istedi diye yapmış gibi görünecekti. Kadınların isteklerini emir addeden bir centilmen olduğunu anlatmak istiyordu ancak bunu yaparken asıl söylemek istediği onun memnun etmeye çabaladığı tek bir kadın olduğuydu. Neyse ki tam o sırada Edmund şarap içmeyi önerdi de bu anlamsız geveleme sona erdi.
Genelde pek konuşkan biri olmayan Mr. Rushworth’ün söyleyecekleri henüz bitmemişti. Miss Bertram’a dönerek, “Smith’in arazisi en fazla yüz dönümdür. Böylesine küçük bir yerin bu kadar güzelleştiğini görmek gerçekten şaşırtıcı. Sotherton ise dere kenarındaki çayırları hesaba katmasanız bile nereden baksanız yedi yüz dönüm vardır. Compton’da bile bu kadar şey yapılabildiğine göre umutsuzluğa kapılmamıza hiç gerek yok. Compton’da evin önündeki büyük ağaçlardan iki üç tanesi kesilince manzara inanılmaz derecede açılmış. Düşündüm de Repton veya işi kim yapacaksa artık, Sotherton’daki ağaçlı yolu kaldırabilir. Hani şu batı yakasından tepeye uzanan yolu…” dedi.
“Ağaçlık yol mu? Yok, çıkartamadım. Sotherton’ı pek bilmiyorum.” Miss Bertram bu sözlere verilecek en uygun cevabın bu olduğunu düşünmüştü.
Edmund’ın yanında Miss Crawford’ın tam karşısında oturan ve konuşulanları dikkatle dinleyen Fanny, Edmund’a dönerek fısıltıyla, “Ağaçları kesmek mi? Çok yazık! Senin de aklına Cowper’ın, ‘Siz kesilmiş ağaçlar, kötü kaderinize yanıyorum.’ dizesi gelmedi mi?”
Edmund gülümseyerek, “Korkarım ağaçların pek şansı yok Fanny.” dedi.
“Ağaçlar kesilmeden Sotherton’ı görmek isterdim. Ancak görebileceğimi sanmıyorum.”
“Hiç gitmedin mi? Tabii, nasıl gideceksin ki? Atla gidilemeyecek kadar uzakta. Keşke bir yolunu bulsak…”
“Çok önemli değil. Olur da görürsem, sen bana nelerin değiştiğini anlatırsın.”
“Anladığım kadarıyla…” dedi Miss Crawford, “Sotherton oldukça eski ve görkemli bir yer. Binalar hangi tarzda yapılmış?”
“Ev, Elizabeth Dönemi’nde yapılmış. Büyük, düzgün inşa edilmiş bir tuğla bina… Kaba ama görkemli. Bir yığın odası var. Yalnız konumu çok kötü… Çukurda inşa edilmiş. O çukura yapabilecek bir şey yok. İçinden bir dere geçen hoş bir koruluğu var. Bana kalırsa orası çok güzel bir hâle getirilebilir. Mr. Rushworth çok haklı. Bence gayet modern bir görünüm kazandırılabilir.”
Sessizce dinleyen Miss Crawford kendi kendine, İyi terbiye görmüş bir adam, dedi, Ve bunu göstermeyi de biliyor.
Edmund, “Mr. Rushworth’ü etkilemek istemem.” diye devam etti, “Ancak ben olsam bu işi bir peyzaj mimarına bırakmazdım. Zevksiz de olsa kendi bildiğim gibi yapardım. En azından başkasının değil, kendi hatalarımın sonuçlarına katlanırdım.”
“Belli ki siz bu işlerden anlıyorsunuz, ancak bana göre olmadığı kesin. Bu işlerden hiç anlamam. Taşrada bir evim olsaydı, bu işi benim yerime yapacak, ödediğim paranın karşılığında bana güzellikler sunacak olan Mr. Repton gibi birine minnettar kalırdım. Her şey tamamen bitene dek de görmeye gitmezdim.”
“Ben tüm aşamaları takip emekten keyif alırdım.” dedi Fanny.
“Siz böyle yetiştirilmişsiniz. Benim bu konuda hiç tecrübem yok. Pek de sevmediğim bir insan yüzünden yaşadığım tek tecrübe, bana bu işlerin başa bela olduğunu öğretti. Üç yıl önce, saygıdeğer amiral amcam, Twickenham’da tatillerimizi geçirebileceğimiz bir yazlık almıştı. Yengem de ben de çok sevinmiştik. Eteklerimiz zil çalıyordu. Yazlık çok şirindi ancak elden geçirilmesi gerekiyordu. Sonraki üç ayı toz toprak içinde geçirdik. Oturabileceğimiz bir tabure bile yoktu. Taşrada bir evim olsa, fidanlıktan çiçek bahçelerine, rustik sandalyelere dek her şeyin dört dörtlük olmasını isterdim. Ancak bütün bunlar, ben başlarında yokken yapılmalı. Henry benim gibi değildir. O bizzat uğraşmayı ister.”
