Danikeyev Öskön

Kızın Sırrı


Скачать книгу

Çalıştığı yer çok uzak değildi.

      İra da orada motorcu olarak çalışıyordu. Bir gün o, öğle yemeğine Kaliman’ı da davet etti. Kaliman vışka yerleşen tepeden aşağıya inerek İra’nın “araba salonuna” gelene kadar o ırmağın kenarındaki yeşil otun üzerine sofrasını açıvermişti. Siyah iş kıyafetinin iki omuzu ve yan tarafları yağdan parlıyordu. Kokusu geliyordu yağın. Kaliman hangisinin gaz yağının hangisinin ise gresin kokusu olduğunu ayıramadı. Onun için bu kokunun hepsi aynıydı. İra jeneratörün altındaki kovayı çekerek elini yıkadı ve:

      – Nasılsın komşu, alışıyor musun? Burada da komşu olduk. Çok güzel. Erkeklerin arasına kadın olduktan sonra karışamazmışsın. Hadi o zaman yemeğe başlayalım, diye yüksek sesle konuştu.

      İşte o günden başlayarak onlar birbirine yakınlaşmaya başladılar. Kaliman ilk başta onu çok kaba, fazlasıyla şakacı birisi olarak görmüştü. Çünkü o, içinde ne olsa onu hemen söylerdi. Konuşması, davranışları erkeklerinki gibi kabaydı, hatta biraz sertti. Belki de hep erkeklerin arasında çalıştığından böyle olmuştur? Onlarla kendisini eşit düzeyde gösteriyordu. Oradakilerin hepsi onun karakterini iyi anlıyorlardı. Bazen, “Ha, İra mı?” diye gülümsüyorlardı. Kaliman sonradan anlamıştı onu.

      Bu yakınlarda… Burguçuları bağlayarak yeniden tekrar deliğe indirmeye başlamışlardı. O zaman nedendir burgu aletinin sesi çıkıp sonra hemen durdu. Elektrik kesilmişti. Aşağıda dizel çalışıyordu. Yeni gelen usta sitem etti:

      – Bu ne demek!

      Hepsi oraya toplanıverdi. Biraz uzakta olan Kaliman da koşarak geldi. Konuşuyorlardı. Usta biraz yüksek yere çıktı, İra’ya bağırdı:

      – Alo! Siz orada ne yapıyorsunuz? Söylemiştik size elektriği kesmeyin diye. Hadi hemen elektriği açın, hemen!

      İra ellerini kaldırarak bir şeyler diyordu. Usta ellerini okşayarak biraz bekledikten sonra dayanamadı:

      – Kadının işi, kadınlık! diyerek İra tarafına doğru yürümeye başladı. Hemen elektrik mühendisi ve çilingir onun peşine düştü. İra onları durdurmadı bile. Düğmeyi kapatarak demir kutudan kilit ve vidaları aramaya başladı. Usta ne yapacağını bilemeden, kızarak mırıldanıp gidiyordu. Sonunda:

      – Hey, siz şu an ne yaptığınızın farkında mısınız? Orada kaza olursa nereye gideceksiniz? Siz bir şey anlıyor musunuz? diyerek İran’ın tam önüne gidip, kızgınlığını biraz bastırarak, kekeleyerek konuştu. İra iki elini beline alarak:

      – Siz bir şey anlıyor musunuz asıl? diye bağırıverdi ve:

      – Orada kaza olursa burada jeneratörde kaza olmazmış öyle mi? Baksana buna! Eğer burada kaza olursa o makine yarım saate değil yarım ay süreye kadar çalışmadan durur. Siz bunu anlıyor musunuz ha? İra’nın gözleri yaş dolmuştu. Kaliman ona şaşırarak bakıyordu. Kalbi küt küt atıyordu. Demek burada çalışmak zormuş. Maaş almada buna boşuna rekabet olmaya çalışıyormuşum. Önceleri “Kompresörünü çalıştırıp, ona bakıp uzanmaktan başka bir şey yapmıyor? Bunu herkes yapar. Benim gibi harç karıştırsın bakalım.” diye düşünürdü.

      Usta, İra’ya kızmaya devam etti. Onunla gidenlerin bazıları “İra işini biliyor, biraz bekleseniz…” dediklerini duymadı. Sonunda İra dayanamadı ve büyük kilidi eline alarak:

      – Hey civciv, sen susacak mısın yoksa? Hadi git başımdan! diye elini kaldırdı. Usta korktu galiba, sesi kesildi. Ne yapacak başka, kadın ile dövüşecek değil ya. O, yine bir şey söylemek üzereyken İra ona yaklaşarak:

      – Yeter artık! Elimden kaza çıkmadan git buradan, yoksa şu boynunu kırarım. Git! dedi.

      Usta şaşkınlıkla geri çekildi.

