başlamıştı. Geç güzdü. Bazı küçük işlerle uğraşırken Satımkul geç olduğunu fark etmemişti. Bir anda birisinin çığlığı duyulmuş gibi oldu.
Satımkul başını kaldırdı. Kimse yoktu.
Karanlıktı. Biraz ileri yürüdü.
Yine geldi ses. Kadın sesiydi… Oradan birisi göründü:
– Yardım edin! Yardım edin!
“Bu kim? Kim olsa da sağ değil!” Satımkul onun önünden çıktı:
– Alo, alo!
O, biraz durdu. Buralarda insan kalmadı diye düşünmüştü galiba:
– Stepan İvanıç… Hızlı! Hızlı! O, ona doğru hızlı yaklaşıyordu.
Galiyatina’ymış. Satımkul ona yaklaşınca tanıdı. Kısa montunun önü açık, alaca kalın yazması boynuna düşmüş, göğsü kirlenmişti. Ulaşır ulaşmaz Satımkul’un elinden tuttu. Gözleri korku içinde, tir tir titriyordu. Ağzını zar zor açarak konuştu:
– Stepan İvanıç!
– Stepan İvanıç, ne Steppan İvanıç, söylesene! Ne! Satımkul onun sağ omuzundan tutarak silkiverdi.
– Ne? Söyle!
– Ölmek üzere! Onun gözleri yaş dolmuştu.
– Ne? Satımkul cevap beklemedi. Direk “yedinci durağa” doğru yöneldi.
Karanlık çökmüştü.
İkisi de susuyordu. Satımkul önde. Galiyatina bazen ona yaklaşıp, bazen arkada kalarak geliyordu. Sadece onların nefesinin sesi duyuluyordu… İşte geldiler.
– Orada, dedi Galiyatina biraz ileriyi göstererek.
– İçeride mi?
– Evet, beri tarafta.
Satımkul bir şey arar gibi oldu.
– Kibrit yok muydu?
– Var.
– Ver!
İçeriye girdiler. Gerçekten de kaza olan yer o kadar da uzak değilmiş. Kazılan yer çökmüş Stepan ile arkadaşı altında kalmıştı.
Aydınlattılar. Kazılmış yerin sağ tarafında yıkılan sütunlar yatıyordu. Bir kolu ile yakasını sıkı tutarak inleyen Stepan da yatıyordu. Kirpiklerinden başlayarak her yeri toz toprak içindeydi. Terlemişti. Satımkul kibritin aydınlığıyla diğerine baktı.
Zinayida kibrit yakıyordu. Onun elindeki küçük beyaz ateş tir tir titriyordu. Onun çevresindeki gölgeler onu takip ediyordu.
Satımkul diz çökerek Stepan’ın kafasını kaldırdı:
– Stepan! Stepan!
Stepan ses çıkarmadı. Satımkul düşen toprak tarafında durakalan Zinayida’ya bakarak:
– Niye duruyorsunuz? Biraz yakına getirsenize! diye sert konuştuktan sonra Stepan’ın kafasını yavaşça tekrar yere koydu:
– Stepan!
O susuyordu. Satımkul onun üzerine düşen taş, toprakları alıp atmaya başlamıştı.
Stepan’ın arkadaşını tamamen kazıp alamadılar. Geç idi… Yüzünü mendil ile örterek orada bıraktılar.
Onlar dışarıya çıktıklarında ay yuvarlak olup göğe yükselmişti. Satımkul Stepan’ı sırt üstü uzatarak vücudunu yokladı. Sonra gömleğinin yakasından aşağı doğru ayırarak, başını eğip göğsünü dinledi.
– Step…
“Stepan, Stepan…” Stepan ses çıkarmadı. O artık gözünü bile açmadı.
Satımkul’un çaresi tükenmişti.
Galiyatina bir ona bir Satımkul’a bakıyordu.
– Şimdi niye duruyoruz? Satımkul yerinden kalkıverdi:
– Halka haber verelim. Hali çok kötüleşiyor. Doktora, doktora ulaşmalıyız!
– Şimdi, hemen… Galiyatina birisinden korkmuş gibi iki elini kaldırdığı halde biraz geri çekinip sonra köye doğru koştu.
– Stepan kendine gelmedi. Biraz önce halsiz olsa da tek tük inliyordu. Şimdi ses çıkarmıyordu. Sadece arada sırada halsiz damağını kıpırdatıyordu.
“Su mu? Su… Nerede su? Yok, o çok uzak. Stepan su mu istiyorsun? Stepan, sen niye bembeyaz olmaya başladın, Stepan?
– Stepan! Satımkul onun başını sallayarak bağırıverdi:
– Sen güçlü değil miydin? Tut kendini, dayan biraz lütfen!
O köy tarafına baktı. Kimse yoktu. Göğe baktı. Bulutlar vardı ve ay… O anda kulağına bir zamanlar duyduğu bir hüzünlü müzik duyuldu. Tüm vücudu titreyip, çok üşüyüverdi.
Satımkul şimdi beklemedi. Arkadaşının bir kolunu yavaşça boynuna geçirerek onu o köye doğru kaldırarak gitmeye başladı.
Gittikçe Satımkul’un gücü kalmıyordu. Gökteki ay da ona acıyormuş gibi bakıp onunla beraber gidiyordu. Sen yalnız değilsin Satımkul dayan diyordu sanki.
Bulut, bulut, bulut… Yine bulut.
Bazen karanlık bazen aydınlıktı. Satımkul bazen durarak Stepan’ın nefesini dinliyordu. Sonra tekrar yoluna devam ediyordu.
Yine adım, adım… Peki güç nerede? Gözleri açılıp ayaklarıyla elleri halsiz olmaya başlamıştı. Dinleneyim, dedi. Yıkılacakmış gibi olup sonra durdu.
– Step?
Cevap vermedi. Sadece damağını kıpırdattı.
“Su, su değil mi? Evet…”
Yine adım adım… Bu güç insanın kendi iradesinden fazla olmasa gerek! Ya da doğada insan için kendisinden başka güç mü var?”
Sonunda Satımkul biraz aşağı inerek düştü. Şimdi arkadaşının değil kendisinin başını kaldıracak gücü kalmamıştı. Yakın bir taraftan suyun sesi geliyordu. Stepan yine dudağını kıpırdatmış gibi oldu.
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.