fenalığından ve kötülüğünden korunamam.’ dedi.
Çobanın kızının sözlerini duyduğum zaman ona dedim ki:
‘İstediklerinle beraber bütün hayvan sürüleri ve ev babana aittir. Amcamın kızına gelince; onun da kanı sana caizdir.’
Ben konuşmamı bitirdikten sonra kız eline bir bardak aldı. İçine su doldurdu ve bir dua okudu:
‘Eğer yüce Allah seni böylesine güzel bir buzağı olarak yarattıysa olduğun gibi kal, fakat eğer büyülendiysen Rahman ve Rahim olan Allah’ın izniyle ve rızasıyla eski hâline dön.’ Ve o anda buzağı, genç bir adama dönüştü.
Sonra oğlumun boynuna sarıldım, ona: ‘Allah rızası için amcamın kızının sana ve annene ne yaptığını söyle!’ dedim. O da bana onunla aralarında geçenleri anlattı. Ben ise: ‘Allah seni yeniden insana dönüştürerek sana büyük bir lütufta bulundu. Artık olman gerektiği gibisin.’ dedim.
Sonra cin efendi, çobanın kızını oğlumla evlendirdim. Gelinim, şunları söyleyerek karımı işte bu gördüğün ceylana dönüştürdü: ‘Onun şekli güzel olsun ve hiçbir şekilde tiksindirici olmasın.’
Sonra genç kız, uzunca bir süre gece gündüz bizimle kaldı. Fakat bir zaman sonra Yaradan onu yanına aldı. Karısı vefat edince oğlum, Hint diyarlarına gitmek üzere yola çıktı. Senin oğlunu öldüren bu adamın şehrine bile gitti. Ben de bu ceylanla, oğlumdan bir haber alırım umuduyla şehir şehir dolaşıyordum. Ta ki kader beni tüccarı oturup ağlarken gördüğüm bu şehre sürükleyinceye dek. Benim hikâyem işte bu.”
Cin: “Bu hikâye hakikaten de ilginç, bu sebepten adamın kanının üçte birini sana bağışlıyorum.” demiş.
Bunun üzerine ikinci ihtiyar adam, iki tazının sahibi, ortaya çıkıp:
“Ey cin, sana bu iki tazıyla aramda geçenleri anlatayım. Eğer benim hikâyemi duyduğun hikâyeden daha ilginç ve daha hayret verici bulursan adamın kanının üçte birini bana bağışlar mısın?” demiş.
Cin şöyle cevap vermiş: “Söz veriyorum, eğer senin maceran bu hikâyeden daha ilginç ve hayret verici ise adamın kanının üçte birini sana bağışlayacağım.”
Bunun üzerine ikinci ihtiyar da hikâyesini anlatmaya başlamış.
Şafak söktüğü için Şehrazat burada masalını sonlandırmak zorunda kalmış.
Bunun üzerine kardeşi: “Ablacığım ne heyecanlı ne güzel bir masal anlatıyorsun!” deyince Şehrazat gülümseyerek:
“Şayet hükümdarımız yarın akşama dek beni sağ bırakırlarsa yarın akşam bu masalın daha heyecanlı olan devamını anlatırım.” diye cevap vermiş. Bunun üzerine Şah Şehriyar kendi kendine Masalın sonunu dinlemeden bu kızı öldürtmeyeyim, diyerek kızı cellatlara teslim etmemiş.
Ertesi akşam yemekten sonra Dünyazat, ablasına: “Ablacığım dün akşam yarıda bıraktığın ‘Tüccar ile Cinin Masalı’nı tamamlar mısın?” demiş.
“Hükümdar efendimiz izin verirlerse tabii ki!”
Masalın sonunu merak eden hükümdar, “Anlat, seni dinliyoruz.” demiş ve Şehrazat bunun üzerine ikinci ihtiyarın hikâyesini anlatmaya başlamış.
İKINCI İHTIYARIN HIKÂYESI
“Benim hikâyem şöyle cinlerin efendisi: Bu iki tazı benim erkek kardeşlerim olur. Babamız öldüğünde bize üç bin altın miras bıraktı. Kendi payımla ben bir dükkân açtım ve ticaretle meşgul olmaya başladım. Kardeşlerim de benim gibi birer dükkân açtılar. Kısa bir süre sonra büyük ağabeyim kendi dükkânını 1.000 dinara sattı ve çeşitli kıyafetlerle mallar satın aldıktan sonra yabancı diyarlara gitti. Koca bir sene boyunca kervanla yolculuk etti ve ortadan kayboldu. Bir gün dükkânımda otururken bir de ne göreyim? Bir dilenci kapıma gelmiş benden sadaka istiyor. Ona:
‘Allah versin!’ dedim.
