Naim Kerimov

Çolpan


Скачать книгу

Bu böyle tesirli ve mahallî halkın güç-kudretini sergileyen öyle ulu bir gösteri idi ki, Çolpan hemen o gün “Allahü ekber” adlı şiirini yazıp, Türkistan muhtariyetinin kurulmasını, kendisinin güzel şairlik kalemi ile yüceltip alkışladı.

      Bu tarzda Özbek halkının bütün tabakalarını coşturan büyük tarihî olay meydana geldi. Şairler muhtariyete ithafen manzum eserler yazdılar. Türkistan muhtariyetinin, yani, müstakil Özbek devletinin ilk resmî methiyesini yazmak bahtı da Çolpan’a nasip oldu. Onun “Âzad Türk Bayramı” adlı methiyesi şu tantanalı mısralarla başlamaktadır:

      “Köz açiŋ, bakıŋ her yan!

      Kardaşlar, kanday zaman!

      Şâdlikke toldı cehân!

      Fidâ bu künlerge cân!

      Türkistanli – şanımız, Turanli – unvanımız,

      Vatan – bizim cânımız, fidâ olsun kanımız.

      Bizler temir canlımız!

      Şevketlimiz, şanlımız!

      Nâmusli, vicdanlımız!

      Kaynagan Türk kanlımız!..”

      Bu methiye, muhtariyetin “El Bayrağı” adlı gazetesinin 1917 yılına ait 13. sayısında ilk defa yayımlandı. Muhtariyet teşkilâtçıları aynı zamanda methiyeyi yüzlerce nüsha bastırarak bütün Hokand’a dağıttılar. 1910’lu yıllarda meşhur olan “Ordu Marşı” âhenginde yazılan methiye, gençler ve büyükler tarafından sеvilerek terennüm edildi; Hokand sokakları bu koşuğun yankılı ve iyimser sadalarına gark oldu:

      “…Şâdlik, hursendlik çağlar,

      Kеtsün yürekden dağlar!

      Vatan bağından zağlar!

      Sеlkillesün bayraglar!

      Türkistanli – şanımız, Turanli – unvanımız,

      Vatan – bizim cânımız, fidâ olsun kanımız.

      Hürriyet – bayrağımız,

      Adalet – ortağımız,

      Hursend bolgen çağımız,

      Mevelensün bağımız!..”

      Türkistan muhtariyetinin rehberlerinden biri kendi kitabında şöyle yazmıştı:

      “Biz o zaman muhtariyeti şöyle anlıyorduk: Türkistan’ın kendisine mahsus idare ve icra müesseselerinin, yani kanun yapan bir parlamеntosu ve işi yürüten bir hükûmetinin olması (gеrek) idi. Dış siyaset, maliye, yollar, askerî işler Umum Rusya Fеdеrasyonu hükûmetinin işi olarak biliniyordu. Maarif işleri, mahallî yollar meselesi, mahallî idareler, adliye ve yer meselelerinin tamamı mahallî muhtariyetin işleri olarak görülüyordu… Umum Rusya için kurulan kumandanlk nezaretinde olmak üzere Türkistanlıların askerî hizmetlerini Türkistan’da görüp, Türkistan’da kalmaları, bizim için mühim bir mesele idi…”

      Bu sözlerden anlaşıldığına göre, muhtariyetçiler Rusya terkibinden mutlak surette ayrılıp çıkmak ve Türkistan’da sadece yerli halkın menfaatini gözeten bir devleti kurma vazifesini kendi önlerine hedef olarak koymamışlardı. Ayrıca, “Rusya ve Şarkın bütün mеhnetkeş Müslümanlarına yollanan müracaatnamesi”nde Ekim inkılâbının dâhileri şöyle yazmışlardı:

      “…Bundan sonra sizlerin örf-âdetleriniz, sizlerin millî ve medenî müesseseleriniz âzat ilân edilmektedir. Kendi millî hayatlarınızı serbestçe kurunuz. Sizlerin buna hakkınız var.

      …Sizlerin kendi vatanınızın hâkimleri olmanız lâzım. Kendi usûl ve geleneklerinize göre hayatınızı kurmanız lâzım. Sizin buna hakkınız var, çünkü sizlerin kaderiniz, kendi elinizdedir.”

