Naim Kerimov

Çolpan


Скачать книгу

uzak değildir.

** *

      1917 yılının Şubat ayı… Süleyman bezzaz ailesinin yaşadığı evin iki katlı binasında Taşkentli misafir Mömincan Muhammedcanov, balalara okuma yazmayı öğretmekle meşgul… Beklenmedik şekilde sokak tarafından birisinin ayak sesleri duyuldu. Genç muallim dersine bir an için ara verip, kapı önüne gitti ve açıp baktı, Abdülhamid telâşlı bir şekilde yürüyüp gelmekteydi. Onun elinde bir kâğıt vardı. Bu kâğıdı bayrak gibi sallayarak:

      – Müjde! Müjde verin! – dеdi sevinerek. – Lânet olasıca peder Nikоlay padişah devrildi. Zâlim esfel-i sâfiline gitti.

      Zihni tamamen başka şeyle meşgûl olan Mömincan ağabey hiçbir şey anlamadı. Abdülhamid ise o tantanalı sesiyle konuşmasına devam etti:

      – Artık ezilen bütün halklar âzat olacak! Türkistan âzat olacak! İnanmazsanız, işte, tеlgraf!.. – O elindeki bayrak gibi salladığı kâğıdı gurur ve sevinçle gösterdi.

      Kardeş gibi olan gençler birbirlerini kucaklayıp, sevinçlerini ifade ettiler. Mömincan muallim, bu sevinçten onlar da nasiplensinler, diyerek balaları serbest bıraktı.

      Ak padişahın tahttan devrildiği haberi, bir anda bütün Andican’a yayıldı. Yeni şehirdeki geniş bir meydanda büyük bir miting yapıldı. Mitingde önce bir Buhara Yahudisi, sonra Abdülhamid ve yine birileri konuşmalar yaptılar. Mitingden sonra, pamuk fabrikası işçileri inkılâpla ilgili koşuklar söylediler, yeni usûl mekteplerin muallim ve talebeleri ise şarkılar söyleyip, şehrin sokaklarında tantanalı yürüyüşler yaptılar.

      Birkaç gün sonra, Muvakkat hükûmetin beyanatı ilân edildi. Beyanatta, Türkistan ahalisinde büyük ümitler uyandıran şöyle güzel ve nâdir duyulan sözler yazılmıştı:

      “Rusya devleti vatandaşları. Büyük bir hadise meydana geldi… Yeni ve hür Rusya meydana gеldi. Büyük ihtilâl, uzun süredir devam eden mücadeleyi sona erdirdi. 17 Ekim 1905 tarihli ferman ve Rusya’nın uyanan güçlerinin tazyikiyle anayasda âzatlık vaat edilmişti. Ama vaatler yerine getirilmedi. Halkın arzu ve ümitlerinin tecessüm eden şekli olan birinci Devlet duması dağıtıldı. İkinci dumanın sonu da böyle oldu ve halkların iradesini yenmeye muktedir olamayan hükûmet, 3 Haziran 1907 tarihli fermanı ile kanunî faaliyete katılmak için halka verdiği hakların bir kısmını geri almaya cür’et etti.

      Uzun 10 yıllık süre boyunca halkın eriştiği bütün haklar birer birer geri alındı; memleket yine mutlakiyet ve tek hâkimiyet batağına battı. Hâkimiyetin akıllıca olması için yapılan bütün teşebbüsler zayi oldu ve vatanımız düşmanın eli ile celp edilen büyük cihan savaşı devrinde halkla birleşmeyen, vatanın kaderine lâkayt bakan ve günaha batan hâkimiyet, mânevi çöküntü hâlinde idi.

      Müşkül vaziyette olan halk tufanları özgür sanat temayülünü boğan memleketin başına gelen külfetlerin bütün ağırlığını hisseder hâlde Muvakkat hükûmet Kurucu meclisini toplayıncaya kadar bütün vatandaşların vatan menfaati yolundaki kuruculuk işinde kendi ruhî güçlerini serbestçe sergilemeleri için memleketi onların vatandaşlık erki ve vatandaşlık eşitliğini muhafaza edici kat’i ölçüler esas alınarak acele ile temin etmeyi zaruri saymaktadır…”

      Muvakkat hükûmetin bu hayat bahşeden vaadinden sevinen Çolpan, Şubat ihtilâlini Fransız ihtilâline eş bir hadise, diye değerlendirdi ve yeni bir güçle Şubat ihtilâlinin semerelerini kollayıp gözetmek için samimi şekilde çalıştı.

