Гюстав Флобер

Madam Bovary


Скачать книгу

uzun günleri köyde daha sıkıntılı geçiyordu ya! Ve konuya göre sesi gür, berrak ve ince çıkıyor yahut birden gevşeyip düşerek perde perde süzülüp kendi kendine konuştuğu zamanlardaki gibi oluyordu, ortalığı çınlatan şen bir kız hâlindeyken şimdi yarı açık gözlerinin arasından süzülen bakışları, belirsiz gölgelerde boğulan bir iç sıkıntısı ve bir fikir perişanlığı gösteriyordu.

      Akşam şehre dönerken Charles, onun sözlerini tekrar tekrar hatırlamaya ve kendisini henüz tanımadığı zamanlardaki hayatını gözünün önüne getirmek için bu sözleri birbirine ekleyerek manasını tamamlamaya çalışırdı. Fakat onu ilk gördüğünden veya biraz evvel bıraktığı hâlden farklı olarak tasavvur etmek hiç mümkün olmadı. Sonra bu kızcağızın ne olacağını, kocaya varıp varmayacağını, şayet varacaksa, kime varacağını kendine sordu. Evet kime? Ne yazık! Babası o kadar zengin ve kız bu kadar güzel olduktan sonra! Şimdi Emma’nın güzel yüzü gene gözünün önüne geliyor ve bir topacın vınlaması gibi sürekli bir uğultu kulaklarından eksik olmuyordu: “Peki, onu sen alsan nasıl olur? Sen alsan, sen alsan!” O gece uyumadı, boğazı daralıyordu, susamıştı. Testiden su alıp içmek için kalktı, pencereyi açtı. Gökyüzü yıldızlarla donanmıştı. Sıcak bir rüzgâr esiyor, uzakta köpekler havlıyordu. Başını Berto tarafına çevirdi.

      Nihayetinde ne olabilirdi ki? Bunun hiçbir tehlikesi yoktu. Charles kararını verdi; fırsat çıkınca kızı isteyecekti. Fakat fırsatı her yakalayışında tam yerinde bir ifade tarzı bulamayacağı korkusu ile ağzı mühürleniyordu.

      Baba Ruolt, artık evde pek işe yaramayan kızını başından alacak olana hiç de gücenecek değildi. İşe yaramadığından dolayı içinden ona hak da veriyordu. O, çiftçi olamayacak kadar ince fikirliydi. Erbabı içinde bir tek milyoneri olmayan bu nankör meslek zaten Tanrı’nın hışmına uğramıştı. Zavallı adam para kazanmak şöyle dursun her yıl açık veriyordu. Çünkü sanatın bütün hilelerine vâkıf olduğu için pazar yerleri kendisi için ne kadar cazip olursa olsun çiftliğin asıl temeli olan çiftlik iç idaresi hoşuna gitmiyordu. Bir kere hiçbir vakit isteye isteye eli cebinden çıkmıyor, fakat kendine ait masraflardan asla çekinmiyordu. Çünkü iyi yemek yemeyi, ılık odalarda yaşamayı, her anlamıyla ense yapmayı istiyordu. Bol elma şarabı içmeyi, kanları sızan koyun pirzolaları yemeyi, iyi çalkalanmış konyaklı kahve almayı seviyordu. Yemeğini mutfakta tek başına, tiyatro localarında olduğu gibi, kendisine getirilen hazır ve küçük masanın başına geçerek ocağın karşısında yemek âdetiydi. Kızı Emma ile konuşurken Charles’ın yanaklarının kızardığını fark edince bunun manasının günün birinde kızını istemesi demek olacağını sezinleyerek işini enine boyuna kafasında yoğurup pişirmişti. Gerçi onu biraz kısa boylu ve cılız buluyordu. Tam manasıyla istediği gibi bir damat değildi; fakat işi yolunda, idareli ve çok bilgili olduğu söyleniyordu.

      Herhâlde drahoma3 meselesinde uygunsuzluk çıkaracak bir adam değildi. Zaten Baba Ruolt arazisinden otuz dönüm kadar bir yeri nasıl olsa satmaya mecburdu. Çünkü duvarcıya ve yük arabalarının takımlarını yapan sarraca borçlarını ödemek ve cenderesinin ağacını değiştirmek lazımdı.

      İçinden:

      “Adam şayet isterse ben de verdim gitti.” dedi.

      Saint-Mişel yortusu esnasında Charles, Berto’da üç gün kaldı. Bu üç gün de öncekilerde olduğu gibi her çeyrek saati yeni bir hamlenin duraklamasıyla geçti. Artık hekim şehre dönecekti. Baba Ruolt, onu geçiriyordu. Çitin bir köşesini dönüyorlardı. Tam çiti geçtikleri bir sırada Charles mırıldanır gibi:

      “Bay Ruolt…” dedi. “Size bir şey söyleyeceğim…”

      Durdular, Charles bir şey söylemiyordu.

      “Derdiniz ne ise anlatın canım! Sanki ben bilmiyor muyum?”

