Edmund’ın kendi yerine anlatmasını tercih ederdi. Ancak Edmund’ın sustuğunu görünce ağabeyinin durumunu anlatmaya mecbur kaldı. Kardeşinin işinden, gittiği yabancı ülkelerdeki limanlardan söz ederken sesi canlanmıştı. Kaç yıldır uzakta olduğunu anlattığında ise gözlerinden yaşlar boşaldı. Miss Crawford nazik bir ifadeyle ağabeyinin bir an önce terfi etmesi temennisinde bulundu.
“Kuzenimin kaptanını tanıyor musunuz?” diye sordu Edmund, “Yüzbaşı Marshall… Donanmada birçok tanıdığınız olsa gerek.”
Miss Crawford kibirli bir edayla, “Amirallerin çoğunu tanırım.” dedi, “Ama düşük rütbeli subayları pek tanımayız. Yüzbaşılar da eminim iyi insanlardır ancak bizim dengimiz sayılmazlar. Amiralleri sorsaydınız haklarında her şeyi anlatabilirdim. Nasıl insanlar olduklarını, flamalarını, maaş farklarını, atışmalarını, kıskançlıklarını… Hepsi de kendisine haksızlık edildiğinden, layık oldukları yerde bulunmadıklarından yakınır. Amcamla yaşadığım dönemde birçok amiralle bizzat tanıştım. Tanıdığım tuğamiral ve tümamirallerin sayısını unuttum.”
Edmund yine daraldığını hissetti. “Çok asil bir meslek.” demekle yetindi.
“Evet, bir mesleğin iyi olarak nitelenmesinin iki koşulu vardır: İyi para kazandırmalı ve o işi yapan kişi de bu parayı sağduyulu bir şekilde kullanmalı. Özetle, bana göre bir iş değil. Bana hiçbir zaman cazip gelmemiştir.”
Edmund tekrar arp konusunu açtı. Onu dinlemekten büyük mutluluk duyacaktı.
Diğerleri ise hâlen yapılacak düzenlemeleri konuşuyordu. Mrs. Grant, Miss Julia Bertram’a odaklanmış olan erkek kardeşinin dikkatini başka yöne çekme mecburiyeti hissetti.
“Sevgili Henry, senin bu konuda söyleyecek bir şeyin yok mu? Sen de bu işi yapmıştın. Duyduğum kadarıyla Everingham, İngiltere’deki tüm evlerle boy ölçüşebilecek güzellikteymiş. Doğal güzellikleri de cabası. Hatırladığım kadarıyla eski hâli de çok güzeldi. O tepeler… Koruluklar… Oraları tekrar görebilmek için neler vermezdim!”
Henry, “Senden bunları duymak beni çok sevindirdi.” diye karşılık verdi, “Ancak hayal kırıklığına uğrayabilirsin. Umduğun gibi çıkmayabilir. Pek büyük bir yer sayılmaz. Ne kadar küçük olduğunu görsen şaşarsın. Dekorasyonu konusunda da bana pek iş düşmedi. Keşke elimden daha fazlası gelebilseydi…”
Julia, “Bu tür şeylere meraklı mısınız?” diye sordu.
“Hem de nasıl! Ancak o kadar güzel bir doğası var ki benim gibi bir acemi bile altından kalkabildi. Everingham’da neler yapacağıma aslında çok önceden karar vermiştim. İlk planı Westminister’da okurken hazırlamıştım. Cambridge’te birtakım değişiklikler yaptım ve yirmi bir yaşıma gelince de hayata geçirmeye başladım. Şu an önünde mutlu bir macera olan Mr. Rushworth’e imreniyorum. Çünkü ben kendiminkini çok çabuk tükettim.”
“Hızlı bir şekilde görebilenler, hızla harekete geçerek, hızla çözüme ulaşır.” dedi Julia, “İş mi istiyorsunuz? Mr. Rushworth’e imreneceğinize, değerli fikirlerinizle kendisine yardımcı olabilirsiniz.”