** *

      Şubat ihtilâlinden sonraki manzaralar tuhaf bir görünüme sahiptir. Türkistan ahalisinin kendi kaderini kendisinin tayin etmesi imkânının doğmuş olması meselesi, yıllanmış şarap gibi, ona yaklaşan kişiyi sarhoş ediyordu. Terakkiperver aydınlar, Muvakkat hükûmetin hüküm sürdüğü devrin bu hayat-memat meselesini halletmesinin mümkün olduğunu hissedip, Mart ayının ortalarında kendi güçlerini birleştirdiler. “Şurâ-yı İslâm” cemiyeti kuruldu. Bunun üzerine Türkistan’ın geleceğini “Şûrâ-yı İslâmcı”ların eline bırakmak istemeyen “Kadimci”ler de “Şûrâ-yı Ulemâ” cemiyetinin bayrağı altında toplandılar. Ve onların arasında bir kedi-köpek kavgası başladı. Başı hattâ Hürriyet gibi ulu bir nimet karşısında da bir araya gelemeyen halk parçalanıp, mücadele meydanını, tarih sahnesini İşçi ve Sоldat temsilcileri şûrâsına kendi eli ile teslim etti. Bir tarafından, ulemalar, diğer tarafından, “törtinçiler”in darbeleri altında kalan Çolpanlar, müşkül bir vaziyete düştüler.

      Şubat inkılâbından sonra iktisadî vaziyet de son derecede ağırlaştı. Eski Rusya saltanatını tahıl ile besleyen ülkelerde mahsûl olmadı. Ahalinin sadece fukara kısmı değil, hattâ tok kısmı için de erzak meselesi problem oldu. Nice nice insanlar açlıktan öldüler. Çok malı-mülkü olan zenginlerin hayatı da bundan zarar gördü. “Altın-gümüş taş imiş, arpa-buğday aş imiş”, şeklindeki atasözü, bu zamanda doğdu.

      Andican nahiyesi askerî devrim komitesi reisliği görevinde bulunan İshak Gaziyev, o unutulmaz günleri hatırlayarak, yayıncı ve mütercim Vahab Rozimatоv ile olan sohbetinde şu sözleri söylemiş: “1917 yılı Şubat inkılâbı günleri Andican’da dört fırka – ulemalar, zenginler, aydınlar, işçiler firkaları ortaya çıktı. Ulemalar ile zenginler fırkalarının üyeleri bir gün büyük bir binada toplantı yaptılar. Biz, eyvan ve avlularda seyredip duran ziyalılar, pencereden ve ardına kadar açık kapıdan görüyoruz: Meclistekilerin arasında ipek ton giymiş, başına kazan gibi bir sarık kondurulmuş, hilekâr gömgök gözleri huzursuz, fıldır fıldır dönen şişman biri oturuyordu. Meclis reisi düşüncesizce saçma sapan konuşmaya başladı:

      Aziz biraderler! Bu muhterem zat rüyalarında Kâbetullah’ı görmüşler. O kişi kelime-i tayyibe gеtirip, Müslüman oldular. Şimdi her bir Müslüman için farz olan Mekke-i Mükerreme’ye gidip haccetmek istiyorlar. Biz halktan bu zatın yol harcı için tеz zamanda yardım toplayıp verelim! Bu, sevâb-ı bî-nazirdir…

      Onun sözü biter bitmez, dışarıda duran gözlüklü, sivri burunlu, uzun boylu bir delikanlı içeriye atılıp girdi. Bеn yanımdakilerden: ‘Bu kim?’ diye sordum. Birisi: ‘Süleymankul bezzazın oğlu Abdülhamid’, dеdi. Bu arada delikanlı kâh öfkelenip, kâh istihza ederek konuşmaya başladı:

      – Ulema hazretleri, zengin cenaplar! Bir yeni Müslümanı birçok para sarf edip, onu hacca göndermekle saflarınız genişlemez. Onun yerine, o toplanacak parayı aç ve çıplak halka sarf ediniz! Paylaştırılan atalaya4 bazılarının ağzı değiyor, bazılarına o da nasip olmuyor, halk kırılıp gidiyor. Halkı düşünün!

      Önce şaşırıp sessizce duran Süleyman bezzaz, Abdülhamid’in sözünü böldü:

      – Muhterem meclis ehli! Oğlum gençlik etti, ahmaklık etti. Sizlerden özür diliyorum. Ona verilecek cezayı bana veriniz.

      Bununla birlikte meclis dağılıp gitti. Abdülhamid, kendi tabiri ile söylersek “Çolpan adlı bеynamaz” sebebiyle eski Çar idarecisine hacca gitmek nasip olmadı.

      Abdülhamid ile tanışıklığımız o zamandan başladı.”

      İshak Gaziyеv’in bu hatırası, biz Çolpanşünas âlimlerin de, sıradan gazеte okuyucularının da yeni ve ilginç belgeleri ile vaktiyle itibarımızı kazandı. Bendeniz, kendim birkaç risale ve makalelerimde bu hatıradan, İshak Gaziyev’e ve Vahab Rozimatоv’a karşı minnettarlık duygusu ile istifade ettim. Açıkça söyleyecek olursam, bu hatıranın basında yayımlanmasından sonra meşhur mütercim ve gazeteciden hatıra yazarının yaşadığı yeri sorup, onunla görüştüm. İshak eke bu görüşme sırasında