Osmanakun İbraimov

Devrin En Büyük Yazarı Cengiz Aytmatov


Скачать книгу

Daniyar’ın karşılaştırmalı bir halk öyküsü olan Luis Aragon’un önsözü ile Fransızcaya çevrildi.

      Hikâyeyi son derece takdirle karşılayan Muhtar Avezov’un belirttiği gibi “Cemile”de “Pek çok olay yok, kahramanlar var ve görünüşe göre çok da büyük değişiklikler yok” dese de değişiklikler devam eder. Aytmatov’un hem Kırgız ve hem de diğer millî edebiyatlarda çok fazla bulunan bu tür konuların geleneksel ve gelenek dışı bir öykü yazdığı ortaya çıkmaktadır. Elbette zamanla birlikte göçmenlerin yaşantıları da dâhil olmak üzere günlük yaşamlar ve gelenekler değişmektedir, ama her durumda küçük kardeşin ağabeyinin karısına olan aşkı imajı yerel okurlara açık bir meydan okumadır. Yine de yeteneğin halkın geleneksel normlarından daha yüksek olduğunu kanıtladı. Düzyazısı ve onun o zarif tarzı gerçekten ulusal bir düzeye taşıdı. Elbette “Cemile” ilham veren bir sevgi ilahesidir. Ama daha da büyük ölçüde sanatçının doğuşunun öyküsü, sanatının doğuşuydu. Kutsallık hakkındaki durum da boşuna değil, George Gachayev, hikâyenin Âdem ve Havva ile ilgili bazı olaylara benzediğini, Aytmatov’un öyküsünde dahi Seyit ile Cemile arasında da hiçbir cinsel münasebet bulunmadığını gördü.

      Genç Seyit için narin Cemile ideal bir kişi gibi görünmektedir. Aynı zamanda bazı durumların gizemli tutulduğu, gençlerin tahmin edebilecekleri, fikir yürütebilecekleri birçok ipucunun dağıtıldığı okunmamış çok katmanlı bir kitap olarak karşımıza çıkar. Genç Seyit’in kardeşi kendi karısına karşı onun yokluğunda bilinçsizce ensest bir şey beslemez, ama ölümsüz “Mona Lisa”nın yazarında olan “Leonardo Sendromu” olarak adlandırılabilecek bir şey söz konusudur.

      Mona Lisa’nın gülüşünde henüz kimsenin çözemediği ve kimsenin içinde ne olduğunu söyleyemediği aşk, gizli günah, kutsallık, manevî saflık… gibi durumlar vardır. Aynı durum Cemile için de söylenebilir. Ama gördüğümüz gibi Daniyar ile Cemile’nin aşk hikâyesi genç adamın gözlerinin önünde ortaya çıkarak Seyit’in bambaşka bir dram yaşamasına sebebiyet verir. O da sonunda ideal olma, en iyi olma hakkında kendini ispat etme ihtiyacı duyuyor. Daha önce sıkıcı, sıradan ve monoton olan dünya bir anlam ve içerik kazanıyor, bu da sevgi ile kutsallaştırılıyor. Evet, bu aslında Aytmatov’a duyulan sevgidir, bu yaşamın anlamıdır, bu insanlığın doluluğudur, onsuz hayat boş ve manasız, aşk olmadan manevî yaratıcılık, şiir yoktur, müzik yoktur.

      “Aşk geleceğin tanrıçasıdır. Aşk olmadan bir insan için gelecek olamaz. Aşk, hayatın temel direğidir. Sevgi yoksa tutkulu ilişki de yoktur dolayısıyla bir insanın hayatı da böylece harap olacaktır. Akabinde ise artık hiçbir sevgi olmayacaktır. Hatta hiçbir çocuk bile bizi geleceğe bağlayan bir faktör olmayacaktır. Doğa, yıldızlar, evrende yer alan her şey kendi içinde bir sevgi içerir. Aşk bir senfonidir, daha doğrusu evrensel bir senfonidir.”13

      Başlangıçta hikâye “Obon” yani “melodi” olarak adlandırıldı. “Cemile”nin müziği bir tuning çatalı, ana anlam kurma elemanıdır. Genel manada Aytmatov’un hikâyesi sevginin müzik ruhuyla doğuşu olan Nietzsche’yi açıklamaktadır. Bir Alman olan Friedrich Schiller’in ifadesiyle Aytmatov, bunun var olmayan edebî yaratıcılığın önünden gelen müzik ya da belirli bir müzikalite havası olduğunu söyleyebilirdi. Onun sözlerine şu şekilde katılıyor olabilir: “İlk bakışta duyum, ancak sonradan ortaya çıkan kesin ve net bir nesne değildir.” Ruhun bazı müzikal ruh hali her şeyden önce gelir ve sadece onun şiirsel bir düşünceyi takip etmesinin akabinde şekillenir.

      Cemile ve Seyit karanlığa, ülkeye, dünyanın güzelliğine sesini duyurmak için çok güzel şarkı söyleyen kasvetli, çekingen Daniyar’a hayran olurlar. Buna karşın Daniyar’ın kendi şarkısı kahramanın iç dünyasının sesi, kişisel niteliklerinin tezahürüdür, dışarıdaki bir işarettir ve bu işaret hem Cemile ve hem de Seyit tarafından büyük bir arzuyla hissedilir. Aytmatov aynı zamanda öykünün yapısını, Daniyar’ın Cemile hakkında ne düşündüğünü, Cemile ve Daniyar hakkında okurların neredeyse hiçbir şey bilmeyeceği şekilde düzenledi.

