Naim Kerimov

Çolpan


Скачать книгу

ananın Öktem Mirzahocayev adlı iktisatçı âlim olarak yetişen bir evlâdı olmuş. O hayatının son yıllarını, Çolpan adını ihya etmeye vakfetti. Rahmetli Öktemcan annesi ile dayısı hakkında çok sohbetler edip, şöyle yazmış: “Annemin ağabeyi Çolpan hakkındaki hikâyelerini dinleyip, fikre dalıyorum, onun gerçek bir insan olarak kemale ermesinde doğup büyüdüğü aile muhitinin, bilhassa babası Süleyman-Resvâ’nın hizmetleri büyük olsa gerek, diye sordum. Buna cevaben annem: Evet, elbette. Çünkü benim bildiğime göre, babam kendi devrinin okumuş, bilgili bir adamı sayılırdı…”

      Hülâsa, Abdülhamid işte bu ailede doğup, işte bu babanın, aynı şekilde, diğer yakın akrabalarının terbiyesini alarak büyüdü.

** *

      İhtimal, burada nokta koymak şarttır. Ama bazen bir meselenin içine dalınca, ondan zor çıkar kişi. Bendeniz Çolpan hakkında yazmaya devam ederken, onun olağanüstü bir insan olduğunu, elbette, misâllerle anlatıyorum. Anlatmakla kalmıyor, onun mütevazı, alçak gönüllü bir insan, halkın başına gelen kaygı ve sıkıntılardan dolayı ıztırap çekme, elinden geldiğince herkese dostluk gösterme gibi faziletlerini açık delillerle göstermeye çalışıyorum. Ama şimdi beyan etmek istediğim hadise, Çolpan hakkında değil.

      Naklettiklerine göre, Vоlоdya Ulyanоv’un sekiz yaşındaki kardeşi Dima nazik ve etkileyici bir çocukmuş. O “Bolgen eken kempirde külreng bir eçki…” sözleri ile başlayan koşuğu duyduğunda, bütün vücudu titremeye başlar, koşuğun “Undan kalıbdi koş şah ve törtte tuyak” şeklindeki sözlerini terennüm ederken ise imdat diye bağırırmış. Jimnazyumun 1. sınıfında okuyan Vоlоdya, kardeşine bir ders vermek istemiş ve yalnız kaldıkları zamanlarda kendisi kurt kıyafetine girip, az önceki koşuğu kardeşi feryat etmesine rağmen, tekrar ve tekrar anlatıverirmiş. Dima, divanın altına girip, iki kulağını kapatsa da, onu sürükleyip çıkarıp, yine o dehşetli kıyafetle ve dehşetli bir sesle dehşetli koşuğu anlatmaya devam edermiş.

      Peki, bunun sonu ne olmuş, dersiniz? Dima, sonunda bu koşuğu hiç endişe ve heyecansız dinleyen ve kendisi de iştirak edip söyleyen birisi hâline gelmiş.

      Bеn bu hadiseyi boşuna hatırlamadım. Günlerin birinde Fâika ana bana Çolpan’ın hayatından parçalar hâlinde bazı olayları hatırlayıp anlatırken, yaz mevsimi olduğu için etrafta sığırlar ve başka canlılar olduğu için sivrisinekler sofranın üstündeki meyvelere gеlip konuyordu. Bеn onları elimle kovarken, Fâika ana bir zamanlar balalık zamanında böyle sivrisinekleri tutup öldürdüğünü anlattı. O olaya şahit olan Çolpan, kızkardeşini ikaz edip, yumuşak sesiyle: “Kardeşim, bu sivrisineğin de anası-babası var”, dеmiş.

      Çolpan balalık çağlarında, Dmitriy Ulyanоv’dan farklı olarak, iyi niyetli insanlardan ve marifet bulaklarından su içmiş, Tanrı’yı ve âkıbeti düşünerek iş yapan kişilerden hayat dersi almıştır. Ve onun yüreğinde, temiz kan zerreleri dolaşmaya başlamıştır.

      İlim İsteyip…

      Eğer insanın ruh dünyası ve dış görünüşü evvelâ aile muhitinde tomurcuklanıp, yavaş yavaş yeşil yapraklarla sarılırsa ve çiçeklenirse, onun bilim dairesi mektepte genişler, hususî mütalâa ise mektepte derlenen güllerin görkemli bir demete dönüşmesine imkân sağlar.

      Çolpan nerede ve ne zaman eğitim aldı? Kimlerden ders okudu? Onun birinci muallimi kim?.. Maalesef, böyle suallere cevap bulmak, bugünkü günde kolay bir iş değil.

      Âlimhan eke dеnilen muhterem bir zat, Taşkent’in Parçabab mahallesinde yaşayıp, doppı ticaretiyle hayatını kazanmış. O, Çolpan ile o kadar yakın münasebette bulunmuş ki, hattâ Çolpan onu “enişte” diye çağırırmış. Âlimhan eke, Hazret-i İmam medresesinin eteğinde, her nedense Alça diye adlandırılan dar bir sokakta ikamet eden Yunus hacı Maksudî’nin bu husustaki sualine cevap vеrirken şöyle dеmiş:

      “Bеn 1914 yılında mahalledeki Abdukâdir adlı zenginin Andican’daki çini dükkânında kâhya olarak çalışıyordum. Oralı Süleyman bezzaz adlı kişi ile tanıştım. O şair görünümlü, okumuş bir adam idi. Bana çok da yakın olup davrandı. Aradan biraz geçince, kendisinin yakın akrabalarından birinin kızı ile, yani Şirmayhan ana ile evlendirdi. Çolpan, Süleyman bezzazın oğlu olur, bu sebeple bеni enişte diye çağırıyordu.”

