Osmanakun İbraimov

Devrin En Büyük Yazarı Cengiz Aytmatov


Скачать книгу

ve onun silueti yazarın hatırasında hep “Ebedî Nişanlı” olarak kalmıştır. Aytmatov son romanı “Dağlar Devrildiğinde”de tekrar aşk konusuna döner. Gerçi bu romandaki aşk mutsuz bir aşktır. Bu seferki aşk romanın başkahramanı, gazeteci ve rejisör, Gorbaçov’un arkadaşı, 1980’li yıllarında ortasında uygulanan ‘Açıklık’ politikasının mimarlarından olan Arsen Samançin’in Aydana’ya olan aşkı olarak çıkar karşısına okurun.

      Dikkatli bir Aytmatov okuru onun âşık olduğu kadınların birbirlerine ne kadar benzediğini hemen farkedebilir. Bütün bu sevgililer Semen Çuykov’un fırçasından çıkan “Sovyet Kırgızistan’ın Kızı”nı hatırlatıyor. “Toprak Ana”daki Tolgonay, “İlk Öğretmen”deki Altınay, “Cemile”, “Gün Olur Asra Bedel”deki Zaripa ve son romanındaki Aydana… Bütün bu kadınların birbirine çok benzediği farkedilmektedir.

      Aytmatov ilk aşklarından fazla söz etmese de “Cemile”deki Seyit ile yazar arasında çok sıkı bir benzerlik olduğu ortadadır. “Cemile” sadece bir aşk hikâyesi değil, yazarın ustalığını ispatladığı çok önemli bir eserdir aynı zamanda.

      Bu aşk hikâyesi Aytmatov’un ruh âlemini de değiştirmiştir. Fransızlar aşk konusundaki atasözlerinde haklı imiş: “Aşkla şaka olmaz!” Aynı şekilde Fransızların “Nerede aşk, orada uçurum.” şeklindeki sözü de, bu bağlamda, çok doğrudur.

      EĞİTİM YILLARI: APOLLON VE SATÜRN ARASINDA…

      Cengiz Aytmatov, hiç şüphesiz, temel eğitimi zayıf olmasına rağmen, dönemin en aydın, ufku geniş, birçok alanla ilgili bilgisi olan insanlardan biriydi. Ziraat ve veterinerlik eğitimi almıştı. Bununla beraber çok iyi derecede dünya edebiyatını öğrenmişti. Felsefeyle ilgileniyordu, aynı zamanda klasik ve millî müzikten çok hoşlanıyordu. Aytmatov’u gençliğinde tanıyanlar onun çocukluk ve gençlik dönemlerinde kitap okumaya çok hevesli olduğunu söylüyorlar. Kitap okumak onun için çok değerli bir işti. Cambıl’da öğrenim görürken şehir kütüphanesinde kütüphane kapanana kadar saatlerce kitap okurdu. Bilgiye olan açlığı, dünya kültürünü öğrenme hevesi kanında vardı.

      Bu bağlamda yazarın yazgısı en başından beri, en azından iyi bir hikâyeci olarak gelişmeye başladı. Onun insanlara anlatacakları vardı. Genç Cengiz’in hayatı; en çetin hayat şartları, ikidilli (Kırgızca-Rusça) bir ortamda büyümesi, trajik savaş günleri, kitap dünyasına girmesi, enstitü eğitimi, Moskova’da katıldığı yüksek edebiyat kursu, tüm bunlar onun gelecekte büyük bir yazar olmasına katkı sağlamıştır. Başka bir ifadeyle erken hayat tecrübesi kitap bilgileriyle beslenmiş, yavaş yavaş estetik duygusu güçlenmiştir.

      Hayat tecrübelerinden genel hükümler çıkarmaya olan eğilimi, hayatın ayrıntılarını farkedebilmesi daha çocukken ortaya çıkmıştı. Belki de yaklaşık beş gün süren Moskova’dan Frunze’ye olan tren yolculuğu uzak mesafelerin de birbiriyle bağlantılı olabileceği, dünyanın bir bütün olduğu, nerede yaşarlarsa yaşasın, hangi dilde konuşurlarsa konuşsun insanların birbirlerine yakın olduğu fikrini uyandırmıştır. Cengiz çocuk aklıyla farklı ülkelerin ve farklı insanların havayoluyla mı demiryoluyla mı birbirleriyle nasıl bağlantı halinde olduğunu anlamaya çalışmıştır.

      Cengiz her zaman tüm dünyanın nasıl kucaklanabileceğini anlamaya çalışmıştır. Nitekim gökyüzünde sınır tanımadan gezinen bulutlar, yüksek sıradağlar ve okyanuslar değil midir en büyük gezginler?!

      Aytmatov uzmanlarından Georgiy Gaçev’in eserlerinde demiryolları hakkındaki bazı tespitlerini Aytmatov ilginç bulmuştur. Demiryolları dünyayı sarıp sarmalayan, dünyayı bir araya getiren, farklı kaderleri birleştiren bir çeşit metal ip gibidirler. Aytmatov’un “Gün Olur Asra Bedel” adlı romanında da trenler Sarı-Özek steplerinde doğudan batıya, batıdan doğuya doğru geçer giderler.

