yığdıktan sonra annemin yamacına çömeldim. Elimdeki küçük çubukla toprağa şekiller çiziyordum. Annemse evde hazırladığı hamur bezelerini teker teker açıyor, içlerine patates ya da peynir koyduktan sonra bunları hızlıca kapatıyor ve tandıra veriyordu. Tandırda yeterince gözleme olunca sıcaktan al al olmuş yüzünü kaldırıyor, bir süre soluklandıktan sonra aynı hızla kaldığı yerden devam ediyordu.
Elimdeki çubuğu ateşe atıp ellerimle dizlerimi sararak tandırın sıcağına kaygılı gözlerimi bıraktım. Annem ılımış gözlemelerden birini bana uzattı. Tandırdan gözlerimi ayırmadan:
– Yemeyeceğim, dedim.
– Bir tadına bak bakalım, güzel olmuş mu?
Ben yine aynı isteksizlikle:
– Canım istemiyor, diye cevap verdim. Annem can sıkıntımı çoktan anladığından ısrar etmedi, gözlemeyi eski yerine koydu.
Elime yeni bir çubuk alıp toprağı eşelerken içimi kemiren kurdu bir an önce ortaya çıkarmak istiyordum. Bu sıkıntıyla:
– Okumak şart mı, diye sordum.
Annem:
– Okuyup büyük adam olacaksın, dedi sadece.
Köyümüzdeki ilkokulu başarıyla bitirmiştim. Zaten biraz da bu yüzden beni okutmak istiyorlardı. Benim okumak gibi bir derdim yoktu. Annemin sıcak kucağından ayrılıp soğuk yurt odalarında uyumak bana göre değildi. Köyün diğer çocukları gibi köy işleriyle meşgul olmak istiyordum. Sürüleri otlatmak; otlatırken biraz kestirmek; ağaçlardan meyve toplamak; yakındaki ormandan soba için yakacak taşımak; ilkbahar geldiğinde koyunların, keçilerin, ineklerin yavrularını ilk karşılayan olmak; onlara arkadaşlarımla isimler koymak; her sabah bahçemizdeki domateslerin ne kadar kızardığını görmek istiyordum. Bütün bunları yaparken okula gidebilsem ne iyi olurdu. Köyde yapmayı en sevmediğim işler bile yatılı okumak fikrinden daha sevimsiz gelmiyordu bana. Ama köyümüzde ortaokul yoktu. Mevsimine göre şehirde inşaat işçiliği, boyacılık ya da köyde ırgatlık yapan babam beni ve benden on üç ay büyük ağabeyimi okutmakta kararlıydı.
Ağabeyim ortaokula birlikte gidebilmemiz için ilkokuldan sonra bir yıl benim mezun olmamı beklemiş, köy işlerinde babama ve anneme yardım etmişti. Şimdi onunla beraber aynı kaderi yaşayacaktık.
Annem gözleme sinisini zar zor taşıyıp eve getirirken ben de kalan malzemeleri yüklenmiş bir halde peşindeydim. Gözlemeleri bembeyaz bir bezin arasına özenle yerleştirdi. Sıcaktan hamurlaşmasın diye sık sık dizmedi. Sabahtan hazırladığı tahta bavulun yanına bir de azık torbasını yerleştirdi.
Annem de endişeliydi. İki evladını hiç bilmediği bir yere gönderiyordu. Önümüzde herhangi bir örnek yoktu. Ailenin de köyün de ilk okuyanları olacaktık. Annem