gibi hastanın umut ve cesaretini artıracak güzel sözler söylemeye ve neşterleri yağlamak kabilinden cerrah komplimanları yapmaya başladı. Kırık tahtası yerine kullanılmak için arabalıktan birkaç lata getirdiler. Charles bunlardan birini seçti; parçalara ayırdı ve bir cam kırığıyla rendelemeye başladı. Bir taraftan hizmetçi kız sargı yapmak için çarşafları yırtıyor, Matmazel Emma küçük yastıklar dikmek için didiniyordu; iğne kutusunu bulmakta geciktiği için babası hırçınlaştı. Kızın hiç sesi çıkmıyordu; fakat dikerken iğneyi eline batırıyor, sonra da parmağını ağzına götürüp emiyordu.
Charles, tırnaklarının beyazlığına hayran oldu. Parlak, uçları ince olan bu tırnaklar Diyep fil dişlerinden daha temiz ve badem biçiminde kesilmişlerdi. Bununla beraber el güzel değildi. Belki de kâfi derecede soluk olmadığı ve mafsal kemikleri biraz kuru olduğu için o el pek uzun görünüyor ve konturları yumuşak bükülmeli hatlar göstermiyordu. En güzel yeri gözleriydi. Hakikatte koyu ela olduğu hâlde kirpikleri onu kara gözlü gibi gösteriyor ve bakışları saf bir cüretle açıktan açığa sizi buluyordu.
Pansuman yapılıp bittikten sonra Mösyö Ruolt, gitmeden ufak bir kahvaltı almasını, hekimden rica etti.
Charles yer katındaki odaya indiği vakit orada büyük bir karyolanın yanı başına konmuş küçük bir masada gümüş bardaklarıyla iki kişilik bir sofra gördü. Karyolanın cibinliği üstüne Türkleri tasvir eden bir alaca2 geçirilmişti. Pencereye karşı gelen yüksek meşe dolaptan yeni yıkanmış çamaşır kokusu geliyordu. İris çiçeği kokusuy la karışık nemli çarşaf kokusu… Yerde, odanın köşelerinde, dikine konmuş buğday çuvalları duruyordu. Bunlar odaya bitişik üç ayak taş merdivenle çıkılan zahire ambarına fazla gelen çuvallardı. Süs namına ortada, kara kalemle yapılmış tek bir baş vardı. Yaldızlı çerçevesiyle yeşil boyalarının altından sıvaları sırıtan duvarın ortasına asılmış, mitolojinin akıl ve hüner ilahesi farz olunan bu baş, Minerva’nın başından başka bir şey değildi. Bu resmin altında gotik harflerle “Sevgili babama” diye bir yazı vardı.
Önce hastadan sonra hayvanlardan bahsedildi. Kışın şiddetli geçtiği, geceleri kurtların tarlalarda gezindikleri söylendi. Matmazel Ruolt’u artık bu köy hayatı eğlendirmez olmuştu. Hele bütün çiftlik işlerinin hemen hemen yalnız kendi omuzlarına yüklendiği şu son zamanlarda! Oda soğuk olduğu için kahvaltı ederken kız titriyordu. Söz söylemediği vakit ısırır gibi içeri çektiği etli dudakları bu sebeple biraz meydana çıkmıştı.
Beyaz devrik bir yakadan gerdanı görünüyor, iki örgüye ayrılan düz ve parlak saçlarının her örgüsü yelpaze şeklini alıyordu. Bu saçlar, başın şekline göre hafif bir bükülme yaparak ince bir çizgi ile ikiye ayrıldıktan sonra şakaklara doğru dalgalanarak ve ancak kulak memelerini meydanda bırakarak bol bir şinyon hâlinde arkada birbirine karışıyordu. Köy hekimi böyle bir manzaraya ömründe ilk defa olarak dikkat etmiş bulunuyordu. Kızın gül gibi pembe yanakları vardı. Bir erkek gibi, korsajının iki düğmesine iliştirilmiş, bir bağda tek gözlük taşıyordu.
Charles, giderayak vedalaşmak için Baba Ruolt’un yanına çıktı. Tekrar indiği zaman genç kızı pencereden bahçeye bakar bir hâlde buldu. Orada alnını cama dayamış, rüzgârın devirdiği fasulye sırıklarına bakıyordu. Ayak sesini duyunca kız başını çevirdi:
“Bir şey mi unuttunuz?”
“Kırbacımı, lütfen…”
Derken arayan gözlerle karyolanın üstüne, kapıların arkasına, sandalyelerin altına bakınıyordu. Kırbaç duvarla çuvalların arasından yere kaymıştı. O sırada Matmazel Emma’nın gözüne iliştiği için buğday çuvallarının üstüne abanarak yere uzanmaya çalışıyordu. Beri tarafta durup beklemenin uygunsuz olacağını farkeden Charles, aynı hareketle kırbacını kendi almak gayretine düştü ve bunun tabii bir neticesi olarak göğsü genç kızın sırtına temas etti. Genç kız kızararak doğruldu. Öküz sinirinden yapılmış kırbacı hekime uzatırken omzunun üstünden ona bir göz attı.