      Mademki Çolpan’ın Taşkentli yakın dostlarından biri olan Âlimhan ekenin adı söz konusu edildi, bu faziletli zatı yakından tanımak, asıl maksadımıza ters düşmeyecektir. O zatı daha sonraları Çolpan ile yakınlaştıran şey, fanî yakın akrabalık bağları değil, belki onun zengin ruhî ve mânevî dünyasıdır. Âlimhan eke, Barakhan medresesi toprağını yirmi dört yıl boyunca “yala”dıktan sonra, Mekke’ye gidip, Yüksek Ticaret Mektebini bitirmiş, sonra inkılâba kadar yirmi yıldan daha uzun bir zaman boyunca Moskova ve Varşova şehirlerine gidip, ticaret işleri ile meşgûl olmuş. Bu arada biraz on altı Şark ve Garb dillerini de öğrenmiş.

      Şimdi asıl maksada geçelim. Âlimhan ekenin söylediğine göre, Abdülhamid balalık çağlarından itibaren zekâsı ve keskin zihni ile itibar kazanmış. “Süleyman bezzazın söylediğine bakılırsa, – demişti o sohbet ettiği Yunus hacı Maksudî’ye, – Abdülhamid altı-yedi yaşından itibaren okuma yazma öğrenip, sekiz-dokuz yaşında Andicanlı Mirkâmil adlı bir zenginin cimriliğini tenkit edip, gazeteye bir yazı yazmış. Yazı gazetede basılınca, birisi Mirkâmil zengine yazıyı Süleyman bezzazın oğlu Abdülhamid yazmış, dеmiş. Zengin öfkeye kapılıp, Süleyman bezzazı çağırmış. Bezzaz tek oğlum var, dokuz yaşında, ama henüz mektep yüzü görmedi, demiş. İnanmazsanız, yarın dükkândan dönerken oğlumu size gösteririm, diyerek zorla zenginin elinden kurtulup gitmiş. Ertesi gün bu hadiseyi Abdülhamid’e anlatmış ve “Sеn Mirkâmil adlı zengin mahallemizden geçerken, başın çıplak, yalınayak olarak sokakta uçurtma uçur, yoksa, zengin bizi perişan edecek”, diye tembihlemiş. Süleyman bezzaz işte böyle bir yol tutup, zenginin öfkesinden kurtulmuş.”

      Belirtildiği gibi Çolpan hakkında bize çok kıymetli malûmatları veren kızkardeşi Fâika ana, 1908 yılında doğmuştur. Yani, o ağabeyinden tam on yaş küçük. Fakat 1918 yılına kadar geçen olayları onun iyi bildiğini söylemek zor. Onun kendisi ağabeyini 15-16 yaşlarından itibaren bildiğini söylemiş. Yani, onun Çolpan hakkındaki bilim dairesinin sadece 1923-1924 yılından sonraki olayları ihtiva etmiş olması mümkündür. Lâkin Çolpan gibi bir simanın kızkardeşi olmak bahtı ve faciasını kendi omuzuna almış herkesin, ağabeyi hakkındaki malûmat ve hatıraları kalbinde zerreler hâlinde toplaması da tabiîdir. Bunun için onun bu husustaki hatıraları da malûm mânada tarih belgeleridir.

      İşte, bakın Fâika ana bizi ilgilendiren suale nasıl cevap vermektedir:

      “Ağabeyimin çok erken yaşlarda okuma yazma öğrendiğini anlatırlardı. Mektep, medrese eğitimi ile beraber Nogay ve Türk hocalarından da ayrıca ders almıştır. Katarterek sokağının aşağısında iki katlı binalar olup, onlardan birinde Rusça bir mektep açılmış, ağabeyimiz orada bir Nogay muallimden Rusçayı iyi derecede öğrenmiş. Bir Türk hocasından ise Kur’ân-ı Kerim eğitimi almış. Ağabeyimiz daha çok evde sûreleri okuyor, iyi tilâvet ediyordu, kıraatı doğru, sesi tatlı idi. Herhangi bir ihsan veya dinî merasim için toplandıklarında ağabeyime de hürmet ve sevgi göstererek, ‘Tеşavay hafız kıraat kılsın’, şeklinde sözler söylenirdi. Ağabeyim, Kur’an âyetlerini Osmanlı kıraatı ile okurdu…

      Ağabeyimizi 11-12 yaşlarında Kur’ân-ı Kerim tahsiline vermişler. Babamız bunu şehrimizdeki Türk efendilere söylemiş. Andican’a gelen Maksud efendi ve Münif efendi adlı Türk ulemaları ile yakın münasebeti olmuş, hattâ onlarla beraber