      Biz Seyit’in gözüyle (eski Yunan trajedisi kavramlarını kullanarak) bir tür koronun rolüne baktık. Bu bağlamda aynı zamanda koronun kendisinde bile olmadığını düşünen aynı Nietzche’nin ince gözlemlerini hatırlayan, ama müzikalitesinin “Herkül gibi bir güce sahip” yazarın eski trajedinin içinde neler olduğuna dair bakış açısını ifade etmenin temel aracı olarak hizmet etmiştir.

      “Cemile” dedikleri gibi tek bir solukta yazılmıştır. Ama sonradan yazar kendi iradesi ile yedi kez daha yeniden yazmıştır, bu da eseri acımasızca eleştirilerden koruyamadı. Bu sadece Kırgızların zihniyet ve gelenekleri meselesi değildi. Yazar Sovyet edebiyatının “pozitif” bir kahramanın olağan konumu, normatif estetik ve diğer geleneklere de meydan okuyordu. Dahası komünist ahlak ve sosyalist ahlak ilkelerine de bir atıftı. Çünkü yazar kanunen evli olan Cemile’nin davranışını tamamen kınamamaktadır. Ama insanların yaşamı herhangi bir dogmadan, önem arz etmeyen gerçeklerden çok daha karmaşıktır. Aşk onlardan daha yücedir ve bu onun güzelliğidir, ama aynı zamanda yazarın iddia ettiği gibi temelde onun trajedisi yatmaktadır.

      Evet, en başından itibaren genç Seyit, Daniyar’ın, yani kasvetli ve suskun bir cephe askerinin bir tür yarı hassas ihale duygularını deneyimlediği neşeli bir gelinin suçlanamayan bir özlemle, inanılmaz bir tahribatla sevgilinin kaçışından sonra dönmesini istememesiyle gönülsüz casusluğuna şahit olacaktır. Bunu telafi etmek, bu depresyonu ve çaresizliği boğmak için iki insanın bu öyküsünü şarkı söylemeye, renklerini yeniden üretmeye, dolayısıyla sanatçı olmaya karar verir. Bu yüzden çaresizlik derin bir duygusal sarsıntı, erken yalnızlık hissi, bir tür manevî destek kaybı, yalnızlık hissi beklenmedik bir bulguya dönüşür. Hikâyede aynı zamanda keskin bir drama ve bu aşk hikâyesindeki karmaşıklıktan oluşan etkileyici bir empati atmosferi vardır. Bu nedenle ana öykünün, Daniyar ile Cemile arasındaki aşkın pek çok psikolojik kabile kompleksi yönüyle karmaşık bir hal alan Seyit’in kendi manevî olarak tekrarlanması da uygun değildir. Genç adam kendisini Cemile’den birbirine sıkı sıkıya bağlı olan bağlarını görünmez bir duvarla ayırır, daima belirsiz bir arzu, kıskançlık ve utancın çok ince bir çizgisi etrafında gezer durur. Yazar, bu durumu hafifçe hissettirerek böyle bir analiz olmaksızın haset zincirinin karmaşık zihinsel hareketlerini de terk eder; sadece şiirsel sembolizmi, sezgisel duyumları tercih eder, yalın bir anlatım ve açıklanmayan bir söylem yaratır. Freud bu durumu “Sapık zihinsel hareketler” olarak adlandırır, yani belirli semptomların neden olduğu bir acıdır.

      “ElvedaGülsarı” hikâyesinde de bu tür çizgiler vardır. “Gülsara sessizce durdu, bir yere bağlandı ve onu arıyordu. Küçük bir körfezin kıskacını, büyüdüğü ve aynı zamanda her zaman ayrılmaz bir bütün olduğu aynı şeyleri hissetti. Alnında beyaz bir yıldız lekesi vardı. Onunla koşmayı severdi. Aygırlar onu takip ederlerdi, ama onunla kaçtı, diğerlerinden çok uzaklara doğru gitti.Gülsarı daha yetişkin bir at değildi, aygır da yetişkinliğe erişmemişti, yani her ikisi de birlikte olup çiftleşecek erişkinlikte değillerdi.

      Yakınlarda bir yerlerde kişnedi. Evet, buGülsarı idi, aygır onun sesini hemen tanımıştı. Ona cevap vermek istemişti, fakat geviş getiren ağzını açmaya korkmuştu. Bu çok acı ve üzücüydü. NihayetGülsarı onu buldu. Yavaş adımlarla koştu, ay ışığı alnındaki yıldızı aydınlatıyordu. Ayakları ve kuyruğu ıslaktı. Nehirden geçerek gelmişti, suyun soğuk kokusunu da yanına getirmişti. Ağzıyla itiyordu, koklamaya başladı, ılık dudaklarını ona doğru temas ettiriyordu. Nazik bir edayla kişnedi ve onu da yanına çağırdı. Aygır ise yerinden kıpırdayamadı. SonraGülsarı başını onun boynuna koydu