Анонимный автор

Bağımsızlık Dönemi Özbek Edebiyatı


Скачать книгу

bakılırsa merhumun yeğeni olmalı. Oğlu nedense görünmüyor.

      Baş işareti yaparak selam verme, dua okuma ve sonra acele etmeden hâl hatır sorulmaya geçildi.

      Fırsattan faydalanarak ben de bahçeye göz gezdirdim. Doppi gibi, daracık. Yerli şartlara asla uygun değil, şehir bahçesine benziyor. Vakti zamanında bir derece rahat olan ev de şimdi harap, feyzi gitmiş. Her taraf perişan, elmaları kurtlar kemiriyor, sonbahar meyvelerini toz basmış, kehribar renginde.

      Ev sahipliği yapan yeğen bana ne zaman geldiğimi, kaç gün kalacağımı sordu.

      – Kardeşin bu alışkanlığı güzel, dedi sonra babama bakarak. “Gelir gelmez hemen el âlemin mevlidine, merasimlerine katılıyor. Kendim gördüm bir iki defa. Sağ olsunlar. Çok teşekkürler, sevap iş…” Bir an sessiz kaldıktan sonra, merhumun yakını sıfatında burada oturanlar kaç kez duyduğu, yine duyacakları, kendisinin de kaç kez tekrarladığı, yine tekrarlayacağı ölüm tafsilatını göreneğe göre bize anlatmaya başladılar: “Bilemiyorum, sapasağlam yürüyordu. O gün desen, bir iki yere taziyeye de gitmişler, dönüşte evine alış-veriş de yapmışlar. Kaza gibi bir şey, olacağı kimsenin aklına gelmemiş. Sonrası dersen … bu şimdi öğle namazından sonra olan olay, Samiyev’in yanına gitmişler, müdürün. Şuradan oraya, yürüyerek. Ayaklarında romatizması vardı, yaşlı adam. Samiyev bir zamanlar gözetiminde traktörcülük yapmışmış, buna güvenerek gitmiş herhalde. İşte kendiniz görüyorsunuz, küçücük bahçe, üstelik yarısı yola gidecek. Laf aramızda kaynanayla gelin de uyuşmamaya başladı. Bundan dolayı oğluna bir parça yer isteyecekti, yengemizin dediğine göre. Samiyev ne demiş bilseniz: ‘KGB’de çalıştığınızda babamı hapse attırdınız, size toprak yok!’ Alçağın lafına bak! Bu kadar zaman geçtikten sonra eski kini şimdi, sovhoza müdür olduğunda mı aklına geldi, namert! Hapse attırmışsa baban bir suç işlemiş olmalı ki, hapse girmiş. Hatta amcamızın Emniyette biraz çalıştığından haberim varsa da -eski şapkalarını fi tarihinde giyer gezerdik- ancak KGB’sini me-ge-be-sini duymadık.

      Uyuklayan ihtiyar birden canlanarak laf attı:

      – Ee, o zamanlar hepsi birdi…

      – Bir miydi, bir değil miydi, babasını amcamın hapse attırdığını kim ispat edebilir dede, hani?! dedi taraflı yeğen ihtiyara “hücum” ederek. “Samiyev’iniz o zamanlar annesinin karnında bile değildir. Eh, olsun, ne diyebiliriz ki şimdi!” Sonra bize dönüp, özür dilercesine lafını suçlu bir edayla devam ettirdi: “Amcamızı biliyorsunuz: biraz şey, biraz kızıldılar. Ayrıca, sonraki zamanda buradaki üzüntülerden sıkılmış mıdır nedir, bir ara gaza gelip ‘On dört yaşımdan beri Marksist’im’ demiş.” “Git, o Marks’ına, Marks’ın toprak versin!” demiş Samiyev de. Olan şey budur. Dönmüşler, yengemizle biraz dertleştikten sonra şu kerevete uzanmış, orada can vermiş…

      Sanki tam bunu beklermişçesine ilginç bir şey oldu. Sakin sakin esen bir meltem, fırtına gibi kalktı ve uçarak gelen bir doppi tepemizdeki elma dalına takıldı. Rüzgâr bir gayret daha gösterdi, doppi daldan koparak alçak duvarı aşıp komşu bahçe tarafına pervaz etti.

      Yerinden fırlayıp duvara doğru hareket eden yeğeni biraz ötede oturan ihtiyar durdurdu:

      – Yav, bırakın şimdi Merdanbay, birazdan çocuklarınız getirir. Sonra bıyık altından gülerek şöyle dedi: “Rahmetlinin kafasında doppi gördüğümüz yoktu zaten.”

      Yeğen yerine dönüp çömelirken çekinerek sırıttı:

      – Yenice idi. Henüz giyilmemiş. Amcam şapka giyerdi. Adettendir diye asmıştık da.

