konusu edilen makalesinden anlaşıldığına göre, “Ümit” şiiri ayda iki defa neşredilen “Şûrâ” dergisinin 1914 yılına ait 10. sayısında basılmış.
Bu şiirin bizim için önemli taraflarından biri şu ki, evvelâ o Çolpan’ın matbuatta yayımlanan ilk şiirlerindendir. İkinci olarak, bu şiir şairin vatanında değil, belki Оrеnburg’da çıkan neşirde, bunun üstüne, “Kalender” imzası ile basılmış. Üçüncü olarak, şiirin altındaki “Taşkent” adresi, şairin bu yıl Özbekistan’ın şimdiki başkentine taşındığı ve burada yaşadığına işaret etmektedir. Eğer şiiri dikkatle okursak, o tabiat manzaraları tasvir edilen mısralarından sonra böyle yanık, ateşlenen bir son ile bitmektedir:
“Ayt-çi mеnge, kayda sеniŋ ötgenleriŋ,
Şarkdan Garbge şavleb akkan ulu şe’niŋ?
Küni tüni ilm üçün cânin bеrgen
Kayda ketdi, kayga uçdı erenleriŋ?”
Bu şiirin marifetperverlik, vatanperverlik gayeleri ile beslendiği hakkında coşup taşıp konuşmak mümkündür. Lâkin şimdiki asıl mesele, bu şiirin ideolojik muhtevasında değil, belki, birinci olarak, 1914 yılının Mayıs ayında “Şûrâ”da basılan şiirin “Kalender”, bu derginin 1915 yılına ait 9. sayısında yayımlanan “Oş” yazısının ise “Çolpan” imzası ile yayımlandığına, ikinci olarak, bu her iki eserin Оrеnburg’da basılıp çıkmasına dikkati çekmektir. Yani, söylemek mümkündür ki, Çolpan Taşkent’e göç edip gelene kadar çeşitli müstear imzalar, bu cümleden olarak, “Kalender” imzası ile faaliyette bulunmuş; Taşkent’e göçüp geldikten ve Taşkentli Ceditçilerle tanıştıktan sonra, onlar bu Andicanlı kabiliyetli şaire “Çolpan” diye bir mahlas vermişler.
Çolpan’ı Оrеnburg ile bağlayıcı sırlı bağlar olmuş. Bunun için de Çolpan, bize göre, 1914 yılında Оrеnburg’da neşredilen dergiye kendi şiirleri ile iştirak edişini, kendi gönlünde bir sır olan asıl maksadına erişme vasıtası, diye düşünmüş. Onun “Oş” adlı yazısının yazılış tarihi ise farklıdır. Acaba niye…
Süleyman bezzazın Oş’da da mümbit arazileri ve dostları vardı. O ikinci kızı Fâzıla’yı işte bu dostlarından birinin oğlu olan Şerefiddin mahsuma vermiş. Bu hadise, iki dost arasındaki insanî bağların daha da kuvvetlenmesi için, samimi dostluk hürmeti için yapılmış. Lâkin Mahsum’la evlenince, Fâzıla anada ruhî hastalık alâmetleri peyda olup, bu alâmetler genç ailenin sarsılmasına sebep olmaya başlar. Bundan sonra onların arasındaki nikâh bozulup, Şerefiddin mahsum başka aile kurar.
Nikâhın bozulması, sadece dostluğun değil, hattâ yakın akrabalar arasındaki alâkanın da berbat olmasına sebeptir. Ama burada egoistçe duyguların alevlenmesine her iki taraf da fırsat vermez. Dostluk devam etmiştir. Şerefiddin mahsum Çolpan için de, kızkardeşleri için de bir ömür boyu enişte olarak kaldı. Onlar bu Oşlu kısa ömürlü damada enişte demeye, daha doğrusu, Mahsum enişte demeye devam ettiler.
Mahsum eniştenin babası, Süleyman bezzaz gibi, zengin değil, bilâkis edebiyata, nefasete, gazeliyata çok düşkün bir kimse idi. Onun işte bu faziletleri oğlunda da devam etmiş. Mahsum enişte şair tabiatlı bir kişi olup, biraz gazel de yazmıştır.
Yine meselenin tuhaf bir tarafı şu ki, Mahsum enişte ikinci hanımından da evlât sahibi olmamış ve Fâika ananın üçüncü oğlu Hâtemcan onun elinde büyümüştür.
Çolpan ile Mahsum eniştenin araları ise çok sıkı fıkı olmuştur. Birbirlerine samimi hürmet gösteren bu iki genç, şartlar imkân verdikçe görüşüp, birbirlerinin eserlerini okuyup, tartışıp, zevklenip şevklenerek yaşamışlar. Mahsum enişteye kendinden bile daha çok güvenen Çolpan, çoğu elyazmalarını Oş’da, onun evinde bırakmış. Bu elyazmalarının arasında ise yayımlanmayanları pek çoktur.
