Danikeyev Öskön

Kızın Sırrı


Скачать книгу

var gibiydi.

      – Taa başkente, Frunze’nin (Bişkek) kendisine. Okumaya götüreceğim diyor.

      – Haa okumaya mı?

      – O, sadece bir şeylerden şüphe duyarak kafasını salladı.

      Benim aklımda da… Yengemle ikimiz birbirimizi sanki sessizce de anlayabiliyorduk.

      Aradan üç gün geçti. Ben derin uykudaydım.

      – Camal… Cakin, dedi biri beni uyandırarak.

      – Efendim?

      – Kalk, kurban olduğum. Azim geldi. Araba bekliyormuş…

      – Yengem, gözüm anında açıldı. Dışarısı daha yeni aydınlanmaya başlamıştı. Evin içerisi daha yarım karanlık içindeydi. Girişteki odada dayım ile Azim oturup konuşmuşlardı.

      – Kurban olduğum, kusurum varsa gönlüne alma. Biz ney, biz sana…

      – Dayımın bu sözleri, Azim’e değil bana iletilmiş gibi sezildi.

      – Cakin, Cakin, kalktın mı, bereketim? dedi yengem mutfak tarafından. Gel…

      Ben iç kapıyı yavaş açıp, dayımları fark etmemiş gibi dışarıya doğru yürüdüm.

      İyi ki yeniden sabah aydınlanmaya başlamış. Venüs yıldızı ay tacının ucuna değer değmez pırıl pırıl parlıyordu. Serin, ta ileriden serin suyun şırıltısı duyuluyordu. “Nasıl, yani, ben bunların hepsini bırakıp tamamen gidiyor muyum? diyordum içimden. Gittiğim yer de neresi? Başka yer, başka insanlardı. Dayım ile yengem gibi bana destek olacak kimim var oralarda. Bir tek Azim…” Kısa bir süre kendimi tuttum. Hâlbuki tekrar içim gidiyordu…

      O arada yengem evden çıkıp yanıma geldi:

      – Eyvah, dünyana, dedi çenemi tutarak. Tamam, ağlama. Hangimiz yaşamamışız bunları…

      Her neyse Allah’ım yolunu açık etsin, bahtını bağışlasın. Ondan başka daha neyi dilemeliyiz. Gel eve…

      Sofraya dua edip kapıya doğru yöneldik. Dayım, sonra Azim… Yengem benim yanımda. Ben, uyku sersemliğiyle tepinirken nevresimleri üzerlerinden açılmış minik kardeşlerimi tek tek öptüm ve ayakta onlara bir müddet daha bakıp durdum. Kalbim ezilecek gibi… Kısacası zor ve hüzünlü bir vedaydı.

      Şimdiye kadar dayımın çenesi titreyerek, yengemin kafasını benim göğsüme saklayıp, boğularak ağladığı hâlâ aklımda. Onlar bana: “Sağlam gidip sağlıkta ol. Her şeye dikkat et…” demişlerdi; iyi yolculuklar, mutluluklar dilemişlerdi.

      Frunze’nin (Bişkek’in) akşamı ılık bir hava ile bizi karşıladı.

      Benim çoktan beri hayal ettiğim, sanki istediğim gibi olmuştu. Azim yanımda, neşesi yerindeydi. Bana bundan başka ne lazım? “Seviyorum! Camaş, ben bir tek seni seviyorum” dedi mi? Yok. O fazlalık yapar. Daha ilk baştan bana olan davranışları, bana yaptığı yardımı onun sevgisinin temiz, gerçek sevgisinin ispatı değil mi? Vakit geçtikçe sabredemiyordum. Kalbim atıp kanım kaynıyordu: Ne zaman? Azim, canım, ne zaman sırını açıklayacaksın? Yük olmaktan biteceğim. Beni bu kadar eziyet içinde bırakma. Göğsüne sıkı sararak sev beni. Sevgi mi?

      Evet, ne zamandır sessizce ruhumda sır olan dileğim de kabul oldu. O beni kucaklayarak alnımdan öptü. Henüz…

      Ertesi gün ikimiz beraber Teknik Bilimler Üniversitesi’ne geldik. Evrakları teslim ettikten sonra dışarıya çıktık. Tam merdivenlerden inerken:

      – Camaş, bir dakika… Biri gelecekti, bekleyebilir miyiz? dedi.

      Ben gülerek ona doğru yaklaştım. O anda, bütün bünyem tuhaflaştı, bana bir şey oluyordu. Sarılıp onu sevmek istedim. Hayır sevemedim. Utangaçlık, kadına has olan utangaçlık beni engelledi. Keşke!