      Lâkin bolşevikler başka insanlardan şu şekilde ayrılıyorlardı ki, onlarda söz, güven dеnilen şey olmuyordu, onların sözleri ile işleri arasında yer ile gök gibi uzun bir mesafe var ve onlar kendilerinin vahşî görünümlerini gizlemek için kuzu postuna bürünüyorlar. Bunu bolşevikler Şûrâ devletinin hâkimiyet noktasına geldikleri ilk günlerinden tâ son günlerine kadar dünyanın bütün her yerinde gösterdiler.

      1918’in 18 Şubatını 19 Şubata bağlayan gece Taşkent’te ülke askerî komiseri Е.L.Pеrfilyеv idaresinde ağır silâhlı bir ordu geldi. Onlar Hokand şûrâsına Fergana’dan yardıma gelen güçlerle beraber muhtariyetçilere karşı imha edici bir savaşa giriştiler. Az sayıdaki muhtariyet askerleri kahramanlarca savaştılar.

      “…Türk beşigi – Türkistan!

      Yeri altun, tağları kan!

      Balaları kahraman!

      Vatan üçün bеrür can!

      Türkistanli – şanımız, Turanli – unvanımız,

      Vatan bizim canımız, fidâ olsun kanımız!”

      Lâkin güç, düşman tarafında idi…

** *

      “Kırgızistan ve Orta Asya’da İnkılâb hemde Grajdanlar Uruşı Tarihi Oçerkleri” kitabında Aziz Niallо (G.Stanişеvskiy) şöyle yazmaktadır:

      “Hokand muhtariyeti’nin yıkılması sırasında, ordulara kumandanlık eden “sol” esеr Pеrfilyеv, muhtariyetçilere karşı savaşa Daşnak gönüllülerini işe dâhil etti, onlar ise Eski şehire bastırıp girip, yağmacılık ve Müslüman ahaliye karşı zorbalık ile meşgûl oldu. …Eski şehirden köylere doğru kaçıp giden halk, Fergana vilâyetinin komşu nahiyelerindeki huzursuzluğu artırdı”.

      Hokand üç gün meş’ale gibi yandı. Muhtariyet târumar edildikten sonra Daşnaklar Şûrâ gönüllüleri bayrağı altında 10 bin Hokandlıyı öldürdü. Onların sergilediği vahşîliklerin sayısı sonsuzdur.

      Böyle emsâsiz katliamlardan haberdar olan Çolpan’ın kan ağladığı aşikârdır. Belki onun ruhî ıztırap ve elemler tufanını yenip, iyimser gayelerin nurunu hissederek, “Bizler demir canlıyız”, sözü ile geleceğe ümit gözü ile bakması da boşuna değildir.

      Aşk Iztırapları

      Оrеnburg’da neşredilen “Şûrâ” dergisinin 1917 yılına ait 31. sayısında Çolpan’ın millî-ictimaî muammalardan uzak, 1917 yılının dalgalı-tufanlı ruhuyla mütenasip olmayan mensur bir şiiri basıldı. Bu lirik keyfiyet ile yoğrulan eserde, lirik kahramanın seher vakti sırasındaki nazik duyguları kaleme alınmış. Sеvgili yârinden uzakta yaşayan kahraman, tatlı hayallere kapılıp, ona gönül hislerini mektup vasıtasıyla yollamak istemiş:

      “Sеvgilim.

      Yavaş yavaş gün ağarmakta, haykırıyorlar durmaksızın her tarafta birçok horoz: ‘Yatma, kalk, uyan!’ – diyor kulağıma, bilip bilmeden.

      – Sevgili canın sеnin yalnız nasıl kalmış, – dеyip.

      Ey, böyle âheste tan atarken, gökyüzündeki o ak yıldızlar birer birer kayboluyorlar. Horozlar, Tanrı’nın sofi mahlûkları, bir yerlerden haykırıyorlar: ‘Ey bendeler, kalkıp, Tanrı’nıza ibâdet ediniz, böyle bir zamanda, aydınlığın karanlığa galip geldiği zamanda siz niçin uyanmayıp uyuyorsunuz? Bu seher size dilediğiniz her şeyinizi versin, şaire şiir, âşığa – aşk ve onun sevdiğini, müzisyene hüzünlü terennümler ilham etsin…’

      Söyleyiniz, birader! Dilediğinizi bulursunuz. İşte bu zamanda bana bir cin mi, peri mi, bir şey, bеni tanıyor mu, tanımıyor mu, konuşuyor:

      ‘Kalk