Danıkeyev
Kızın Sırrı
ÖN SÖZ
Çağdaş Kırgız edebiyatının nesir alanındaki önemli yazarlarından olan Öskön Danıkeyev, Yazdığı öykülerle Kırgız Türklerinin sosyal hayatından kesitler sunar. Dönem-eser ilişkisi bağlamında incelendiğinde öykülerinde gerçek yaşamdan seçtiği kahramanlarıyla kurguyu bir potada eritip oldukça samimi, akıcı bir anlatımla karşılaşırsınız. Öskön Danıkeyev, Moskova’da “Gornıy” adlı maden Enstitüsü’nde okumuştur. Oradan mezun olunca da maden ocağında çalışmıştır. Bu bakımdan öykülerinde en çok işlediği konu madencilerin zor yaşam şartları, aşkları, iş yerinde ve evlerindeki ilişkileridir. Bunun dışında aşk, aile ilişkileri, kolhoz, yetim çocuklar, eğitim, farkındalık, savaş, Kırgız kültürü vs. konuları üzerine öykülerini yazmıştır.
2013 yılında doktora eğitimim için gittiğim Kırgızistan Bişkek’te Kırgıziztan’ın yaşayan aksakal yazarları ile söyleşi yapma imkanı bulmuştum. Daha sonra bu söyleşileri Tanrı Dağından Sesler adıyla yayınlamıştım. Bu söyleşilerden birini de Öskön Danıkeyev ile gerçekleştirmiştim. Kendi ağzından yazarı dinleyelim:
“1975’de ilk öyküm yayımlandı. Zaten, bundan önce de arasıra yazıyordum. İlk öykümü olumlu eleştirenlerin başında Cengiz Aytmatov vardı. Daha sonra başka öykülerim de yayımlandı. Sonra Aytmatov: “Öskön Bey, siz matematik eğitimi almıştınız. Edebiyat eğitiminiz yok.” diyerek, edebiyat eğitimi almamı önerdi. Moskova’da iki yıllık “Yüksek Edebiyat Kursu”nda eğitim aldım. Orayı bitirdikten sonra, edebiyatta kendimi yetiştirmiş oldum. Mezun olduktan sonra tekrar Politeknik Üniversitesi’nde çalışmaya devam ettim. Sonra beni Ala Too dergisine atadılar. Sonra, Kırgızistan Yazarlar Birliği’nde müşavir olarak çalıştım. 1984 yılında 50 yaşıma gelmeden Yazarlar Birliği’ne genel sekreter olarak tayin edildim. Bir gün Yazarlar Birliği’nde, birisi meşhur edebiyatçı Kaçkınbek Osmonaliyev’e rastlamış, “Nereye?” diye sorunca, Osmonaliyev “Agriteknik”e gitmekte olduğunu söylemiş. Adam şaşırarak “Agriteknik o taraftayken, sen hangi tarafa gidiyorsun?” diye sormuş. O da “Cengiz ve Öskön’e gidiyorum.” diye espri yapmış. Çünkü biliyorsunuz, Cengiz zooteknik, ben de teknoloji uzmanıydım. O zamanlarda öyle espiriler yapılırdı. Birçok eserim var. Yakınlarda Tandalmalar adlı III ciltlik seçme eserlerimi bir araya topladığım seçkim yayımlandı. Bu kitapta dört roman, dört povest, kısa hikâyeler ve makaleler bulunmaktadır. Öykülerden; “Kızdın Sırrı”, “Kızıl Aska”, “Ene Meerimi” ve “Bakır” öyküleri, romanlardan Köz İrmemdegi Ömür, Muras, Kököy Kezde ve en son yazdığım Arman romanı vardır. Sonra devlet tarafından bana ödül verildi. Bizde, Kırgızistan’da “Ardak Gramotası” (Şeref Takdir Belgesi) verilirdi. Bu ödül, Sovyetler döneminde en değerli ödüllerden sayılırdı. “Ardak Belgisi” yazılı nişandan başka, Kırgızistan’daki bir başka değerli ödül sayılan “Manas Nişanı”m vardır. Bunun dışında yine birçok değerli ödüller aldım. Bazen tercüme işleriyle de uğraştım. Beş tane piyesi çevirdim. Çevirdiğim piyeslerden en bilineni Aziz Nesin’in “Cür Beri” piyesidir. “Cür Beri” (Buraya Gel) yani Rusça’da “Poydi Syuda” adıyla bilinmektedir. Bu piyesi Rusça’dan çevirdim, çünkü Türkçe bilmiyorum.”
Görüşmemizin sonunda, yazar en büyük arzusunun öykülerinin Türkiye’deki kardeşleri tarafından da okunması ve tanınması olduğunu söylemişti. Türkçe bilmediği için bu arzusunu dile getirmemi rica etti. Cengiz Aytmatov’un çağdaşı, Kırgız nesrinin en önemli isimlerinden biri olan Danıkeyev’in bu arzusu öğrencim Emrah Altıok’un yazarın öyküleri üzerine aldığı yüksek lisans tezini başarı ile savunmasıyla bir nebze gerçekleşmiş olsa da asıl isteği bu kitabın ortaya çıkmasıyla gerçekleşmiş olacaktır.