      Yalnız o zaman terasta direğe bırakılmış kıyafet dikkatimi çekti. Merhumun üstü başı. O tanıdık koyu yeşil elbiseler. O kocaman not defteri, o rengârenk tükenmez kalemler.

      Biraz kenarda sütun kazığında kıvrılmış bir adet beyaz yektek20 asılı duruyor. Galiba doppi bunun tepesindeydi. Kazığa emaneten tutturulmuş muydu ne…

      Ne kadar çalışsam da rahmetliyi bu yektek, bu doppiyle hayal edemedim. O daha çok diğer kıyafetlere uygundu. Galife21 dede…

      Sonra, dualar… Allah rahmet eylesin! Mekânı cennet olsun! Allah geride kalanlara ömür versin!..

      Ev sahibi yeğenin eşliğinde baba oğul bahçeden çıktık.

      Dönüyoruz.

      – Şimdi Bağbala’ya, dedi babam arabayı merkeze varmadan yukarı doğru çevirerek. “Halilov’unkine. Kardeşi yakında motosiklet kazasında öldü. Muhteşem bir delikanlıydı, çok becerikliydi.”

      Halilov’un evini bilirsin, işte o kavakların arkasında. Asam Kuvvet’e komşu ya.

      – Hangi Asam’ı kastediyorsunuz? diye üzgün bir şekilde sordum. “Asam adında sınıf arkadaşım vardı…”

      – Gönül koyma ama oğlum, Asam Kuvvet’i unuttuysan baya yabancılaşmışsın.

      Gönül koymadım. Doğru ya, belki o benim düşündüğüm Asam’dır. O da çocukluğunda çok kuvvetliydi.

      Yolda laf dolanıp tekrar Selim Karar’a döndü.

      – Demin şu adamı itikatlı diye niteledik, baba. Bence o, en fazla, sıradan bir korkaktı.

      – Söylediklerinde doğruluk payı var, oğlum, dediler babam. “Stalin zamanında çok korkutulduğu bir gerçek. Onu Tirmiz hapishanesinde bir hafta boyunca keçeye sararak zorlamışlar. “Keçe cezası” adında böyle bir işkence usulü varmış. Kendisinden duymuştum. Kolhoz döneminde bir gece depoda yattığımızda sarhoş kafayla ağlayarak şikâyet etmişti. Onu neyle suçlamışlar bilir misin? ‘Stalin’ ile ‘betayin’ sözcüğü arasında kafiye kurduğu için… Selim karar şairdi de, hem de nasıl şair! Gazel yazardı, sonra onu kendisi besteleyerek şarkı söylerdi. Dinlemiştik de. Biz o zamanlar çocuktuk.

      Selim Karar’ın hayal kırıklığı içinde “Biz de gençliğimizde yazardık. Sonra kafiyeyi uyduramayınca…” dediğini hatırladım. Demek mesele buymuş.

      – İhtimal ki o zaman keçeye sararak işkence yaptıklarında dayanamayıp ihbarda bulunmuştur! Deminki dede bir şeyler ima etmiş gibiydi.

      – Bulunduysa bulunmuştur, oğlum. Sırlarını kendisiyle beraber götürdü artık. Öbür dünyası abat olsun deriz, başka ne diyebiliriz. Adettendir, ölenin arkasından böyle şeyler konuşulmaz. İkimiz de günaha girdik. Çok ilginç, bunları konuşmazsan iyiyle kötüyü nasıl ayırırsın? Yaşayanlardan konuşayım dersen, kışkırtma, dedikodu sayılır… Ee oğlum, dönem hangi büyükleri ezmemiştir, sakat bırakmamıştır! İşte şu Asam Kuvvet’i alalım…

      Düşüncelerim karıştı.

      Bağbala’nın meşhur kavakları boy göstermişti.

      Babamın anlattıkları kulağıma parça parça geliyor.

      – … KGB’nin adamları kapıda bekliyorlar. Bir şekilde bunu sezmiş. Can havliyle çekmeceden yuvarlak mührü aldığı gibi gözünü kapatarak onu yutmuş. Sonra hemen arka pencereden kaçmış. Gittiği gibi on beş yıl sonra döndü. Nasıl desene? Yüzbaşı kıyafetinde. Göğsünde çeşitli nişanlar, madalyalar… Kardeşini, öz kardeşini hapse attırıp yerine geçti. Karısıyla evlendi. Çok güzel bir kadındı Zeynep. Reislik yaptı. Ta yakın yıllara kadar. Kardeşi döndü… perişan… Yaklaşık on yıl elden ayaktan düştü, felç bir halde yattı. Etme bulma dünyası dedikleri bu…

      – Kimi diyorsunuz baba?

      – Asam Kuvvet’i ya, Asam Kuvvet’i.