Ekrem Barak Arıkoğlu

Helete Bizim Memleket


Скачать книгу

uçup gelince avcı tarafından vurulur…

      Keklik gibi kanadımı süzmedim

      Murad alıp doya doya gezmedim

      Bu kara yazıyı kendim yazmadım

      Alnıma yazılmış bu kara yazı

      Kader böyle imiş ağlarım bazı

      Gönül ey sebeb ey

      Bu Erzincan türküsünde kekliğin kanat süzüp uçuşu anlatılmış. Keklikler kanatlarını süzerek uzun mesafelere uçarlar. Kışın çok kar yağdığında aç kalırlar. Kanatları ıslanınca uçamayan kekliğe “kamalak” denir. Çok kar yağınca avcılar gruplar hâlinde kamalak avına çıkarlar.

      Bilinçsiz avcılık sebebiyle kekliklerin sayıları azaldı. Keklikler gruplar halinde sıcak yerlere göçerler buna “sökün” denir. Ama hepsi göçmezler bazıları bulundukları yerde kalırlar. Daha çok kayalık, taşlık yerlerde vakit geçirirler. Bir ferik yakalama heyecanı da ben yaşadım çocukken. Tepede kardeşim Ali’yle oğlak yayıyorduk. Aniden bir sürü feriğe rastladık. Daha o gün çıkmışlardı. Galiba yedi sekiz tanesini yakaladık. Bisküvit kutusuna koyup eve götürürken karşımızdan Topal Ökkeş Amca geldi. Ona sevinçle feriklerimizi gösterdik. “Oooo yavrum bunlar çil keklik yavruları, işe yaramaz, götürüp yerine bırakın” dedi. Üzgün ve çaresiz vaziyette hepsini yakaladığımız yere bıraktık. Sevinçle bir kaçışları vardı görmeliydiniz.

      Şu anda aklıma geldi… Allah uzun ömür versin, Topal Ökkeş Amca bizi kandırdı mı yoksa!?

      NAVRIZ

      Erdemliler Kötü Köşker ve

      Arık Osman’a dua ettirme dileğiyle…

      Prof. Dr. Ahmet KAYACIK kardeşime

      “Navrız” Farsça nevruz kelimesinin bizim köydeki şekli. Nev =yeni, ruz=gün (yenigün) demek. Fakat biz kelimeyi “yenigün” anlamında değil, baharın habercisi olan “nevruz çiçeği” anlamında kullanıyoruz.

      Allah en güzel insanları yarattı. İnsanlar içinde çocukları, genç kızları. Tabiatı milyonlarca çeşit bitkiyle süsledi. İnsanın gözü gönlü açılsın, güzelliği keşfetsin diye. Bazı güzellikleri diğerinden üstün tuttu. Bitkiler içinde çiçekleri güzel yarattı. Çiçekler içinde gülü, sümbülü, nevruzu güzel yarattı.

      “Neden hep güzel, iyi olan şeyin ömrü kısa oluyor.” diye sıkça duyarız iyi bir insan vefat ettiğinde. Ben Recep Yazıcıoğlu, Adnan Kahveci isimlerini hatırlıyorum hemencecik. Sadece güzel insanlar genç yaşlarında güzel atlara binip gitmiyorlar. Tabiatın güzelliğine güzellik katan en güzel çiçekler de kısa ömürlü oluyorlar. Göbelek (mantar, kelebek), sümbül, nevruz, nergis ne kadar da kısa ömürlüdür.

      Sümbülü düşünün soğanı on bir aydan fazla hazırlık yapar yerin altında gün yüzüne çıkıp güzelliğini göstereceği bir hafta için. Baharda yaylanın havasına öyle bir güzellik, rayiha (koku) katar ki çocukluğunuzda aldığınız bir nefes, kırk yıl sonra gurbette o anı hatırlayıp derin nefes aldığınızda yeniden ciğerlerinize dolar.

      Bizim navrız, bana sorarsanız yeryüzündeki en güzel çiçektir. Çocukken “navrız”ın çıkması biz çocukların kanının kaynaması, bayırlarda özgürce dolaşma, mart güneşine aldanıp koşturmaca ve ardından üşütme anlamına gelirdi.

      Navrıza gitmek için iyi bir “kösküç”ünüzün olması gerekir. Kösküç, meşe sopası ucu yassı şekilde yontulduktan sonra, ateşte hafifçe ısıtıp sağlamlaştırılarak yapılır. Navrız, burunçalık, tekesakalı, çiğdem eşmek için “kösküç” gerekir. Kazmanın tabiattan elde edilmiş şekli diyelim. Navrızın birkaç günlük ömrü vardır. Kopardığınız anda solar. Bu birkaç günlük ömre inat o kadar güzel renkleri vardır ki dünyanın bütün ressamları bir araya gelse bu güzelliği resmedemezler. O ancak Allah’ın yaratacağı güzellikte bir eserdir. Bayırlarda dağılıp navrız ararken “buldum, buldum!” diye bağırarak koşarsınız. Taşlık yerleri sever. Ya kökünden sökersiniz veya açmış başından koparırsınız. Kökünü sökmezseniz sonraki yıl yine biter.