Kitapta üç uzun, on bir kısa olmak üzere on dört öykü yer almaktadır. Okuyucuyu Kırgızistan’ın 1960-1970 li yıllarına götüren dönemin sosyal hayatından kesitler sunan öykülerin Türkiye’deki okurlarla buluşması 2 yıl yürütülen titiz çalışmanın ürünüdür. Kitabın yayımlanmasında emeği geçen AYB başkanı sayın Dr. Yakup Ömeroğlu’na Bengü yayınlarının değerli çalışanlarına, Uzm. Emrah Altıok’a ve kitabı baştan sonra okuyarak redakte eden yüksek lisans öğrencim Aylin Bilgiç’e teşekkürü bir borç bilirim.
KIZIN SIRRI
Bizim köydeki okulda sadece dokuzuncu sınıfa kadar eğitim veriliyordu. Okulu bitirenler eğitimine devam etmek için ilçe merkezinin daha ötesinde bulunan şehre gidiyorlardı. Ben de onlar gibi yaptım. Madende çalışan dayımın yanına gittim. Ancak işler düşündüğüm gibi olmadı. İki ay okula gittikten sonra okulu bıraktım. Hayır, bunun sebebi tembellik ya da yaramazlık yaptığımdan değil; asıl sebebi, Rusçayı iyi bilmiyor olmamdı. Bundan önce okulda “sözde” okumuştuk. Oysaki o sadece basit bir lafmış, kuru bir ezbermiş.
Eve geri dönmedim. Hem köydekilerden hem de Azıp-kan Annemden utandım. Onun hakkında bildiklerimi anlatmaya başlasam, söylenecek çok söz var. Olmaz olsun onun hikâyesi! Hepsini oturup da en ince ayrıntısına kadar niye anlatayım ki?
Azıpkan üvey annemdir. Babamın savaşta şehit düştüğü haberi geldikten bir süre sonra köyümüzdeki Dalıbay adlı biri ile evlendi.
Ama karakteri, dili!.. Şimdi onu hatırladığımda özgür bedenim irkiliyor, yüreğim sızlıyor.
Aradan dört ay geçti. Azıpkan beni evladı yerine koyup da bir kere görmeye gelmedi. Yazıklar olsun! Neredeyse parmak kadarken bana bakmaya başlamış, öz annem gibi olmuştu.
Dayım: “Gelmezse gelmesin, burada kal. Kendi evin gibi davran, hazır yatağın da var kurban olduğum.” dedi ve kabul ettim.
Dayım madende işçi, yengem de ev hanımıydı. Yengem sabahtan akşama kadar hiçbir zaman bitmeyen ev işleri ve çocuklarıyla uğraşırdı. Ürkmüş halim ve yanmış canımla, uzun zaman ürkek ve çekingen davrandım. Hiçbir şey yapmasam bile, “Yengem bana ne zaman üvey evlat muamelesi yapacak?” diye davranışlarını takip ediyordum. Dayım ise çok merhametli, temiz yürekli birisidir. Ben sürekli olarak “Niye bu kadar gecikti ki? Çabucak gelseydi.” diyerek sabırsızlıkla onun işten dönüşünü bekliyordum. Nedense, yengem bana dayak atmaya kalksa, kötü bir söz söyleyecek olsa o bana sahip çıkar, beni korur diye düşünürdüm. Onun yanında bana kimse sataşamaz ve beni küçük düşüremezdi.
Ama boşuna korkup dert etmişim. Yengem içi dışı bir olan, mütevazı, gönlü geniş bir insanmış. “Gerçekten insanlar birbirinden farklı olurmuş.” diyorum içimden. Azıpkan nasıl biri, bu nasıl bir insan… Üstelik bu kadının öz çocuğu bile değilim ki…
Bir tek dayım çalışıyordu, yengemin sağlığı iyi değildi ve çocukların yaşı küçüktü. Dayımın tek yeğeni ben olduğum için bir de bana bakıyorlardı. Bu iyi niyetlerini suistimal etmemek için yardım edeyim dedim.
Su aldığım yer evimizden uzak ve yokuş aşağıdaydı. Bir gün iki büyük kovayı su ile doldurup giderken tam kapının önüne geldiğimde buzdan kayıp düştüm. Gözlerimden ateş çıktı, hemen kalkamadım, başım döndüğü için orada oturup kaldım. Üzerime dökülen su yüzünden elbiselerimden su damlıyordu. Yengem bir haftadan beri hastalığından dolayı yatıyordu. Bir anda açılan kapının ardında üstünde ince bir elbiseyle yengem göründü. Korkudan vücudum titredi. O eğilip askıyı eline aldığında, galiba bana bir tane indirecek diye düşündüm. Boynumu büküp, korkarak kenara doğru çekildim. Kendimi savunmak için bir şey demek istedim, ama ağzımı açıp da bir kelime diyemeden sesim kısıldı, dudaklarım titredi. Yengem yaklaştıkça ona yalvaran gözlerle bakıyordum. “Acı bana, acıyınız.” der gibi bakıp, ayaklarına sarılasım geldi.
O zamanlar hâlâ daha aklımda, gözümün önünden hiç gitmiyor. Yengem yanımda diz çökerek, incecik zayıf kollarıyla, başımı yavaşça kendine çekip:
Kurban olduğum, zahmet ettin, benim canım çıkaydı, Allah bir türlü canımı almadı. Hepinizi zor durumda bıraktım, dedi, hıçkırıklara boğuldu.
Ben büyük bir şaşkınlık yaşadım. Gördüklerime duyduklarıma inanamadım. Yengemin dizlerinin üstüne başımı yaslayıp hüngür hüngür ağlamaya başladım. O an hayatımda ilk defa sevinçten ağlamıştım. Anne sevgisini ilk kez hissettiğim,