      Etraf kalabalık. O arada önümüzden birisi:

      – Oo, merhabalar. Eski bir tanıdık gibi samimiyetle, açık davranarak.

      Biz selamlaştık.

      O esmer, selvi boylu, güzel bir kızdı. Yuvarlak, kara gözleri sanki nur saçıyor gibiydi. Gizlediği neydi, açıkçası içim daraldı.

      – Yanılmıyorsam… Bu, Camal değil mi? dedi o gülümseyerek.

      Azim kolumdan yavaşça tutarak:

      – Camal, dedi. Tanıştırayım sizi, Zıynaş, benim eşim olur.

      “Zıynaş…” bu söz benim için, insan adı değil, sanki yaydan çıkan oktu. Ayaklarımın altından yer kaymış gibi oldu. “Zıynaş… Benim eşim olur. Azim’in bu dedikleri, sanki ta Ala Dağlar’dan gelen yankı gibi duyuluyordu.

      “Hayda! Benim ne zamandır, alevlenip yanan tatlı hayallerime, nazik sezgilerime böylece, sanki buz gibi su serpilmiş değil miydi? Demek ki benim talihimde mutluluk denilen şey yazılmamış.”

      Ben kendi adımı söyleyip elimi uzattım mı, uzatmadım mı bilmiyorum. Duruyordum, bedenim kaskatı kalmış gibi ağzımı açamadan şaşkınlıkla.

      – Camal, dedi Azim, sonra beni yavaşça kendine doğru çekti. Bak, Camaş, vedalaşma zamanı geldi. Seninle ilk karşılaştığımızı hatırlarsın. O zaman seni görüp sözünü dinlediğimde, o sözünü kendime bir hedef koymuştum. Onların hepsi de sen ve senin geleceğin içindi. Ben elimden geleni yaptım. Düşüncelerim, muradım, maksadım ne kadar işe yaradı bilmiyorum. Sen daha gençsin, Camaş, çocuksun. Hayat, hayatın acısı da tatlısı da daha önünde. Her şeye dayan, alış. Mutluluklar dilerim, Camaş. Hoşça kal! dedi ve beni alnımdan öptü. Evet, bu onun beni ilk ve son öpmesiydi.

      O kızla ikisi el ele tutuşarak uzaklaşıyorlardı. Ben hızla dönüp içeriye girdim. İki elimle kafamı sıkarak dar merdivenlerden yukarıya doğru gidiyordum. O da bitti.

      Küçük pencereler, şehrin dört köşesi de gözümün önünde. Henüz doğruca uzanan sokaklar, yeşil bahçeler, o bahçelerin aralarından yükselen bembeyaz, güzel binalar, caddeleri fark etmemiş gibiydim. Fark edebildiğim tek şey yavaşça uzaklaşan iki insan görüntüsüydü. Ağlayıp sızlıyordum. Akan gözyaşlarım, yüzümü yıkayıp göğsümden aşağıya sızarak akıyordu.

      Ondan sonra tam beş yıl geçti. Yükseköğretimi bitirip jeolog oldum. Hocalarımın dediklerine göre, Kırgız kızlarından ilk ben bu bölümü okuyup bitirmiştim. “Ben bunu kime borçluyum? diyorum kendi kendime. Sadece Azim’e! O olmasaydı, kim bilir bu zamana kadar nerede, ne durumdaydım?”

      Şimdi yine o küçük pencerenin önünde duruyorum. Azim’in gittiği tarafa bakıyorum. Şimdi o yoldan geri gelirse ne! O zaman boynuna asılıp, öz ağabeyim gibi nefesimi içime derin çekerek, koklayarak öperdim. “Güvenini boşa çıkarmadım. Emeğin boşa gitmedi.” derdim.

      Ben onu şimdi de seviyorum. Öncekine göre on kat, bin kat fazla seviyorum. Şimdiki sevgim sadece ilk sevdalık değil; insanı, doğru ve dürüst gerçekten, insanı sevmektir!

      Azim her daim benimle beraberdir. Zorlandığımda destek, üzüldüğümde dayanak olmuştur. Ömrümdeki sönmez ışık, bitmeyecek umuttur. Şimdi nerelerde? Beni hatırlar mı, düşünür mü?

      Acaba benim onu sevdiğimi biliyor muydu?

      ANNE ŞEFKATİ

      Hey, kardeş! Sana sesleniyorum. Yüz yüze oturup konuşmamamıza rağmen, senin bana baktığını hissediyorum ve hatta göz göze gelmiş gibiyiz. Kendime çok yakın hissediyorum seni

      İçimdekilerin hepsini, hiçbir şey bırakmadan anlatmak istiyorum. Umarım anlayacaksın. Belki benden küçüksündür, belki de büyük…

      Ne fark eder