söyler söylemez köle, feryat figan hükümdarın huzuruna çıkmış. Üstünü başını parçalayıp dövünmeye başlamış. Onun bu hâlini gören hükümdar şöyle demiş:
“Ne oldu sana? Çabuk konuş ve bana ne olduğunu anlat. Yüreğimi ağzıma getirdin!”
Muhafız, “Ah efendim, kızınıza yardım edin. Prens kılığına girmiş bir cin onu ele geçirdi. Acele edin!” diye cevap vermiş.
Bunu duyan hükümdar, onu öldürmeyi düşünmüş ve “Nasıl bu kadar dikkatsiz olup bu şeytanın kızıma yaklaşmasına izin verirsin?” demiş. Sonra prensesin yanına gitmiş ve köle kızların kendisini beklediğini görmüş.
Hükümdar, “Kızımın yanına gelen kim?” demiş.
“Ah kralım!” diye cevap vermişler. “Farkında olmadan uyuyakalmışız. Uyandığımızda ay yüzlü genç bir adamın kızınızın yanında oturup onunla konuştuğunu gördük. Onun kadar güzelini daha önce hiç görmemiştik. Ne yaptığını sorduk. O da bize kızınızı evlendirmek üzere kendisine verdiğinizi söyledi. Bildiklerimiz bu kadar. Onun insan mı cin mi olduğunu bilmiyoruz ama oldukça mütevazı ve iyi biri. Herhangi bir fenalığına da şahit olmadık.”
Bu sözleri duyan hükümdarın öfkesi yatışmış. Perdeyi yavaşça kaldırmış ve güzel yüzlü genç prensin, kızıyla konuştuğunu görmüş. Ancak kendine hâkim olamamış ve kızının onuru için endişe ederek kılıcını çekmiş. Öfkeden âdeta kuduruyormuş. Bunu gören prens, prensese sormuş:
“Bu adam senin baban mı?”
“Evet.”
Sonra prens ayağa kalkmış, hükümdara öyle bir bağırmış ki adam şaşırmış. Prense kılıçla saldırabilirmiş; fakat genç adamın kendisinden daha cesur olduğunu görünce kılıcını kınına sokmuş ve bir süre beklemiş. Prens, yanına gelince sormuş:
“Genç adam, sen cin misin yoksa insan mı?”
Prens cevap vermiş: “Size ya da kızınıza bir saygısızlık mı ettim? Şuracıkta öldürürüm sizi! Beni, istese krallığınızı darmadağın edip bütün servetinize el koyacak asil Hüsrev’in oğlunu, nasıl şeytanlarla bir tutarsınız?”
Bu sözleri duyan hükümdar dehşete kapılmış ve şöyle cevap vermiş:
“Eğer iddia ettiğin gibi asil bir soydan geliyorsan sarayıma neden izinsiz girdin ve kızımın kocasıymışsın gibi davranıp onuruma leke sürdün? Sen bilmezsin, ben ne hükümdarların oğlunu öldürdüm kızımla evlenmek isteyen. Peki şimdi seni benim elimden kim kurtaracak? Eğer adamlarımı çağırır ve seni öldürmelerini emredersem bundan nasıl kurtulacaksın? Seni benim elimden kim alacak?”
Hükümdarın bu sözlerini duyan prens cevap vermiş:
“Gerçekten de aklınız ne kadar kıt! Kızınıza benden daha yakışıklı bir adam bulabilecek misiniz? Hayatınızda benden daha yürekli, daha güçlü, daha zengin birini gördünüz mü?”
“Hayır, görmedim. Keşke kızımı soylulara yakışır bir şekilde şahitler önünde benden isteseydin. O zaman seni onunla evlendirirdim fakat şimdi seni onunla gizlice evlendirecek olsam bile bu, senin bana saygısızlık ettiğin gerçeğini değiştirmez.”
Prens, “Doğru söylüyorsun hükümdarım; ama olur da dediğin gibi beni öldürtürsen bu senin zararına olur. Kendi halkını ikiye bölersin çünkü halkının bir kısmı seni haklı bulurken diğer bir kısmı haksız olduğunu düşünür. Bu fikirden vazgeç ki sana ilginç bir teklifte bulunayım.”
“Söyle bakalım neymiş teklifin?”