Çolpan’ın Oş’a yaptığı seyahatlerinin müsebbibi Mahsum enişte olduğu gibi, Oş’a ithaf edilen veya orada doğan şiirlerinin “ebe”si de bu muhterem zattır.
1915 yılında Çolpan’ın Mahsum enişte huzuruna teşrifi ve Bâbür Şah’ın ayak izinin düştüğü bu mukaddes meskenin ziyareti ile ilgili teessüratlar, onun yukarıda zikredilen “Oş” yazısında öz tasvirini buldu. Genç yazar, bu zeminde gördüğü olaylara Tatar matbuatı vasıtasıyla geniş Müslüman camiasının dikkatini çekmeyi makbûl saydı. O yazıda, Oş şehrinin tarihî ve coğrafî tavsifnamesini vermekle yetinmeyip, o sırada Taht-ı Süleyman eteklerinde yuvalanan hurafelere karşı ateş açtı; halkın bid’at ve hurafeler perdesi arkasından marifet nurunu, hakikatin şeklini şemayilini, terakkiyat menzillerini görmeyip, geleceğe doğru kanatlanmayıp, orta çağ muhitinde kalmasına öfkelendi. Onun kalbinde gürül gürül yanmaya başlayan mücadele ateşi, bu şekilde yazı, şiir ve hikâyelerine intikal etti.
1914 yılında Çolpan henüz on yedi yaşında bir delikanlı idi. Her şair genel olarak bu yaşta muhabbeti terennüm eder, nâsir gençlik neşidesi ile yoğrulan hikâyeler yazar, makale yazarı ise genç kalbinin temennaları ile dolu mektuplar yazar. Çolpan bu hususta bir istisna idi. Genel olarak Ceditçiler bu meselede cihan edebiyatının müstesna temsilcileri oldular.
Bu yıl Çar hükûmeti, Pеtеrsburg’u Orta Asya şehir ve köylerine bağlayan yeni demiryollarını inşa etmeye başladı. Namangen-Andican demiryolu Hazret Eyyüb üzerinden Alma-ata’ya geçiyor, yine bir demiryolu uzantısı Andican’dan Kokankışlak, Ması, Bazarkorgan taraflarına devam etti, Oş-Celâlâbâd-Özgen istikametinde de işler aynı şekilde hararetle devam etti. Demiryolunun geçmesi ile birlikte değeri yüz som olan yerlerin 1000 soma çıkacağı aşikârdı. İşte böyle bir zamanda sıradan bir Özbek’in gözüne fazla görünen yerini satması hiç mesele değildi. Bu münasebetle “Sadâ-yı Fergana” gazetesinin 18. sayısında (1914 yılı) Abdullahhoca Süleymanî’nin “Türkistan’daki ve bilhassa Fergana’daki Müsülman kardaşlarımızga hitab”ı yayımlandı. Bu “Hitab”ın yazarı, “Sadâ-yı Türkistan” gazetesinin redaktörü olan Ubeydullah Hocayev’dir. Ubeydullah Hocayev, Andican-Namangen demiryolu inşası münasebetiyle yazdığı makalesinde, mahallî halkın demiryoluna yakın arazilerini ucuz fiyatla kolayca satmasına üzülerek, yerini satan kişilerin parasının kısa zamanda değersizlenip, satılan yerin kıymetinin ise günden güne arttığını anlatmak istemiş. Çolpan bu gazetenin 25. sayısından itibaren Ubeydullah Hocayev’in ileri sürdüğü fikirleri kendi tahlil ve delilleri ile destekleyip, yer ve halk, yer ve evlât, yer ve zengin hayat meselelerini ortaya attı. “Vatanımız Türkistan’da Temir Yollar” adlı bu makalesinde, vatandaşlarını dikkatli olmaya ve paraya kapılmamaya davet ederek, şöyle yazdı:
“Zamanımız öyle bir zamandır ki, hayat ile rekabet etmek ve maişet zulmünden kurtulmak için elde yer olması gerekir. Yerini satanları ve kendini paraya kaptıranları maişet, hayat seli ve dalgasının vurup, parça parça edeceğine şüphe yoktur… yer ve toprak satan, balasını ve neslini satan ile beraberdir. Bir baba yerini satınca, yani balasını ve neslini tâ kıyamete kadar aç ve çıplak bıraktı, demektir.”
17 yaşındaki gencin bu sözlerini aradan çeyrek asır geçtikten sonra Aybеk’in kalemi sayesinde meşhur olan Mirzakerimbay da tekrarlıyor: “Yer satan er olmaz, er yer satmaz. İşte bu sözün sırrını idrak et, yeğen.”
Çolpan’ın kendisi, bu söylediği sözün sırrını idrak edip, şöyle diyor:
“Vatan toprağı öyle bir anadır ki, bunu hor kıldık, bizim kendimizin de hor olacağımız aşikârdır… Sonra pişman olmanın faydasız olduğu hepimize malûmdur. Hiç olmazsa, Abdullah efendi gibi nümûne gösterici fedakâr tüccarlarımızdan ibret alıp, vatanımızın zenginliğini,