      Baba Ruolt bu sözü manalı bir gülümsemeyle söylemişti.

      Charles, kekeledi:

      “Baba Ruolt… Şey… Baba Ruolt…”

      “Ne diyeceğinizi biliyorum. Benim Tanrı’dan istediğim de o… Başka bir şey değil. Kızda hiç şüphem yok, benim kafamdadır. Bununla beraber bir kere sormak, fikrini almak lazım. Haydi size uğurlar olsun. Ben eve dönüyorum. Ha… Durun şayet kabul cevabı alırsam, dinliyor musunuz, sizin ele güne karşı geri dönmenize lüzum yok. Zaten, kız da sıkılır, yüreği oynar. Fakat sizi meraktan kurtarmak için, iş kararlaştırıldıktan sonra ben pencerenin kepenklerini açar, duvara kadar dayarım: Siz şöyle çitin üstüne abanacak olursanız, arkasından onu görebilirsiniz, kâfi!” dedi ve oradan uzaklaşıp gitti.

      Charles atını bir ağaca bağladı. Yola çıktı ve durup bekledi. Yarım saat kadar sonra saatini çıkardı. On dokuz dakika daha saydı. O zaman apansız duvara çarpan bir şeyin gürültüsü duyuldu. Pencere kapağı açılmıştı. Mandalı hâlâ titriyordu.

      Ertesi sabah saat dokuzda Charles kendini çiftlikte buldu. İçeri girdiği vakit Emma vaziyetin icabı olarak biraz gülmeye çalışmakla beraber kızardı. Baba Ruolt müstakbel damadını kucakladı. Bazı uzlaşma yolları üzerinde görüşmeye başladılar.

      Hoş, bunun için önlerinde çok vakit vardı. Çünkü Charles’ın yas müddeti bitmeden, yani gelecek ilkbahardan evvel evlenmeleri uygun olmayacaktı.

      Böylelikle kış geçti. Matmazel Ruolt iç çamaşırlarını hazırlamakla meşgul oldu. Bunların bir kısmı Ruan’a sipariş edildi ve modaya göre kendi seçtiği desenler üzerine gömlekler, gecelikler yaptırıldı. Charles, çiftliğe geldikçe hep düğün hazırlıklarından bahsedebiliyordu. Yemeğin nerede verileceği konuşuluyor, kaç kişilik bir sofra olacağı, hatta antre namıyla ilk olarak neler verileceği bile düşünülüyordu.

      Emma’ya kalsa gece yarısı meşalelerle evlenmek isterdi. Fakat Baba Ruolt bundan bir şey anlamadığı için kızından yana çıkmadı. Nihayet düğün oldu. Kırk üç kişilik bir sofranın başında on altı saat kalmanın dışında ertesi gün yiyip içmeye gene başlandı, hatta şöyle böyle bu iş birkaç gün sürdü.

      4

      Davetliler faytonlarla, kupalarla tek beygirli talikalar, iki tekerlekli hafif arabalar, üstü açık landonlar, üstü kapalı ve meşin perdeli yük arabalarıyla; en yakın köylerin delikanlıları da iki tekerlekli açık yük arabalarında, düşmemek için demir çubuklara tutunarak ve sıra ile ayakta fena hâlde sarsılarak tırıs bir gidişle çiftliğe geldiler. On fersahlık uzaklardan Godervil’den Normanvil’den, Kani’den gelenler vardı. İki taraf da bütün akrabalarını davet etmişlerdi. Araları açık olanlarla barışıldı. Bir zamanlar gözden ırak olmuş ahbaplara davetiyeler gönderildi.

      Zaman zaman çitin arkasından kamçı sesleri geliyor. Sonra kapı açılıyordu; o zaman içeri, mesela tek beygirli bir talikanın girdiği görülürdü. Taş merdivenin ilk basamağına kadar dörtnala gelen araba orada birdenbire durup içindekileri boşaltıyor ve çıkanlar gerinip diz kapaklarını ovuşturuyorlardı. Kadınlar, başlarında takke biçimi şapkalarla, şehirli kıyafetindeydiler; altın kordonlu saatler, uçları belde çaprazlanmış pelerinler yahut bir iğne ile arkaya iliştirilmiş, geriden enseyi açık bırakan renkli küçük fişüler. Tıpkı babaları gibi giyinmiş olan oğlan çocukları, yeni elbiseleri içinde rahatsız oluyor gibiydiler. Hatta birçoğuna, doğdu doğalı ilk defa giydikleri yeni ayakkabıları daha o gün alınmıştı. Yanlarında görülen on beş, on altı yaşlarında büyücek bir genç kız… Şüphesiz onların ya bir kuzenleri ya büyük ablaları olacak, ilk şaraplı ekmek ayininde yapılan beyaz elbisesi şimdi lüzumu kadar uzatılmış, kıpkırmızı yüzü, şaşkın hâli ve gülyağlı pomata ile yağlanmış saçlarıyla