Bunun üzerine o ağlayarak: ‘Beni tanıyamayacağın kadar çok mu değiştim?’ dedi.
Dikkatlice ona baktım ve onun kardeşim olduğunu anladım. Ayağa kalkıp onu selamladıktan sonra oturmasını söyleyip durumuyla ilgili sorular sormaya başladım.
‘Bana bir şey sorma!’ diye cevap verdi. ‘Servetim ziyan oldu ve hâlimin ne olacağı da belli değil!’
Ben de onu hamama götürdüm, kendi giysilerimden verdim ve evimde bir yer ayarladım. Dahası, ticari hesaplarımı ve kâr-zarar durumumu kontrol ettikten sonra işimin bana 1.000 dinar kâr getirdiğini gördüm. Ana para olan 1.000 dinar ile birlikte elimdeki para 2.000 dinar oluyordu. Ben de parayı paylaşarak:
‘Farz et ki memleket dışına hiç çıkmayıp evde kaldın. Artık başına gelen talihsizlikten dolayı kendini hırpalama.’ dedim.
Büyük bir mutlulukla parayı aldı ve kendine yeni bir dükkân açtı. Birkaç gün ve gece boyunca kayda değer bir şey olmadı. Fakat sonra ikinci kardeşim -diğer tazı- de gönlünü seyahat etme sevdasına kaptırıp neyi var neyi yok sattı. Her ne kadar onu kalmaya ikna etmeye çalıştıysak da fayda etmedi. Seyahat için kıyafetlerini hazırladı ve birkaç yolcuyla beraber yola çıktı. Bir yıl kadar sonra tıpkı diğer kardeşim gibi benim yanıma geldi.
‘Ah kardeşim, ben seni vazgeçirmeye çalışmadım mı?’ dedim.
Gözyaşları dökerek şöyle haykırdı: ‘Kader bu, ne yaparsın? İşte şimdi bir dilenciyim. Parasız ve sırtına giyecek bir elbisesi olmayan bir dilenci!..’
Onu da hamama götürdüm. Kendi kıyafetlerimden giydirdim. Sonra dükkânıma götürdüm ve yiyecek bir şeyler ikram ettim. Ardından ona:
‘Kardeşim, ben her yeni yılın başında hesaplarımı kontrol ederim. Eğer fazla para çıkarsa aramızda bölüşürüz.’ dedim.
Sonra hesapları kontrol ettim ve 2.000 dinarlık bir kârımın olduğunu gördüm. Allah’a şükürler ettim. Hamt ve övgü yalnız ona mahsustur. Paranın yarısını kardeşime verdim, diğer yarısını kendim aldım. Bunun üzerine o da kendine yeni bir dükkân açtı ve bir süre işleriyle meşgul oldu. Bu vaziyet bir süre böyle devam etti. Gel zaman git zaman kardeşlerim, onlarla seyahat etmem için bana baskı yapmaya başladılar. Fakat ben şöyle diyerek onların teklifini reddettim.
‘Seyahat etmek size ne fayda getirdi ki bana getirsin?’
Onlara kulak vermedim ve hepimiz kendi işimizle meşgul olmaya başladık. Uzun bir süre boyunca bana yolculuğa çıkmam için ısrar ettiler. Altı yıl onlara direndim. Fakat bir gün şu sözleri söyleyerek tekliflerini kabul ettim:
‘Kardeşlerim, yolculuk arkadaşınız olarak yanınızdayım. Şimdi bana ne kadar paranız olduğunu gösterin.’
Bir kuruş bile paralarının olmadığını gördüm. Tüm paralarını yiyip içmeye ve sefahate harcamışlardı. Fakat ben tek kelime bile sitem etmedim. Bir kez daha o zamana kadarki hesaplarımı kontrol ettim ve ne kadarlık bir servetim olduğuna baktım. Gördüm ki altı bin altınım var. Altınları memnuniyetle ikiye böldüm ve kardeşlerime şöyle dedim:
‘Bu üç bin altını seyahat etmek için kullanacağız fakat diğer yarısını yer altına gömelim ki başımıza bir iş geldiğinde bize faydası olsun. Böylece gerektiğinde dükkân açabilmemiz için hepimizin biner altını olur.’
Bana şöyle cevap verdiler: ‘Doğru düşünmüşsün kardeşim.’
İkisine de biner altın verdim, kendime de bin altın ayırdım. Sonra ihtiyaç duyduğumuz eşyaları hazırladık. Bir yelkenli kiraladık ve mallarımızı yelkenliye yükledikten sonra