hemen alışverişimi yaparak, bir an önce eve gitmek istiyordum. Çocuklar bütün gün evdelerdi, acıkmışlardı mutlaka.
Cüzdanımı, market arabası almak için bozuk para çıkarmaya çalışırken yere düşürdüm. Neyse ki daha ben yere eğilmeden yanımdan bir el uzandı ve cüzdanımı alıp bana verdi. Başımı çevirip bakınca otuz, otuz beş yaşlarında bir adam gördüm. Telaşla hemen teşekkür edip, acele acele alışverişime döndüm. Aklım evdeydi. Bir an önce yemeği yapıp, evde beni bekleyen diğer işlere yoğunlaşmam gerekiyordu.
Aldıklarımı sepetime yerleştirip dışarı çıktım. Arkamdan birinin “Bir dakika bekler misiniz?” diye bağırması üzerine geriye dönüp baktım. Bir şey mi unutmuştum acaba? İçerden koşarak gelen Gülten’di. Eşinden iki sene önce boşanınca kasiyer olarak burada işe başlamıştı. İki çocuğu ile iş yerine yakın bir yerde yaşıyordu. Bir an şaşkınlıkla bekledim, ben onun çalıştığı kasadan çıkmamıştım ki; ne yanlış yapmış veya unutmuş olabilirdim? Bir an bana baktı, sonra koşarak yanımdan geçti.
–Hayırdır Gülten, bir şey mi oldu?
–Seninle ilgisi yok ablacım! Başkası…
Koştuğu yöne doğru baktığımda birinin kolundan tutup, geriye doğru çekmeye çalıştığını gördüm.
–Ne oldu Gülten?
–Hırsızlık yaptı abla, ödemeden kaçtı.
O, adamı markete geri çevirmeye çalışıyordu, adam da ondan kurtulmaya. İtiş kakış esnasında adam yüzünü bir an benden tarafa döndü. Siması tanıdık geldi, ama nerden tanıyordum? Evet ya… Bu, o işte! Markete girmeden önce düşürdüğüm cüzdanımı alıp, bana veren adam! Şaşkınlıkla bir an ne diyeceğimi bilemedim. Bu arada onların tartışmaları ciddi boyuta ulaşmıştı. Gülten artık konuşmuyor, bağırıyor, zorla onu markete geri getirmek istiyordu. Adam bu esnada kaçıp kurtulmak için Gülten’i iterek yere savurdu. Vazgeçmedi Gülten! Tekrar kalktı, yine yapıştı adamın kollarına. Bu defa daha sert bir şekilde yere savruldu. Yardım etmek istedim ama adam iyice asabileşmişti. Etrafıma bakındım, görünürde kimseler yoktu. Hemen markete geri koştum. Bir kasiyere hemen polis çağırmalarını, Gülten’in dışarda bir adam ile kavga ettiğini söyledim. Tekrar geriye döndüğümde bir arabanın parka girdiğini gördüm.
–Yardım edin, lütfen yardım edin! diye bağırdım.
Gülten yere savrulunca elleri kanamış, pantolonu dizlerinden yırtılmıştı. Hâlâ adamla mücadeleye devam ediyordu. Gelen arabadan genç ama iri yarı bir adam indi ve hızlı adımlarla onlara yaklaştı. Hırsızın bir kolundan yakalayarak arkasına doğru geri kıvırdı, diğer eli ile de hızla başını yere eğerek markete geri götürdü. Gülten’i yerden kaldırdım.
–İyi misin?
Gülten ancak o zaman elinin acısını, dizlerinden yırtılan pantolonunu fark edebildi.
–Sağ ol abla! İyiyim, merak etme, dedi.
Bu arada hırsızı yakalayan adam ve marketin şefi adamı gelen polislere teslim ettiler. Polisler, adamın “Daha önce başka bir yerde de alkol aldığını ve yaptığı uygunsuz hareketler yüzünden oradan dışarı atıldığını, hakkında zaten şikâyet olduğunu,” söylediler. Oysaki, az önce dışarda cüzdanımı yerden alıp, bana verirken gözüme ne kadar da iyi yürekli, normal biri gibi görünmüştü. İçerde olayı duyan birkaç kasiyerde yanımıza geldi. Neler olduğunu sordular. Gülten’in orada anlatmasına göre, adamın; hiçbir şey almamış gibi kasadan boş geçtiğini görünce, ceketinin altına sakladığı viski şişesini fark etmiş, hemen kasasını kapatıp peşinden koşmuş. Kimi onu bu cesareti için tebrik ederken, kimi de yaptığının çok yanlış olduğunu söyledi. Yaptığının yanlış olduğunu düşünenler aslında haklılardı. Şimdi çok ucuz atlatmıştı ama çok kötü bir şekilde de sonuçlanabilirdi. Böyle bir şey belki de hayatına mâl olabilirdi.