Edmund, hayranlık duyduğu Miss Crawford’ın, amcasından, herkesin ortasında böyle saygısız bir şekilde bahsetmesinden rahatsız olmuştu. Bu davranışı kabul edilemez bulan Edmund suskunlaştı. Ancak Miss Crawford’ın gülümsemesi, neşesi, Edmund’a meseleyi unutturmaya yetti.
Miss Crawford, “Mr. Bertram!” dedi, “Nihayet arpımdan haber alabildim. Sapasağlam hâlde Northampton’a ulaşmış. Bize bugüne dek tam aksini söyledikleri hâlde, meğer on gündür oradaymış!” Edmund bu habere çok sevindiğini söyledi.
“Aslında bizzat kendimiz araştırmıştık. Hizmetçiyi göndermiş, kendimiz de gitmiştik. Meğer bu yöntemler Londra dışında bir işe yaramıyormuş. Doğru yöntemi bu sabah öğrendik. Bir çiftçi görmüş ve değirmenciye söylemiş, değirmenci kasaba anlatmış, kasabın damadı da mağazaya haber vermiş.”
“Bir şekilde haber almış olmanıza sevindim. Umarım daha faza gecikme yaşanmaz.”
“Yarın elime ulaşacak. Ama bilin bakalım nasıl geliyor? Köyde tek bir at arabası bulamadık. Hamal ve el arabası ayarlamam gerekiyormuş.”
“Korkarım ki hasat zamanı at arabası bulmanız pek kolay olmaz.”
“Nasıl uğraştım bilemezsiniz! Taşrada bir at arabası bulamayacağım hayatta aklıma gelmezdi. Hizmetçimden gidip bir araba getirmesini istemiştim. Odamın penceresinden bir yığın çiftlik görünce ve fidanlıkta gezinirken bir sürü çiftliğe denk gelince, kime sorsam verir diye düşünmüş, hepsini birden kiralayamayacağım için üzülmüştüm. Meğer dünyanın en saçma, en imkânsız şeyini istiyormuşum. Çiftçileri, ırgatları, tarladaki ekinleri kızdırıyormuşum. Yaşadığım şaşkınlığı tahmin edebilirsiniz. Keşke Dr. Grant’in kâhyasını bu işe hiç bulaştırmasaydım. Genelde gayet kibar biri olan eniştem, ne işlere kalkıştığımı öğrenince küplere bindi.”
“Böyle olacağını bilemezdiniz elbette. Ancak düşününce hasat zamanının ne kadar önemli olduğunu anlamanız gerekirdi. Dilediğiniz an bir at arabası bulmak, sandığınız kadar kolay olmayabilir. Çiftçilerimizin zaten at arabalarını kiralamak gibi bir âdeti yoktur ancak hasat zamanında atlarını isteseler de veremezler.”
“Âdetlerinizi zamanla öğreneceğim. Ancak Londra’da ‘her şey paraya bakar’ anlayışına alışkın biri olarak taşra âdetlerinizi görünce kendimden utandım. Sonuçta arpım yarın elime geçecek. İyi yürekli Henry, kendi faytonuyla getirmeyi teklif etti. Tam arpıma layık bir taşıt, değil mi?”
Edmund, arpın en sevdiği çalgı olduğunu belirterek, en kısa zamanda dinlemeyi umduğunu söyledi. Bugüne dek hiç arp dinlememiş olan Fanny de bunun için can atıyordu.
“Her ikinize de çalmaktan mutluluk duyarım.” dedi Miss Crawford, “En azından dinlemeye katlandığınız sürece… Aslında katlanamasanız da çalmaya devam edebilirim, zira müziğe bayılıyorum. Hele ki beğeni sahibi bir dinleyici bulan müzisyen, her açıdan tatmin olacaktır. Neyse, Mr. Bertram, eğer ağabeyinize mektup yazacak olursanız, yalvarırım arpımın geleceğini de belirtin. Çektiğim sıkıntılarla kafasını az şişirmedim. Dilerseniz, döndüğünde en hüzünlü nağmelerimi onun için çalacağımı da ekleyin. Ne de olsa atı yarışı kaybedecek.”
“Olur da yazarsam, dilediğiniz her şeyi anlatırım elbette. Ancak şu an mektup yazmak için bir neden göremiyorum.”
“Hayır, korkarım ki bir yıllığına gitse dahi mecbur kalmadıkça ne siz ona yazarsınız ne de o size yazar. Mecbur bırakacak bir neden de göremezsiniz. Bu erkek kardeşler ne garip mahluklar böyle! Bilmem hangi atın hasta olduğu, bilmem hangi akrabanın öldüğünü bildirmek için elinize kalem aldığınızda, kısacık bir mektupla yetinirsiniz. Hepiniz aynısınız. Her anlamda