Анонимный автор

Bağımsızlık Dönemi Özbek Edebiyatı


Скачать книгу

bir qiynoq usuli bo‘lar ekan. O‘z og‘zidan eshitganman. Kolxoz davrida bir kecha xirmonjoyda yotib qolib, mastlik bilan yig‘lab hasrat qilgan edi. Bilasanmi, uni nimada ayblaganlar? “Stalin”ga “betayin”ni qofiya qilgani uchun. Salim Qaror shoir edi-da, o‘-o‘, qanday shoir! G‘azal yozardi, keyin shuni o‘zi qo‘shiqqa solib aytardi. Eshitganmiz-da. Biz unda bola edik.

      Salim Qarorning “Biz ham yoshlikda yozar edik. Keyin, qofiyasini to‘g‘ri keltirolmay…” degan armonli so‘zlarini xotirladim. Gap bu yoqda ekan-da.

      – Ehtimol, o‘shanda, kigizga solib kiynaganlari-da, chidayolmay ayg‘oqchilikni zimmasiga olgandir? Haligi bobo bir nimaga sha’ma qilganday bo‘ldi-ku?

      – Bo‘lsa bordir, ulim. Neki sir-asrori bo‘lsa, o‘zi bilan olib ketdi endi. Narigi dunyosi obod bo‘lsin, deymiz-da, boshqa nimayam derdik? Rasmi, o‘lganning orqasidan bunday gaplar gapirilmaydi. Ikkovimiz ham gunohga botib bo‘ldik. O‘zi qiziq-da: shularni naql qilmasang, yaxshi-yomonni qanday farqlaysan? Tiriklardan gapiray desang – ig‘vo, g‘iybat sanalsa… E-e, ulim, zamonasi ne-ne vallomatlarni mayib qilmadi! Mana shu Asom zo‘rni olaylik…

      Xayolim chuvalashib ketdi.

      Bog‘boloning dong‘i ketgan sarv teraklari bo‘y ko‘rsatib qolgan edi.

      Otamning naqllari qulog‘imga uzuq-yuluq chalinadi:

      – …NKVDning odamlari eshikda poylab turibdi. Qayoqdandir buni sezadi. Jon vahmi mansabning mazasiga qo‘shilib, g‘aladondan dumaloq muhrni oladiyu ko‘zini chirt yumib yutib yuboradi. Keyin shartta orqa derazadan tashlab qochadi. Shu ketganicha o‘n besh yillar deganda qaytib keldi. Qanday de? Kapitan libosida. Ko‘kraklarida turli-tuman nishon… Ukasini, o‘z ukasini qamatib yuborib, o‘rniga o‘tirdi. Uning xotiniga uylandi. Ko‘p xushro‘y juvon edi, Zaynab degich. Raislik qildi. Ho‘-o‘v yaqin yillarga dovur. Uka qaytib keldi.. Abgor… O‘n yilcha oyoq-qo‘lidan ajralib, shol bo‘lib yotdi. Qilma – toparsan, deganlari shu-da.

      – Kimni gapiryapsiz, ota?

      – Asom zo‘rni-da, Asom zo‘rni. Sulaymonga yazna-pochcha bo‘ladi. Sulaymon esingdami, uyimizga kelib turardi-ku? Cho‘loq, yurganda bir oyog‘i g‘irchillaydigan? Senga yog‘och ot yasab bergan edi bolaligingda…

      Asom zo‘r, Asom zo‘r… Ha-a, esladim, esladim… Keling, bunisi yanagi galga qolsin.

1991

      NARMURAD NARKABİLOV (1953)

      Narmurad Narkabilov, 7 Temmuz 1953 tarihinde Kaşkaderya vilayetinin Yekkeboğ ilçesinin Kışlık köyünde dünyaya geldi. 1976-1982 yıllarında Taşkent Devlet Üniversitesinin İletişim Fakültesinde eğitim gördü. “Yazar olmak için hayatı bilmek gerekir” düşüncesinden hareket ederek fabrikada işçi, demiryolu deposunda vagon tamircisi, istasyonlarda hamal olarak çalışarak farklı insanlarla ilişki kurdu, onların kişilik özelliklerini ve dünya görüşlerini öğrenmeye çalıştı. Bu öğrendiklerini de az çok eserlerine yansıttı. Sonrasında ise tabiata olan ilgisi arttıkça Özbekistan’ın birçok dağ ve kırlarını, tarla ve bozkırlarını adım adım gezmeye başladı. Bunun neticesinde hayvanat dünyasına ait bir dizi eser ortaya çıkardı. “Çalılık Köpeği”, “Beyaz Boyun”, “Dağ İnsanı”, “Pehmak”, “Köy Basan Kurt” gibi uzun hikâyeleri bu tür eserlerine örnek olarak verilebilir. Mutluluk nedir? Yaşam nedir? Mutsuzluğun hangi şekilleri vardır? Genel olarak mutsuzluğun rengi var mı? İnsanoğlu bu iki kutup arasında koşturarak yaşarken, birinden ikincisine doğru hareket ederken hep özünü arar. Bu aradığı sevgi değil midir, öz değil midir? Narmurad Narkabilov’un eserlerinde bu gibi sorulara cevap bulunabilir. Yazarın bu zamana kadar “Unutulmuş Şarkı”, “Mavi El”, “Yüz yüze”, “Pehmak”, “Şikâyetçi Serçe”, “Sarı Çiçek”, “Coşkun Nehir” gibi ondan fazla kitabı yayımlandı. Şuhrat Madalyası sahibi olan Narmurad Narkabilov’un eserleri Özbek, Kazak, Karakalpak, Kırgız dili ders kitaplarında yer almış olup, birkaç dile aktarıldı.