      “Buralarda trenler doğudan batıya, batıdan doğuya doğru giderler. Demiryolunun etrafı uçsuz bucaksız bozkırdır.

      Buralarda uzaklıklar demiryollarına göre belirlenir.

      Trenler ise doğudan batıya, batıdan doğuya doğru yol alırlar…”

      Sonra Aytmatov’un edebî halkası tüm dünyayı sarıp sarmaladı. Aytmatov’un edebî kurgusu turnaları da kapsamış ve Erken Gelen Turnalar adlı eserini kaleme almıştır. Daha sonrası “Cengiz Han’a Küsen Bulut” adlı eserinde de bulutlarla ilgili felsefî doğaçlamalar yer almıştır. Nihayet Aytmatov dünyayı sarıp sarmalayacak gücün düşünce ve söz olduğu kanaatine varmıştır.

      Aytmatov “Dünyayı Yalayan Rüzgârlar” adlı makalesinde şunları belirtir:

      “Hiçbir edebiyat dünya edebiyatıyla bağlantı kurmadan gelişemez ve herhangi bir edebiyat hakkındaki söz, onun dünya kültürü içerisindeki bağlantılarını ele almadan tam olamaz. Gelişmek isteyen edebiyatlar en üst kriterleri kendine baz almalıdır. Dünya edebiyatındaki yerelliği ve kapalılığı sadece böyle yenebiliriz. Eğer bunlar edebî ustalığın ölçütü haline gelirse.” 11

      Bütün dünya insanlarını ve ülkelerini bir araya getirme fikri Cengiz’de çocukluğundan itibaren vardı. Doğu ve Batı’nın ayrı olması gerektiğini savunan Rudyard Kipling’in düşünceleriyle taban tabana zıt bir şekilde bir yazar ve Avrasya’nın büyük devleti Sovyetler Birliği’nde yetişmiş biri olarak tüm dünyanın bir araya gelmesini savunuyordu.

      Elbette hayatının en zor günlerini yaşadığı Talas’ı görmezden gelemeyiz. Talas, Kırgızistan’ın kuzeyinde Kazak steplerinin Kırgız dağlarına uzandığı Kazakistan sınırında meskûn, efsanevi Manas diyarı Talas kültürül birikimi ve coğrafi özellikleriyle elbette Aytmatov’un sanatçı kişiliğinin gelişimine önemli ölçüde etki etmiştir.

      Yazar Auliye-Ata (Evliya Ata) ve Cambıl şehrinde öğrenim gördüğü dönemlerle ilgili çok ilginç hatıralar kaleme almıştır. Evden okula yürüyerek gider, eğer yolda bir atlıya rastlarsa atına biner. Ev ve okul arasındaki mesafe yaklaşık 30-40 km’dir. Veterinerlik eğitimi gördüğü okulda kendini iyi yetiştirme fırsatı bulmuştur. Okulun hocaları genellikle Ukrayna ve Rusya’dan gelen tecrübeli öğretmenlerdir. Okuldaki öğretmenlerini ve aldığı iyi eğitimi hep iyi anmıştır. Yazar o günlerle alakalı şu satırları kaleme alır:

      “Babam tutuklanıp katledildikten sonra ve savaş döneminde halam Karakız’ın yanında kaldım. Halam üzerime çok titriyordu ve gelecekte büyük bir adam olacağımı düşünüyordu. Elinden geldiğince bana iyi bakıyordu ve şehirde öğrenim görmemi çok istiyordu. Neyi var neyi yok bana harcıyordu. Okulda derslere paralel olarak staj da yapıyorduk. “At bakıcılığı”, “Koyun bakıcılığı” dersleri geçerken “Eşek bakıcılığı” dersine geldik. Biz gülmüştük. Bulunmaz hint kumaşı değil ki! Bir de onun bakıcılığını mı öğrenecektik?! Ama işin aslı başkaydı. Sarkık kulaklı eşek soyu kadim zamanlardan beri sürügeliyormuş, birçok türü varolmuş. Öğretmenimiz Rus’tu. Sert mizaçlı ve orta yaşlardaydı. İşinin ustasıydı. Enstitünün kendisine ait staj yapabilmemiz için bir çiftliği yoktu. Staj için öğretmenler bizi Atşabar adındaki hayvan pazarına götürüyordu. Bir Pazar günü yine oraya gittik. Talas’ın civar köylerinden birçok kişi hayvanlarını alıp satmak için pazara getirmişti. Biz de uygun bir uzun kulaklıyı seçtik. Öğretmenimiz gözlüğünü takıp bana döndü ve “İnsanoğlunun gelişiminde eşeğin rolü”nü anlatmaya başladı. Bu asil hayvan hakkında neler biliyorsunuz bakalım?

      -Bu hayvan ilk önce Afrika ve Asya’da çoğaldı, diyerek söze başladım. Günümüzde ise Suriye’de, Tibet’te,