Ertuğrul Karakuş

Bir Hilal Uğruna


Скачать книгу

l Karakuş

      “Bir Hilâl Uğruna”Balkan’dan Anadolu’ya…

      “Bir hilâl uğruna!…”

      Balkanlar’dan Anadolu’ya koşanlara…

      1. BALKAN’DAN ANADOLU’YA ŞEHİTLİK VE GAZİLİK KÖPRÜSÜ

BUDAKLAR’LI GAZİ HAMZA YAKUP

      Hanımefendi romancı ve mütefekkirlerimizden Safiye Erol’un da belirttiği gibi Balkanlar’da medeniyet zirvesine ulaşan Osmanlı, cihan devletinin şanlı günlerine ulaşmak için çaba harcadığı bir zamanda, 1892 yılında Manastır’a yakın Budaklar köyünde doğdu Hamza… Yahya Kemâl’in de o güzel şiirinde;

      “Bin atlı, akınlarda çocuklar gibi şendik,

      Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik…”

      mısralarıyla anlattığı o ruhla defalarca akınlar olmuş bu topraklara… Bu akınlar, “îlâ-yı kelimetullah” mefkûresiyle olduğu kadar, bu toprakları yurt edinmek amacıyla da yapılmış…

      Aydınoğlu Gazi Umur Bey…

      Evrenosoğulları…

      Kara Timurtaş Paşa…

      Sultan II. Murat…

      Sungur Bey…

      Fâtih…

      Bu bölgeye ilk akın, “gemileri karadan yürüten ilk Türk komutanı” olarak bilinen Aydınoğlu Gazi Umur Bey ile gerçekleşmişti…

      Anlı şanlı Umur Bey…

      Vakanüvis Enverî’nin “Düsturname-i Enveri” adlı eserinde gazâlarını anlata anlata bitiremediği Umur Bey…

      Evrenosoğulları… Varlığını Balkanlar’ı “vatan” edinmeye adamış, Yenice-i Vardar (Vardar Yenicesi)’ı vakıf merkezi ilan ederek Balkanlar’a Necip Fazıl’ın tabiriyle “çil çil kubbeler” serpen aile…

      Ve Manastır Ovasını rüyalarında kim bilir kaç defa hasretle gören Kara Timurtaş Paşa…

      Manastır’ın mâmur bir İslâm beldesi olması için gayret eden, Manastır üzerinden kutlu seferlere giderken bile Manastır’a camiler, köprüler yaptıran Sungur Bey…

      Özellikle Sultan II. Murat ve Fâtih zamanında Manastır ovası, Türkmen obalarıyla şereflenir…

      Kınalı, Mescitli, İligler, Budaklar, Kanatlar, Şerîfeler, Hasanobalar, Musaobalar…

      Ustres, Delukoğan, Kişova, Borodin, Dihova, Cinci-bol, Kazani, Dolniçe, Lera, Ramna, Esmekova, İvmirova, Dervenik, Obednik, Suhudil, Orhova, Pirpice, Makova…

      II. Murat ve Fâtih’in iskân faaliyetleriyle Anadolu ruhu üflendi bu güzel topraklara…

      Dağlarda, ovalarda köpük gibi koyunlar, keçiler…

      Köylerde çocuk sesleri, ezan sesleri… Bu seslerle bereketlendi Kara Dere’yle sulanan Manastır Ovası…

      İşte böyle bir memleketten gitti Çanakkale’ye Hamza Yakup.

      Bu kadar emekle vatan yapılan Manastır ovası, tarihin cilvesine bakın ki, Osmanlı’nın tarih sahnesinden çekilmesinde de önemli rol oynar…

      Eğer açılırsa kutu, söylenilse kötü, kaymakçalan dağları da, Baba Dağ da, Pelister de, Drahor da kan ağlar…

      Aslında Budaklar’lı Hamza Yakup ve onlarca “Evlâd-ı Fâtihân”ın Çanakkale’ye koşmaları, bu topraklardan Osmanlı çekilse de, Anadolu ruhunun çekilmediğinin bir ispatıdır.