      Sümbülün dalları kıvırcıktır, sevgilinin kıvırcık saçı sümbüle benzetilir. Navrızın dalları dalgalıdır, lepiskadır. Gönlünüzü alır. Aytmatov “Gün Olur Asra Bedel” demiş. Sahiden bazen hayatımızdaki bazı günler biz demez miyiz “hayatımın en güzel anı, her şeye değdi, bunu da yaşadım ya ölsem gam yemem.” diye. Navrız da birkaç günlük hayatında dünyadaki bütün güzelliklere meydan okur, görüp görebileceğiniz en güzel renk cümbüşü o dallar üzerindedir. Kavuniçinden civcivağzına, erguvan pembesinden benekli karaya, kirli beyazdan süt rengine, eflatundan mora öyle güzel süslenmiş bir manzarayla karşılaşırsınız ki ömrünüz boyu bir daha unutmazsınız. Etrafını saran dallar tabiatın en saf yeşiliyle “çenet”i korur. Genellikle dallar üçgen şeklindedir ve iç içe geçmiştir. Sapından kopardığınız navrızı ters döndürüp parmaklarınızın arasında döndürerek doğurtursunuz. Bizim tabirimizle “guzlatırsınız”. Bu esnada “oğlan mısın, gız mısın?”(?) diye söylenirsiniz. Biraz döndürdüğünüzde iç içe geçmiş çenetlerden biri ayrılarak yere düşer üç dalı üstüne. Navrızınız guzlamıştır. Guzlamak aslında koyun için kullanılan “kuzulamak” kelimesinden gelse de bizim köyde insan dahil her canlının doğurması için kullanılır neredeyse. Sonra alır afiyetle yersiniz bu güzelim çiçeği, şekerimsi bir tadı vardır. Kim bilir hangi şifaları içinde barındırır? “Nevruz” Türkün olduğu her coğrafyada, o kadar çok renkte ve biçimde kutlanır ki bir nevi hayatın her renginin her coğrafyada farklı biçimde doğuşunun, zenginleşmesinin adıdır. Bizim Helete kasabamızda ise çocukları tabiata aşık eden kısacık ömürlü dünyanın en güzel çiçeğinin adıdır “navrız”.

      ARDIÇ

      Gurbette Ardıç Kokusu Burnundan Gitmeyen Belecik Muharrem’e

      Çocukluğumu hatırladığımda ardıç ne de çok vardı Helete kasabasındaki hayatımızda. Sarı ardıç, kara ardıç, boz ardıç, tiken ardıcı diye dört çeşidini hatırlıyorum. Tiken ardıcı en işe yaramayanı gibi görünse de ne çok faydası vardır. Yere yatık çalı olarak kalır. Dallarından “serpene” yapılır baharda budanan bağların çubukları bu serpeneye sarılırdı. Bu yere yatık çalılar tavşanlara yatak, kekliklere başka kuşlara yuva olur. Kışın aşırı kar yağdığında hayvanlar bu çalıların içinde gizlenirler. Karı, yağmuru tutarak erozyon oluşumunu engeller.

      Sonraki hayatımda aslında ardıcın Türk kültürünün en önemli ağaçlarından biri olduğunu öğrendim. Sibirya’da “artış” deniyordu. Her evde mutlaka kurutulmuş ardıç dalları vardı. Ve bu dallar kötü ruhları kovmak için yakılıyor, insan kötülüklerden ardıç dumanıyla uzaklaştırılıyordu. Aynı şey Kırgızistan’da da çok yaygındı. Tütsüyle kötülükleri kovma işinin insanoğlunun en eski inançlarından olduğunu böylece öğrendim. Sibirya’da da benim doğup büyüdüğüm kasabada da ardıç ağacı kesilmesi hoş görülmüyordu. Çünkü bir ardıç ağacının büyümesi çok uzun yıllar alıyordu. Yetişmesi ardıç kuşunun (bizim köyde “cırrık” denir) yiyip dışkılamasından sonra tohumların yeşermesiyle ancak mümkün olabiliyordu. Ardıcın düzgün uzunca yetişen gencine “doruk”, bu doruğun kesilip çit, çadır, hayma direği için kullanılanına “gakma” denirdi. Sibirya’da kam (şaman) ağaçlar, Türkiye’de dede ağaçlar, ziyaret ağaçları, çaput bağlanarak dilek dilenen ağaçlar bizim en eski kültürel geleneklerimizdendi ve ana