Osmanakun İbraimov

Devrin En Büyük Yazarı Cengiz Aytmatov


Скачать книгу

da çok söz etmiştir. “Herkes ve her zaman için aynı olan tartışmasız bir şey var, – diye yazmıştı “Dağlar Devrildiğinde” adlı romanında, – hiç kimse kaderinde ne olduğunu ve kaderinde ne yazdığını önceden bilemez, sadece hayat bizzat kendisi kime ne olacağını gösterir, yoksa neden kadere razı gelinsin ki?…Dünya yaratıldığından beri bu böyledir, cennetten çıkarılan –ki bu da bir kaderdir- Adem ile Havva’dan bu yana kaderin sırları sonsuz bir bilinmezlik içinde herkes ve her zaman için gizemini korumaktadır ve koruyacaktır.

      Bu insanlığın genel olarak kaderidir. Aytmatov’un kaderinde bazı şeyler önceden belirgindir: Moskova, Rusça ve Büyük Kazak romancısı ve bilim insanı Muhtar Avezov’la karşılaşması.

      Geleceğin yazarının Moskova’daki Yüksek Edebiyat sınıflarında geçirdiği en cazibeli ve bahsetmekten hoşlandığı bir kaderdi. Tam da burada yani Moskova’da “Abay Yolu” ile sadece Kırgızistan ve Kazakistan’da değil, bütün Sovyet topraklarında tanınmıştır.

      Bu gerçekten kaderin ağlarını ördüğü bir karşılaşmaydı. Ortaya çıktı ki Muhtar Omarhanoğlu Cengiz’in babasını iyi tanıyordu, Kırgız yazarları biliyordu asıl önemli olan ise Manas Destanını uzun zaman önce ve tamamıyla incelemiş olmasıydı. Yani saygın yazar ile genç Kırgız yazar arasında çok fazla ortak nokta vardı ve bu Aytmatov için bir başarıydı. Avezov’un bir akıl hocası ve bir de bakıcısı vardı. Yakın bir gelecekte kendisinin iyi bir arkadaşı olan Lui Aragon’un dikkatini “Cemile” romanına çekecektir.

      Tek kelimeyle zorlu çalışmalarla geçen yıllar sona ermişti ve yazarı sözcüklerin zirvesine çıkaracak, önce toplumsal sonra da evrenselliğe götürecek yol başlamıştı.

      Moskova’da bulunduğunda, hevesli ve çalışkan bir dönemdeyken babası ve onun kaderini düşündü. İnsanların hayatının sonlandırılması, suçsuzların cezalandırılması, bu arada bazılarının cezalardan dönmesi umudu olmayan ümitler vermişti ona. Törökul’un da belki ortadan kaybolmayacağı inancıyla 15 Temmuz 1956 yılında Cengiz Aytmatov ülkenin en yüksek yargı organlarına şikâyette bulundu. İşte o tam metin:

      Şikâyet Dilekçesi,

      20 yıl geçmesine rağmen babamızın kaderi hakkında bir bilgimiz yok. Hayatta mı değil mi bilmiyoruz, ne zaman ve hangi suçla yargılandı bilmiyoruz, gerçekten devlet nazarında suçlu mu? Bu soruların cevabını merak etmekteyiz, çünkü hep acı veren bir olay yaşıyoruz ve duygularımızda kendi babamızın, Orta Asya’da kuruluş ve birleşmenin en zor yıllarında mücadele veren birinin Sovyet makamlarına ve vatana karşı bir suç işlemiş olduğuna inanmadık. Bildiğim kadarıyla babam Kırgızistan SSC Bölge Komünist Partisinde sekreterlik görevini ve diğer sorumluluk ve görevlerini şerefli ve düzgün bir şekilde ifa etti. Son zamanlarda Moskova’daki Marksizm – Leninizm Enstitüsünde eğitim gördü. Son sınıfı bitirdi. Şimdi 1937 olaylarının adil bir şekilde tekrar gözden geçirilmesini istiyoruz ve babamızın akıbetinin raporlarını bekliyoruz. Bu sadece onun kendisini değil, aynı zamanda da ailemizi ilgilendiren mevzudur. Mesela bu sebepten ötürü kabul için tüm şartları yerine getirmeme rağmen lisansüstü eğitime alınmadım. Aynı muamele sonucu Moskova Üniversitesi Jeoloji Fakültesi mezunu olan küçük kardeşim de alınmadı. 1954 yılında orta öğretimini tamamlayan kız kardeşim de Kırgızistan seçmelerinde üstün başarı kazandığı halde ve sınavları geçmesine rağmen Moskova’da bulunan eğitim kurumlarına kabul edilmemiştir.

      Sonuç olarak mesele bunlardan ibaret değildir, belki de bahse konu bile olmayacak şeyler ne yazık ki. Ama bilinmesi gereken bir gerçek var; o da babamızın durumu, ailemizin toplum nazarındaki onurunun kurtarılması bizim için çok önemlidir.

