Naim Kerimov

Çolpan


Скачать книгу

zengin babası Süleyman bezzaz, fikrini sormadan evine misafir davet eden oğlundan memnun kalmamış gibi bizi biraz soğuk karşıladı. Abdülhamid’in evinde bulunmaması da biraz kaba oldu. Abdülhamid babasına bizi davet ettiğini söylememiş. O zaman bеn babasına aşağıdaki mânada Farsça bir şiir okudum: ‘Bülbüligöya dеnilen bir kuş varmış, o öttüğünde başka kuşlar da gönlü eriyip, kendilerinden geçermiş.’ Bu söz, ârif bir adam olan Süleyman ekeye tesir etmiş olmalı ki, bizi önce biraz sоğuk karşılamasına rağmen, vaziyetini derhâl değiştirerek: ‘Sizler artık oğlumun değil, benim misafirimsiniz,’ deyip misafirhaneye dönüp, gitmemize müsaade etmedi. Büyük Türk şairi Çolpan’ın babası, Fars edebiyatına son derecede hürmet edermiş. Kendimi tanıttım, seyahat evrakımı gösterdim… Büyük Özbek şairinin kendisiyle de, onun misafirperver babası ile de tanıştık. Nezir Törekul Türkçeyi bilmekten başka, Fars edebiyatını da anlar ve hürmet gösterirdi. Süleyman eke ile vedalaştık, onun bana verdiği hediyelerini annem için kabul edip gittim…”

      Ahmed Zeki Velidî’nin bizim için büyük kıymete sahip bu hatırası, daha çok şairin babası hakkında olsa da, ondan Abdülhamid’in sadece Tatar vakitli matbuatı değil, hattâ Türk dünyasında yayımlanan kitap ve risaleleri de muntazam şekilde takip ettiği ve 1914 yılında her bakımdan gelişmiş biri olduğu hakkında da doğru malûmatı alıyoruz. Ayrıca, Süleyman bezzazın Velidî’nin itibarını kazanan insanî faziletleri de baba mirası olarak Çolpan’a da geçmiş. Bununla birlikte bu hatıra Abdülhamid’in o yıllardan itibaren müstakil hayat tarzına geçtiğini ve Süleyman bezzaz tabiatındaki bir adama güven, başkalarının görüşüne baş eğmemek, seçtiği yolda sabit kalma duygusunun onda da tezahür ettiğini göstermektedir.

** *

      Çolpan edebiyat dünyasında kendisinin ilk adımlarını atarken, Andican toprağında, hattâ çevre şehir ve köylerde meydana gelen hadiselerle ilgilenmeye, cemiyet hayatında görülen yeni temayülleri haber vermeye, noksanlık ve illetleri ise Bеhbudî aynası ile halka göstermeye çalıştı.

      1914 yılı Nisan ayından başlayarak Taşkent’te “Sadâ-yı Türkistan” adında yeni bir gazete çıkmaya başladı. Haftada iki defa çıkan bu “edebî, iktisadî, fennî ve maişî” gazetenin redaktörü, Rusya’da tahsil görüp dönen meşhur avukat Ubeydullah Hocayev(Asadulla Hocayev) idi. O Tataristan’da yayımlanan “Vakit” gazetesi ve “Şûrâ” dergisi yolundan gitmeye çalışıp, haricî Şark memleketlerinin hayatını aydınlatıcı makale ve haberler vermeye büyük önem vеrdi, kendi etrafına mahallî sanatkârları toplamaya ve onların yardımıyla gafletin kucağında yatan vatandaşlarını uyandırma vazifesini yerine getirmeye çalıştı. Gazetenin 18 Nisan sayısında Abdülhamid’in “Türkistanlı Kardaşlarımızga” adlı şiiri neşredildi.

      “İlm-ma’rifet hem hünerdin kaldı mahrum bizni halk,

      Ma’rifetsizlik belâsıga yolıkgan bizni halk.

      Bir kişi milletperest olsa, dеyurlar ‘dehrî’ deb,

      Bir kişi milletni sökse, izzet eyler bizni halk.

      Mektebe yok bir tiyin, toyga miŋ somleb bеrür,

      Çaresiz müşkül keselge mübtelâdır bizni halk…”

      Genç şairin kalbindeki tükenmez dert ve hasret ile beslenen bu şiir, 1910’lu yıllar Özbek şiirinin en önemli ideolojik akımına mensuptur. Abdülhamid de genç bir sanatkâr olmasına rağmen, yeni Özbek edebiyatının ictimaî- ideolojik yönelişini İ.Gaspıralı, M.Bеhbudî, Fıtrat, A.Avlânî gibi Ceditçilik hareketinin önde gelen temsilcilerinin tesiriyle kısa zamanda idrak etti ve bu yönelişte manzum ve mensur eserler yaratmaya çalıştı.

      On bir gün sonra, bu gazetenin 29 Nisan sayısında onun “Kurbân-ı Cehâlet” adlı ve müellifin adını bir anda meşhur eden ilk hikâyesi neşredildi.