Konuşulanların sonuna yetişebilen Mrs. Grant de bu öneriye hararetli bir şekilde destek vererek, kardeşinin fikirlerinin eşi benzeri olmadığını söyledi. Miss Bertram da bu fikre katılarak, dostlara akıl danışmanın, işi bir profesyonelin ellerine teslim etmekten çok daha akıllıca olacağını savundu. Mr. Rushworth, Mr. Crawford’ın yardımını seve seve kabul etmeye hazırdı. Mütevazı bir edayla becerilerinin abartılmaması gerektiğini belirten Mr. Crawford, elinden geldiğince yardım etmeye çalışacağını söyledi. Bunun üzerine Mr. Rushworth, Mr. Crawford’ı Sotherton’a davet ederek, kendisini ağırlamaktan onur duyacağını söyledi. Yeğenlerinin âdeta aklından geçenleri okuyan, Mr. Crawford’ın bir yere gitmesinden hiç hoşlanmayacaklarını bilen Mrs. Norris, bir ara yol bulma ümidiyle lafa karıştı: “Mr. Crawford’ın bunu çok isteyeceğinden hiç şüphem yok. Neden hep beraber gitmiyoruz? Küçük bir gezi düzenleriz. Sevgili Mr. Rushworth, buradaki herkes Sotherton’da yapacağınız düzenlemeleri ve Mr. Crawford’ın fikirlerini merak ediyor. Belki bizlerden de işinize yarayacak fikirler çıkar. Kendi adıma epeydir, saygıdeğer annenizi tekrar ziyaret edebilmek için can atıyordum. Bir faytonum olsaydı, bu kadar ihmal etmez, çoktan gelmiş olurdum. Bu gezi sayesinde siz dolaşıp neler yapılması gerektiğini kararlaştırırken ben de Mrs. Rushworth’le birkaç saat geçirebilirim. Akşam yemeğini de dönüşte hep birlikte burada yeriz. Eğer anneniz de arzu ederse yemeğe kalır, evimize ay ışığı altında hoş bir yolculuk yaparak dönebiliriz. Sanırım Mr. Crawford yeğenlerimi ve beni kendi faytonuyla götürür. Edmund da atla gelir. Fanny de seninle evde kalır ablacığım.”
Leydi Bertram’ın bu plana itirazı yoktu. Herkes gitmeye can atıyordu. Bir tek Edmund ağzını açıp bir şey söylememişti.
7
Ertesi gün Edmund, “Fanny, Miss Crawford’ı sevdin mi?” diye sordu. Bu konuyu kendi kendine epey düşünmüştü. “Dün nasıl buldun kendisini?”
“Çok sevdim, konuşmasına bayıldım. Beni çok eğlendirdi. Çok da hoş bir kız. İnsan yüzüne bakmaya kıyamıyor.”
“Çekici bir yüzü var. Yüz hatları çok güzel. Ancak anlattıklarında seni rahatsız eden, sana yanlış gelen bir şey yok muydu?”
“Evet! Amcasından o şekilde söz etmemesi gerekirdi. Söylediklerini duyduğumda epey şaşırdım. Ne kusuru olursa olsun, sonuçta yıllardır yanında yaşıyor. Üstelik ağabeyine de çok düşkünmüş. Söylediklerine göre oğlu gibi görüyormuş. Duyduklarıma inanamadım!”
“Senin de rahatsız olacağını tahmin etmiştim. Çok yanlış, çok münasebetsiz bir davranıştı!”
“Bana göre çok da nankörce…”
“Nankörlük biraz ağır bir söz… Eşini anlarım, ancak amcasının Miss Crawford’ın minnettarlığını hak ettiğini hiç sanmıyorum. Bence Miss Crawford’ın böyle hatalı davranmasına yol açan şey de yengesinin hatırasına duyduğu saygı. Kız çok zor bir durumda. Böylesine sıcak ve heyecanlı bir insan olarak Mrs. Crawford’ın hakkını teslim ederken amcasına saldırmaktan kendisini alamıyor. Amiral ile eşi arasındaki anlaşmazlıkta kimin suçlu olduğunu elbette bilemem. Ancak amiralin yaptıklarının, insanı, eşinin tarafını tutmaya yönelttiği de bir gerçek. Miss Crawford’ın yengesinde kusur bulamaması çok doğal. Böyle düşündüğü için kendisini suçlayamıyorum. Ancak yine de bunu herkese duyurmamın âlemi yok.”
Fanny bir süre düşündükten sonra, “Sence…” dedi, “Miss Crawford’ın bu münasebetsizliği, Mrs. Crawford’ın suçu sayılmaz mı? Sonuçta yeğenini yetiştiren o. Demek ki amiral hakkında yanlış fikirler aşılamış.”
“Bu dediğin çok mantıklı… Evet, yeğeninin hatalarında yengesinin payı olduğunu düşünebiliriz. Bu durumda, ne kadar zor koşullarda yetişmiş olduğunu dikkate alarak, Miss Crawford’a daha anlayışlı davranmamız gerekir. Sanırım yeni yuvası ona iyi gelecektir. Mrs. Grant’in terbiyesine diyecek yok. Ağabeyinden de hep sevgiyle söz ediyor.”
“Evet, yazdığı mektupların bu kadar kısa olması haricinde… Duyunca gülmemek için kendimi zor tuttum. Ayrı kaldığı kız kardeşine okumaya değecek bir şeyler yazmaya zahmet etmeyen bir ağabeyin sevgisinden de o kadar emin olamazdım. William’ın, hangi durumda olursa olsun bana böyle bir şey yapmayacağından eminim. Dahası, senin evden uzakta olduğunda uzun mektuplar yazmayacağını ne hakla iddia edebiliyor?”
“İnsanları eğlendirebilmek adına hiçbir fırsatı kaçırmayan, neşeli yapısının