Cengiz Aytmatov, 15 Temmuz 1956 SSCB Kırgızistan, Çoñ Arık Köyü

      Aytmatov ailesi resmi cevabı 1957 yılının ağustos ayında aldı. Bu yazıda aile üyelerinden birisinin Frunze KGB şubesindeki bir odaya gelmesi gerektiği yazmaktaydı.

      Aytmatov ailesinin -özellikle de Nagima Hanımın-beklediği an gelip çatmıştı. Belki babaları hâlâ hayattadır, eğer hayatta değilse nasıl öldü ve nerede gömülü? Cengiz toparlandı ve annesi ile küçük kızı olmak üzere hep birlikte Frunze’ye gittiler. Roza Törökulkızı Aytmatova şöyle anlatıyor hatıralarında:

      “Annem ikinci derecede engelliydi, çok zor yürüyebiliyor, çok zor hareket edebiliyordu. Burada ise her ikimizi de unutmuştu. Hızlıca giyinmiş, bütün evraklarını almış ve beni acele ettiriyordu. Sonra babam yaşıyor olsaydı her şeyin bir yolunu bulurdu diye düşündüm, kendimize has bilgilerimiz haberlerimiz olurdu. 20 yılda da bunu yapabilirdik. Şimdi Ulusal İç Güvenlik Teşkilatına giderken değişik düşünceler hâsıl olmuştu zihnimde, ama anneme hiçbir şeyi belli etmedim.

      O da tamamen değişmişti. Yanakları ışıl ışıldı, yeşil gözleri de parıl parıl parlıyordu, neşeli ve kendinden emin hareketleri vardı. Annem birden gençleşmişti! Hızlıca durağa gelmiş ve otobüsü beklemeye başlamıştık.

      –Biliyor musun, galiba babanız ya Sibirya’da ya da Uzak Doğu bölgesindedir. Bu günlerde pek çok kişi dönüyor oralardan. Belki de oralarda evlenmiştir ve çocukları vardır. Ne de olsa erkek. Erkekler yalnız yaşayamazlar, onlar hususi işlerini bile göremezler. Yeter ki hayatta olsun! Ya şimdi sizi görse, ne kadar da mutlu olurdu! Çocuklarını çok severdi! Ne yazık ki büyüdüğünüzü göremedi. Çocuğunun ilk adımlarını nasıl attığını görmek, konuşmaya başladığını duymak, başarılarıyla mutlu olmak, ergenlik döneminde yaptıklarına, çocuklarının delikanlılık dönemlerine şahit olmak bir insanın en büyük mutluluklarıdır. O bütün bunları deneyimleyemed. İşte Cengiz ve İlgiz büyüdüler, evlendiler, çocuk sahibi oldular. Lyusa ile siz ise genç kızlarsınız. Hiç de geç değil. Ya bir de Sancar’ı görse!… Torunlar öylesi bir mutluluktur ki evlattan da tatlıdır…

      Burada otobüs geldi ve bindik. Annem yolda da yorulmadan konuşmaya devam etti. Birazdan Törökul ile karşılaşacağımızdan emindi.

      –Acaba ne durumdadır? Yeter ki sağlıklı olsun. Ah o nasıl bir yiğitti! Hem akıllı hem bilgiliydi. Ailesine öyle düşkündü ki!

      Biraz dinlendirmek için ben sordum:

      – Peki, siz nasıl tanıştınız anne?

      – Ooo! Bu tamamen kaderin tecellisi olsa gerek. İşteydim, bir şeyler yazıyordum. Bir anda kapı hızlıca açıldı ve odaya yakışıklı bir genç girdi. Boyu posu yerli yerinde eksiksiz bir adamdı: boy pos, güzel ve parlak saçlar, kara gözler. O haliyle beni etkilemişti! Bunu anlatırken gülümsedi annem.

      Kiev ile Lagvinenko caddelerinin kesiştiği köşeye gelmiştik, düzgün yapılı bir binaya -Ulusal İç Güvenlik Teşkilatına- doğru yaklaştık. Kapıda otomatik silahlı bir asker duruyordu. Annem ona davet yazısını gösterdi.

      – Siz girin, diye işaret etti anneme. Bana ise:

      – Siz burada bekleyin.

      Bir süre sonra annem çıktı. Benzi kül gibi soluktu, gözlerinin feri gitmişti, ayakta zor duruyordu. Ben neler olduğunu hemen anlamıştım. Güçlükle gözyaşlarımı tutuyordum. Ağlayamazdım, yoksa annem daha da kötü olurdu. Hiçbir şey demedim. Elime bir liste verdi “Kara liste”, o kâğıtta Törökul Aytmatov’un artık hayatta olmadığı, öldüğü yazılıydı. Yazı SSCB Yüksek Mahkemesi, Askeri Komisyonu tarafından T. Aytmatov adına düzenlenmiş bir ölüm raporuydu.

      Ne zaman, nerede ve ne şekilde öldüğü belirsiz kalmıştı. Daha demin durmaksızın konuşup duran annem şimdi sus pus olmuş, tek kelime bile etmiyordu.

      –Eve vardığımızda Cengiz’i üzmemek için ağlamayacağız, yoksa maazallah