Hırsızı polise teslim ettikten sonra yanımıza gelen marketin şefi Gülten’e sorumluluk taşımasından dolayı teşekkür etti. Maddi ve manevi gelişen tüm zararların hırsız tarafından karşılanacağını açıkladı. Bir daha böyle bir durumla karşılaşırsa; kendisini tehlikeye atmadan, hemen haber vermesi gerektiğini söyleyerek rapor alması için bir doktora gönderdi.
Ben ise acele eve gitmem gerektiğini unutmuş, Gülten’e bir şey olmadan hırsız yakalandığı için rahatlamıştım. Şimdi eve gidip, kaldığım yerden günün yoğunluğuna devam edebilirdim.
(Avrasya Akademi Online Kuray Hikâye Atölyesi, Nisan 2020)
HENÜZ BİTMEDİ
Aylardır süren durgunluk tam olmasa da yavaş yavaş yerini normal günlük temposuna bırakıyordu. Sabah erken kalkıp yola çıktığınızda işe giden bisikletlileri ya da arabaları, içinde tek tük insan olsa da belediye otobüslerini görmek mümkündü. Herkes içten içe bir rahatlama ile kendisini daha güvenli hissetmeye başlamıştı. En azından aile fertleri ile buluşmaları, on kişiyi geçmemek şartı ile grup toplantıları serbest bırakılmış, kuaförler de dahil olmak üzere restoranlara ve küçük iş yerlerine belirli tedbirler çerçevesinde tekrar iş başı yapmalarına izin verilmişti. Hele bir de okullar, parklar açılsın, çoluk çocuk bayram etsin, işte o zaman değmeyin keyfimize deniyordu…
Ama maalesef olay o kadar basit değildi.
Bu Korona denen virüsten ne zaman tamamen kurtulabileceğimiz hakkında kimse kesin bir şey söyleyemiyordu. Her ne kadar herkes elinden geleni yapmaya çalışsa da tam olarak yok olmuş değildi, kolay kolay da gideceğe benzemiyordu. Hükümet yetkilileri her yerde olduğu gibi Avusturya’da da geniş önlemler aldılar ve her şeyden önemlisi halkın yanında oldular. Salgının ilk ortaya çıkmasıyla biz de dahil, çoğu iş yerleri kısa dönem çalışmaya girdi. Çalışan meslek grupları sadece sağlıkçılar, gıda üretim ve alışveriş merkezleri, temizlikçiler, eczacılar, benzin istasyonları ve güvenlik güçleri oldu. Kısa çalışmaya giren tüm işyerlerine devlet desteği ulaştı. İş yerlerini kapatan küçük işletmecilerin çıkardığı işçiler yine devletten bir miktar kesintili de olsa paralarını alabildiler. Peki, bu durum daha ne kadar sürebilirdi? Ülke ekonomisi ne kadar daha bu yükü sırtında taşıyabilirdi? Kimse bilmiyordu.
Restoranlara çalışma izni verilince evde kalmaktan sıkılan birkaç arkadaşın organizesi ile toplanıp hafta sonu iftarı dışarda yapmaya karar verdik. Almamız gereken tedbirlere de uyarak dörder kişilik gruplar halinde masalarımıza yerleştik. Bir süre sonra, sohbet sırasında yanımda oturan Canan bana dönerek:
–Ya, haberin var mı? Fatma’nın babası vefat etti, dedi.
–Ne diyorsun, Mehmet Dayı öldü mü?
–Dün gece ölmüş. Yurt dışına çıkmaya izin verilmediği için gidemedi de zavallı. Öyle ağlıyor ki, içim sızladı.
Mehmet Dayı benim Avusturya’ya geldiğim senelerde tanıdığım, babamdan birkaç yaş büyük, iyi biriydi. O zamanlar eşi, iki kızı ve iki oğlu ile beraber yaşıyordu. Gurbetteki ilk arkadaşlarım da onun çocukları olmuştu. Seneler sonra, çocuklar evlenince tıpkı annem ve babam gibi onlarda Türkiye’ye dönüş yaptılar. Eşi Emine Yenge yakalandığı Alzheimer hastalığı sonrasında yaklaşık iki sene önce vefat etmişti. Hem köylümüz hem de sevdiğimiz aile dostlarımızdı. Demek şimdi de Mehmet Dayı vefat etmişti…
Korona salgını yüzünden ziyaretlerimiz her ne kadar yumuşasa da yine de kısıtlıydı. Bu yüzden ertesi gün Fatma’yı arayıp baş sağlığı dileklerimi sunarken her ikimizde fazlasıyla duygusallaştığımızdan karşılıklı ağlaştık. Sonra diğer kardeşlerini arayıp aynı