      KAŞKA

      “Hayvanların yalnız dili yok; faydalıyı, zararlıyı senden benden daha iyi anlarlar.”

      Anamın bu dediğini hiç kabullenemiyorum. Bazen tepem atarak söyleniyorum: “Sığır sığırdır, onda fehim ne arar, akıl ne arar, sürsen yürür, seslenmezsen yatar. Size kalsa onlara aydın bile dersiniz.” Ancak anam dediklerime hiç itibar etmez, benimle boşuna laf dalaşına girmektense ahırdaki hayvanlarla ilgilenmeyi tercih ederdi.

      Ahır anam için bir hayattır. Gece gündüz ahırdan çıkmaz, bir bakarsın hayvanların altını temizler, tezek hazırlar, bir bakarsın sürüye katılmayan hayvanlarla konuşur, başka bir zaman bakarsın gölgede geviş getiren keçileri azarlayarak, dürterek suya sürer. Velhasıl, kıpır kıpır dili de çalışır eli de. Ona göre hayvanlar koyun, keçi, inek, teke gibi türlere ayrılmaz. Ahırda ne kadar hayvan varsa hepsinin kendi adı vardır. Hayvanlar, dış görünüşü ve tavırlarına göre adlandırılır: Kaşka22, Çizgili, Ala, Kurnaz, Alagöz… gibi. Hayvanlara karşı davranışı da ona göredir, kimiyle tatlı konuşur, kimini azarlar, kimini de sever.

      Özellikle Kaşka’ya duyduğu sevgi bir başka. Anamın tabiri ile Kaşka safkan bir nesilden geliyormuş, bir iki yıl sonra koca bir sığır olacakmış, kap kaçağı süt yoğurtla dolduracakmış. Böylece anam her gün onu sever, bulduğunu ona yedirir. Ancak bir tavrına hiç tahammül edemez: Kaşka yalı pek sever. Ahır yemle dolu, o ise ahır kapısındaki kabın peşinde. Artıklar kaba dökülür dökülmez yüz yıl aç kalmış canavar gibi kaba koşar, kana kana sulandırılmış artıkları içer. Bazen de buzağılar ona ortak olur. Kaşka hiç cimri davranmaz, kenara çekilip ortak yenilen yemeğin tadını çıkarır.

      Anam ne kadar meşgul görünse de gündelik işlerini belli bir düzen içinde yürütür. Sabah erkenden hayvanları otlağa sürer. Sürü uzaklaşınca ahırı temizler. Bundan sonra ayakları açılsın diye ahırda kalan hayvanları tarlaya sürer ve bulaşıklara bakar. Tarla, bahçemizden avucun içi gibi görünür. Herhangi bir hayvancık keyfi harekette bulunsa anam bahçeden seslenir, kendisine çeki düzen vermesini ister.

      Anamın hayvanlarla konuşması bu sefer nedense çok sinirime dokundu. Aslında daha dün gece şehirden döndüğüm halde damda gölgede ayarlanmış bir yerde yatarak keyifle kitap okuyordum. Gözüm dalmış, anamın sesine uyandım. Anam biriyle yüksek sesle sohbet ediyordu. Konu komşulardan biri gelmiştir diye kalkıp sağımı solumu düzelttim. Ancak dikkat edince yalnızca anamın konuştuğunu, komşununsa hiç sesinin çıkmadığını fark ettim. Farkında olmadan dinlemeye başladım.

      – Yine kafana göre iş yaparsan benden temiz bir dayak yersin, diyen anam açıkça tehdit savurmaya başlamıştı. “Dünkü yaptıklarını hatırlıyor musun? Büyük olduğun halde böyle davranmaktan utanmadın mı? Hey, yüzsüz, sana diyorum! Tık çıkarmıyor ya, utanmaz! Yapacağını yapıp sessiz durmasına bak şunun. Ama bu sefer affetmem, elimdeki şu değnekle kolum yorulana kadar seni döveceğim! Sana yüz verdikçe tam bir kafasına buyruk oluverdin, seni kulaksız.”

      Şaşkın şaşkın ayağa kalktım: “Acaba kimi azarlıyor? Yeğenlerden biri fena yaramazlık yapmışa benziyor. Uykuya mani oldu, ama” diye düşünürken, damdan gözümün önünde peyda olan manzarayı görünce ağzım açık kaldı. Baktım ki günahkâr, yeğenim değil, Kaşka imiş. Anam azarladıkça uzun dili ile burnunu yalıyor, azarları göz kırpmadan dinliyordu.

      – Şimdi git! dedi anam ağzına son bir parça ekmeği tıkıştırırken kafasına hafifçe şaplak atıp. “Kardeşlerinle kırda bir gez. Soğana gidersen, seni lime lime doğrarım. Git hadi git! Çok yaltaklanma! Büyük olduğun halde hiç aklın yok ya senin. Git git!”

      Kaşka emre itaat