      “Bu kadın deli mi?” diye düşünmüştü galiba. İzleyenler az kalsın gülecekti. Üstelik yeni gelen usta çok gençmiş, üzülmesin diye düşündüler galiba, gülmemek için kendilerini tuttular.

      İzleyenler sigaralarını içene kadar İra makinesini tamir ediverdi. Yağ olan ellerini bezle silerek makineye çıkıp “puskaçın” düğmesini çeviriverdi. Dizelin yan tarafından çıkan mavi duman İra’yı biraz görünmez hale getirdikten sonra yukarıya savruluverdi.

      O gün, o andaki İra hala Kaliman’ın aklında. İra hiçbir şey olmamış gibi çok kısa zamanda tekrar güler yüzle o ustaya bakmıştı. Onun bu bakışı “Hey, genç, çok fazla kendini yükseklerde hissederek boş boş hırslanma! Fazla hırslanmak her durumda faydalı değildir. Durumu iyi kavramazsan bazen karşındakine karşı küçük düşebilirsin.” diye bir iğneleme vardı.

      O tekrar fırlayarak, yere inip dizelin sesiyle beraber:

      – Kızgınlığınız dindi mi? Hadi o zaman, neyi bekliyorsunuz? Usta çocuk, bana darılmazsın değil mi? diye gülümseyerek çoktan tanıyormuşçasına ustanın omuzlarına hafif vurdu.

      – Özür dilerim, diye usta çocuk da gülümsedi.

***

      Satımkul ne kadar kendini işe vererek çalışsa da kendisini memnun edecek düzeyde çalışamadığını da hissediyordu. Açıkçası şuandaki işi çocuk işiydi. Düğmeyi açıp kapatmak herkesin elinden geliyordu. Başka çare yok. Teknik sorunları çözmek için eğitimi yetersizdi. Okumak istiyor ama o da imkânsızdı. Tarasov geçende “Satımkul, mezun olmana az kalmış, hadi sana izin verelim. Şu an seni sınavsız kabul ederler. Meslek okulunu bitir. Dağ madenleri tarafında şu an yerel işçiler yetersiz oluyor. Git, oku. Tekrar buraya geleceksin. Yine söylüyorum, git.” demişti.

      Satımkul bir hafta boyu Kaliman’ın karşı çıkmasına rağmen, gitmeyi düşünmüştü. Sevinmişti de.

      Evet, kendisi de okumayı istiyordu. Ancak Kaliman itiraz ederek hiç kabul etmedi. Onun bahanesi şöyleydi:

      “Hayatımız ne olacak? Yalnızlıktan bıktım ben…” demişti. Kısacası bunun gibi bahaneleri çoktu. Daha gençken hayata bu kadar bağlı olanı kim görmüş. Satımkul bunlara bakmazdı. Onu durduran Kaliman’ın yalnızlığıydı. Öncekisi gibi olsa bırakıp gidebilirdi. Hamileydi. Şimdi nasıl bırakıp gider?

      Satımkul, elimden gelse kâğıtlarla uğraşacağım bir yerde çalışsam, diye düşünüyordu. Gün geçtikçe bu düşünce onun kafasını karıştırıyordu. Ancak kimseye hatta Kaliman’a bile söylememişti. Bu sadece kendisinin hayalleriydi bunlar. Çünkü korkmuştu. Aklın ile çalışmanı gerektiren iş eğitimin o kadar yeterli olmadıktan sonra zor olabilirdi. Duyduğuna göre ofiste ekonomi işçisine ihtiyaç varmış. Bununla ilgili Tarasov ile de konuşmuştu.

      Kaliman hala kulede çalışmaktaydı. O, Satımkul’u öncekinden daha fazla yönetimi altına almıştı. Arkadaşları şaka olarak Satımkul’a “Hey, sen bize hiç katılmadan uzaklaştın. Kulübe de gitmiyorsun. Ya da karından korkuyor musun?” dediklerinde Satımkul “Yapmayın!” diye yalandan gülümseyerek oradan uzaklaşmaya çalışırdı. Ne kadar kötü niyetle söylenmese de, şaka da olsa bunlar Satımkul’un zoruna gidiyordu. Çünkü bunlar şaka ama bir yandan da acı bir gerçekti.

      Her erkek, kadının acı vermesine dayanır ama “yönetmesine” dayanamazdı. “Yönetme” ailede söz konusu olmazdı. Ailede kim daha çok saygı gösterirse o yönetirdi. Burada erkek ya da kadın olması fark etmezdi.

      Sonunda Satımkul Tarasov’a gitti. Tarasov yalnızmış:

      – Satımkul? Gel, gel, otur, diye yerinden doğrularak elini uzattı.

      Satımkul rahatsız bir halde, kürkünü tutarak oturdu ve:

      – Ben biraz sizinle konuşayım demiştim…

      – Tamam?

      Satımkul