Charles, Berto’ya önceden dediği gibi, üç gün sonra geleceğine, hemen ertesi gün geldi. Sonra hiç sektirmeden haftada iki kere devamlı oraya gitmeye başladı; arada bir yanlışlıkla olmuş gibi program harici geldikleri de başka…
Zaten işler de hep yolunda gitti. Hasta usule uygun olarak iyileşti ve kırk altı gün sonra Baba Ruolt virane evinde tek başına yürümeyi denediği vakit Mösyö Bovary’nin çok usta bir hekim olduğu kanaati de kafasında iyice yerleşmiş bulunuyordu. Baba Ruolt kendisine İveto gibi bir kasabanın, hatta Ruan gibi büyük bir şehrin en ileri gelen doktorları da bakmış olsa bundan daha iyi olamayacağını söylüyordu.
Charles’a gelince… O niçin Berto’ya bu kadar istekle gelmekte olduğunu bir kere bile kendine sorup araştırmadı. Belki de bu gayretin sebebinin, durumun vahim oluşundan ileri gelmekte olduğunu düşünüyor yahut umduğu maddi fayda bunda etken oluyordu. Bununla beraber hayatını dolduran zavallı meşguliyetler arasında çiftlik ziyaretlerinin müstesna bir zevk olması bundan mı ileri geliyordu? Ziyaret günleri erkenden kalkar, atını dörtnala sürer, sonra yaklaşınca iner, otların üstünde ayaklarını temizler, çiftliğe girmeden siyah eldivenlerini takmayı unutmazdı. Kendini avluda bulmaktan, tahta havale kapıyı omuzlayıp açmaktan, duvarın üstünde bir horozun ötmesinden hoşlanır, çocukların gelip kendisini karşılamalarından ayrıca zevk alırdı. Ambarları, ahırları, “kurtarıcım” diye arkasını okşayan Baba Ruolt’u seviyordu. Mutfağın temiz taş döşemesi üstünde Matmazel Emma’nın yüksek ökçeli tahta kunduralarını ve o önde yürürken o tahta ökçelerin temasından çıkan kuru sesleri seviyordu.
Evden her ayrılışında kız, onu avluya inen merdivenin başına kadar geçirir, ağırlar; atı daha getirilmemiş ise gelinceye kadar orada durur, beklerdi. Daha önce vedalaşmış bulundukları için artık hiçbir şey konuşmazlardı. İçeriden çıkınca açık hava genç kızı sarar, ensesinin tüylerini karmakarışık eder, kaldırır yahut kalçasının üstünde önlüğünün kurdelelerini rüzgârda çırpınan bayraklar gibi savururdu. Bir kere karların erime zamanında avludaki ağaçların kabuklarından sular sızıyor, damlardaki karlar eriyip şıpır şıpır damlıyordu. Genç kız, gene eşikte beklerken gitti şemsiyesini aldı, açtı, güvercin tüyü rengindeki ince ipek şemsiyeden kolayca geçen güneşin sırma telleri beyaz yüzünde, gerdanında oynak cilveler yaparken o, ılık bir güneş banyosu alıyormuş gibi gülümsüyor ve gergin canfesin üstüne iri su damlalarının birer birer düşmesini dinliyormuş gibi dalıyordu.
Charles’in Berto’ya gittiği ilk zamanlar karısı Madam Bovary, hastanın haberlerini almaktan geri kalmıyordu. İlk işi bir tüccar kâtibi gibi çift parti usulünde tuttuğu defterine Mösyö Ruolt için temiz bir hesap açmak oldu. Fakat onun bir kızı olduğunu haber alınca hemen bu tarafı incelemeye koyuldu. İncelemelerinin sonunda Matmazel Ruolt’un, Ürsülin manastırına bağlı rahibeler kız mektebinde mükemmel bir tahsil gördüğünü, yani dans bildiğini, piyano çaldığını, resim yaptığını, el işlerinde maharetini, coğrafyada ihtisası olduğunu öğrendi. Artık bu kadarı fazlaydı!
İçinden:
“Tevekkeli değil.” diyordu. “Oraya gideceği günler, nasıl gözünün içi gülüyor, yağmura çamura bakmadan yeni elbiselerini giyiyor! Ah o karı! O karı!”
İçinde doğan bir duygu ile kızdan nefret ediyordu. Önce imalı, kinayeli gözlerle öç almak istedi. Charles bunları anlamayınca da kafa tutarak şaka yollu sözlere başladı. Kocası kavga çıkmasın diye bunları hazmediyordu. Nihayet yüzüne barut gibi parladığı va kit, Charles şaşırır, ne diyeceğini bilmezdi. “Hasta artık iyi oldu, bu adamlar vizite namına daha on para vermediler.