“Benimle düello yapın. Rakibini yenen daha güçlü ve daha büyük ilan edilsin ya da bu gecenin sabahında piyadelerinizi, süvarilerinizi ve kölelerinizi karşıma çıkarın. Fakat önce bana kaç kişi olduklarını söyleyin.”
“Kölelerim ve askerlerim kırk bin tane, bir o kadar da süvari var.”
“Şafak söktüğünde ordunuzu toplayın ve onlara: ‘Bu adam kızıma talip, onunla evlenebilmesinin şartı tek başına sizinle savaşıp galip gelmek. Çünkü bunu yapabileceğini iddia ediyor. İşin aslı şu ki bunu yapabilir.’ deyin. Sonra onlarla savaşayım. Olur da beni yenerlerse onurunuz temizlenir ve şanınız yücelir. Eğer onları bozguna uğratırsam beni damadınız olarak kabul edersiniz.”
Hükümdar, prensin teklifini kabul etmiş ve genç adamın cesareti karşısında dehşete düşmüş. İçten içe prens karşısında mağlup olacağını hissediyormuş. Bu sebepten onurusuzlukla itham edilmeden önce bu işten kurtulmak istemiş. Bunun için muhafıza derhâl vezirini çağırmasını emretmiş. Vezir de hükümdarın emriyle bütün orduyu toplamış ve savaşa hazırlamış.
Vezir, bölgedeki bütün kuvvetli ve gözü pek askerlerle birlikte savaş alanına gitmiş. Hükümdara gelince, o da bir süre genç prensle konuşmaya devam etmiş. Prensin konuşmalarından ne kadar aklı başında ve iyi yetişmiş bir beyefendi olduğunu anlayan hükümdar, bu duruma memnun olmuş. Gün doğduğunda sarayına dönmüş ve tahtına oturduktan sonra ülkesindeki en iyi, en asil atları prense getirmelerini emretmiş fakat genç adam:
“Hükümdarım, savaş alanına gelinceye kadar ata binmek istemiyorum.” demiş.
“Nasıl istersen.” diye cevap vermiş hükümdar.
Sonra ikisi birlikte askerlerin konuşlandığı alana gitmiş, genç prens onlara bakmış ve sayıca ne kadar fazla olduklarını görmüş. Sonra hükümdar, askerlere seslenmiş:
“Bu genç, kızımla evlenmeye talip, kendisi oldukça iyi huylu, cesur ve güçlü bir adam ve şimdi, burada sizleri tek başına bozguna uğratabileceğini düşünüyor. Siz ki yüz bin kişilik bir ordusunuz fakat o bunu çok da önemsemiyor. Size saldırdığı anda mızraklarınız ve kılıçlarınızla ona karşılık verin. Gerçekten de başına büyük bir iş aldı.”
Sonra prense: “Hadi oğlum, göster bakalım hünerini!” demiş.
“Hükümdarım, böyle bir mücadele adil değil. Onlar at üstündeyken ben onlarla nasıl savaşabilirim?”
“Ben sana ata binmeni teklif ettim fakat sen reddettin. Ama madem öyle istediğin atı seçebilirsin.”
“Bu atlardan hiçbirini istemiyorum. Kendi atımdan başka hiçbir ata binmem.”
“Peki senin atın nerede?”
“Sarayın en üstünde.”
“Neresinde?”
“Çatıda.”
Bu sözleri duyan hükümdar bağırmış:
“Senin aklın başında mı? Bu söylediklerin deli olduğunun en büyük işareti. Bir at nasıl çatıda olabilir? Ama önce bir görelim bakalım doğru mu söylüyorsun yoksa yalan mı!”
Sonra kumandanına dönmüş ve “Saraya dön ve çatıda ne bulursan bana getir!” demiş.
Orada bulunan herkes, prensin sözlerine şaşırmış. Birbirlerine şöyle diyorlarmış:
“Bir atın merdivenlerden inmesi mümkün mü? Hayatımda böyle bir şey duymadım.”
Bu arada hükümdarın görevlendirdiği kumandan, sarayın çatısına çıkmış. Orada daha önce hiç görmediği güzellikte bir at görmüş. Yaklaşıp incelemeye başladığında atın, abanoz ve fil dişinden yapıldığını fark etmiş. Kumandanın yanında bulunan diğer askerler ata bakıp gülmeye başlamışlar. Birbirlerine:
“Gencin bahsettiği at bu muydu?