      Ve Çanakkale…

      Vatan sevgisinin, insan seciyesinin, yiğitliğin, fedakarlığın, vefakarlığın, imanın; bunun tam tersi olarak da yalanın, hainliğin, acımasızlığın, açgözlülüğün olanca şiddetiyle çarpıştığı yer…

      Bir dönem, cennetin de cehennemin de kapısı olan yer…

      Hakk’ın geldiği, batıl’ın zâil olduğu yer…

      Zaferden sonra, köye dönmek var… Amma ne hazindir ki, vatan parsel parsel olmuştur. Aydınoğlu Gazi Umur Bey’in, Evrenosoğulları’nın, Kara Timurtaş Paşa’nın, Sultan II. Murat’ın, Sungur Bey’in, Fâtih’in “bir” ettiği, “iri” ettiği, “diri” ettiği bu topraklar, parça parçadır artık…

      Gazi Hamza Yakup, memleketi Manastır’a dönmek üzere yola çıkarken sadece üç şey alır yanına:

      1.Bıçak, 2.Asker kıyafeti, 3.Nasihat

      Evet nasihat… “Gündüz çok hareket etme, gece de daha çok ormandan git!” nasihati…

      En acısı ise, “Bin atlı akınlarla…” bu topraklara gelen dedelerin bu kahraman torunu, böyle bir nasihatle geliyor yurduna…

      Yolda Bulgar bir çobana rast gelir. Osmanlı günü görmüş, vefa borcunu boynunda hisseden bir Bulgar çoban…

      Ondan da bir nasihat alır, hayat kurtaran bir nasihat: “Sana zarar gelsin istemem. Öncelikle asker elbiseni çıkar. Şu çoban elbisesini giy. Şuradaki Bulgar köyüne git ve yol hakkında gerekli bilgileri alana kadar çoban dur!..”

      Nasihate uyan Gazi Hamza, Bulgar köyüne gider ve bir süre hizmet eder…

      Doğru zamanı bulunca ayrılır köyden… Günlerce çiğ mısır ve meyve yiyerek hayatta kalır.

      Aylar sonra köyüne, Budaklar’a gelebilir Gazi Hamza…

      Evlenir. 4 kız 3 erkek 7 çocuğu olur…

      Çocuklarına o “ateşten günler”i anlattı…

      -An geldi, Cenazelerle aynı ortamlarda yattık !…

      -An geldi, cenazelerin üstüne basarak yürümek çaresizce alıştığımız bir şey oldu!…

      Hayal etmeye çalıştılar babalarının anlattıklarını… Kim bilir ne kadarını hayal edebildiler!…

      Askerlik günlerinden geriye kalan tek hatıra olan bıçak da yıllar sonra kayboldu…

      18 Mayıs 1965 tarihinde, 73 yaşında vefat etti. Haddini 10 yaş aşmış olarak!…

      “Yazısız” mezar taşı köyünde…

      Aydınoğlu Gazi Umur Bey’in,

      Evrenosoğulları’nın, Kara Timurtaş Paşa’nın,

      Sultan II. Murat’ın,

      Sungur Bey’in,

      Fâtih’in “vatan” ettiği Budaklar köyünde…

      2. BALKAN’DAN ANADOLU’YA ŞEHİTLİK VE GAZİLİK KÖPRÜSÜ

KALKANDELEN’Lİ GAZİ MÜRTEZAN MÜRTEZAN(Torunları ona “ATA!” derdi…)

      Kalkandelen’li bir yazarımız, “Kalkandelen’in dışarıda az bilinmesine bir anlam veremediğini…” söylemişti…

      Genel olarak katıldığımı ifade ettim bu sözlere…

      Ama sadece Kalkandelen mi az bilinen?

      Medeniyet şehirlerimiz olan Üsküp’ü, Manastır’ı, Gostivar’ı, Usturumca’yı, Ohri’yi, Radoviş’i, Yeni Pazar’ı, Filibe’yi, Selanik’i, Prizren’i, Priştina’yı, İpek’i, İşkodra’yı, Bosna’yı, Mostar’ı, Rojaye’yi, Böğürdelen (Şabaç)’i, Ciğerdelen’i, Taşlıca’yı, Gümülcine’yi, Koniçe’yi, Plevne’yi, Niğbolu’yu, medeniyetimizin tekasüf ettiği daha nice şehit kanlarıyla müşerref olmuş yüzlerce şehri, lâyıkıyla biliyor muyuz?

      Ahmet Kutsi Tecer’in köyler için yazdığı fakat bizim de tıpkı köyler gibi şehirlerimize de uyarladığımız meşhur şiirinde olduğu gibi;

      “Orda bir şehir var uzakta,

      O şehir bizim şehrimizdir,

      Gitmesek de görmesek de,

      O şehir bizim şehrimizdir!” dedik…

      Ama yanıldık!… “Gözden uzak olanın gönülden de uzak olacağı” derin tecrübesini unuttuk… Bir şehir, satır satır tarihiyle, mahalle mahalle anılarıyla, şehitleriyle, gazileriyle bilinirse “bizim” olur. Eğer bilmezsek, o şehir sadece sıradan bir ”şehir”