      “Kurbân-ı Cehâlet”, edebiyatımızın bugünkü seviyesi nokta-ı nazarından bakılırsa, biraz boş bir eser. Ama onu 1910’lu yıllar Özbek nesri nümûneleri ile kıyaslarsak, genç Çolpan’ın o dönemde birçok kalem sahibi çağdaşlarından hayli ileri gittiği açıkça fark edilmektedir. Hikâyenin başkahramanı Eşmurad adlı bir delikanlı olup, o tahminen muellif ile akran. Onun etrafını kuşatan bütün herkes, babası da, babasının dostu Nezir sofi de, muhtar da, hattâ akranları Mömincan ile henüz sakalı bitmemiş bala da bütün hepsi Eşmurad’a rûhen yabancı olup, kendi görünümlerinde “Türkistanlı Kardaşlarımıza” şiirinde tarif ve tavsif edilen halk karakterini canlandırıyordu. Eşmurad onların arasında yalnız kalıp, sonunda intihar etmeye mecbur olmaktadır.

      Çolpan “Kurbân-ı Cehâlet”de saatle ilgili tafsilâttan güzelce faydalanmıştır.

      Eşmurad’ın odasında yeni bir duvar saati peyda oldu, yeniliğe son derecede meraklı olan delikanlı babasından bu saati alıp, onu misafirhanenin duvarına asmıştı. O sırada işan hocanın kolu eğri oğlu girip, duvardaki asılı saate gözü ilişir. Eşmurad Mömincan’ın saate kötü niyetle baktığını fark edip, onu sandığa gizlemek ister. Ama o sırada Mömincan Eşmurad’ın dikkatini dağıtarak saati koynuna gizlemeyi başarır. Aradan biraz vakit geçince, misafirhaneye gelen babası saati Eşmurad’ın gizlediği yerde bulamayınca, oğluna öfke ile dayak atar. Ömründe ilk defa haksız yere dayak yiyen delikanlı şiddetli hastalanır.

      Bu, hikâyenin birinci kısmı. Henüz sanat tecrübesine sahip olmayan yazar, hikâyenin bu kısmında kendi gayesini ifade etmesini bilemeyince, onu devam ettirmek istemiş. Bir ay sonra sağlığı epeyce iyileşen Eşmurad komşu muhtarın küçük bağındaki tahta kanepede gazete okurken, vatandaşlarının ilimsizliği ve hünersizliği sonucunda meydana gelen büyük-küçük facialardan haberdar olur. Eşmurad: “Bu bizim Türkistanımız gafletten uyanır mı, yoksa uyanmaz mı?” diyerek ümitsizliğe kapıldığı sırada, muhtar gelir. Delikanlının ülkede meydana gelen hadiseler hakkındaki makale ve haberleri okuduğunu görüp, seçim meselesi ilgisini çeker. Gazete bu meseleyi de atlayıp geçmemiş. Hülâsa, muhtar gazеte okuyan genci kendi misafirhanesine davet edip, seçim haberleri ile yakından ilgilenmek ister. O sırada henüz sakalı bitmemiş komşu bala misafirhanede asılı duran saati fark ettirmeden alıp gider, gazеte okumakla meşgûl olan Eşmurad ise bunu da hissetmez. Böylece Eşmurad’ın adını ikinci defa hırsıza çıkarırlar.

      “Bir-iki ay sonra saati çalan sakalsız balanın evine hırsızlar girip, yakalandılar. Çalınan mallar içinde sakalsızın muhtardan çaldığı saati de vardır. Şimdi hakikat anlaşıldı ki, muhtarın saatini çalan Eşmurad olmayıp, Eşmurad’ın komşusunun balası imiş. Biçare Eşmurad ise cehalet kurbanı olmuş imiş.”

      Hikâye bu sözlerle bitmektedir. Hikâyenin her iki kısmında da saat Eşmurad’a külfet getirir. Mademki saat şimdilik çarşaftan çıkmaya başlayan yeni devrin, tеknik terakkiyat devrinin timsali imiş. Yazar Eşmurad’ın bu devire cehalet batağına batan yurttaşları olmadan sadece kendisinin giremeyeceğini anlatmak ister; bunun için de, evvelâ, halkı cehaletten kurtarmak lâzım, şeklindeki fikri ileri sürer. Biz bu hikâyeyi okurken, “Türkistanlı Kardaşlarımızga” şiirindeki mısralar ara sıra hatıramıza gelmektedir:

      “İbret almaydır başıga şunça külfet kеlse hem,

      Misli bir keltek yokatgen körge ohşar bizni halk.

      Kör-de fark eyler yolı toğrı ile nâtoğrını,

      Toğrı yolge başlasaŋ-da, eğri hahlar bizni halk…”

      Böyle mısraları, sadece halkının nâdanlığından samimi olarak ıztırap çeken bir kişinin yazması mümkündür. Çolpan ise, bu şiir ve hikâyede görüldüğü gibi, halkının tarihî kaderi hakkında samimi şekilde onun