“Sana neden öfke duyayım? Rezil değilsin ki sen, pırıl pırıl saf bir yüreğin var! Öyle değil mi küçük şahinim benim, göçmen kuşum, öyle değil mi! Gel otur şöyle yanıma biraz…”
Ve Foma’yı elinden tutarak, bir çocuk gibi dizlerinin üzerine oturttu; göğsüne doğru çekti başını ve eğilip, ıslak dudaklarıyla uzun uzun öptü.
Bir eliyle kadının yanağını okşayarak, öbürüyle boynuna sarılarak sordu Foma:
“Niçin ağlıyorsun peki?”
“Kendi hâlime ağlıyorum işte… Niçin yolladın beni?”
Şikâyet taşan bir sesle sormuştu bunu. Foma başını önüne eğerek cevap verdi:
“Utanıyordum da ondan.”
“Küçük sevgilim benim. Gel şu işin doğrusunu söyle: Hoşuna gitmedim değil mi?”
Gülerek sormuştu bunu ama Foma’nın açık göğsüne sıcak iri gözyaşları dökülüyordu bir yandan…
“Ne saçmalıyorsun sen öyle!..” diye haykırdı delikanlı.
Çok üzülmüştü birden; kadına güzelliği hakkında ateşli sözler sıralamaya başladı art arda; ne kadar iyi olduğunu, ona ne kadar acıdığını ve önünde nasıl utanç duyduğunu anlattı… Durmadan yanaklarını, boynunu, saçlarını ve açık göğsünü öperek dinliyordu kadın, Foma’yı.
O sustuğunda, bir ölüden söz edermişçesine üzgün ve kalın bir sesle kadın başladı:
“Tamamıyla başka şeyler düşünmüştüm ben. ‘Git artık!’ dediğin vakit, hemen kalktım ve gittim. Ve bir keder boğdu içimi sözlerinden ötürü… ‘Bir zamanlar herkes gözümün içine bakardı, bir kerecik gülümseyeyim diye bıkıp usanmadan yalvarırlar, şımartırlardı beni, ufacık bir okşayışım için istediğim her şeyi yaparlardı,’ diye düşündüm kendi kendime. Bütün o eski günler geçti gözlerimin önünden ve ağlamaya koyuldum. Kaybolan gençliğime yanmamaya… Otuz yaşındayım şahinim, öğren. Bir kadın için son mürüvvet günleri demektir bu! Ah, Foma İnyatiç ah!..”
Şarkı söyler gibi konuşuyordu şimdi ve hafif hafif şırıldayan suyun sesi, sesinin bir yankısı gibiydi:
“Beni iyi dinle: Gençliğini koru! Bu dünyada gençlikten daha güzel, daha değerli hiçbir şey yoktur! Genç misin, tut ki cebinde dolu altının var, canın neyi çekerse yaparsın. İhtiyarladığın vakit, gençlik yıllarından iyi bir şeyler hatırlayacak şekilde yaşa. Bak ben demin ağlamış olduğum hâlde gençlik yıllarımı hatırlar hatırlamaz ısınıverdi içim… Ve bir yudum abıhayat içmiş gibi tazelenip genceldim! Tatlı çocuğum benim! Eğer beni beğendiysen, boşuna vakit geçirmeyelim ne olur, olanca gücümüzle yaşayıp sevişelim!.. Mademki alev aldım bir kere, kül oluncaya kadar yanıp tutuşmak isterim seninle…”
Ve kollarının olanca gücüyle delikanlıya sarılıp, büyük bir açlıkla dudaklarını öpmeye koyuldu.
“Her şey yolundaaaaa!..” diye haykırdı şalupalardaki nöbetçilerden biri.
“Daaaaa”sı uzaklaşırken, bir demir levhayı çekiçle dövmeye başlamıştı. Madenin sert titreşimleriyle parçalandı gecenin törensel sessizliği.
Birkaç gün sonra şalupalar boşalmış bulunuyordu. Harekete hazırdı römorkör. Bir atlı arabanın rıhtıma yaklaştığını gördü Yefim umutsuzluk içinde. Arabada bir denk ve bir alay çıkınla, o siyah gözlü kadın Pelajya vardı.
Başıyla kıyıyı işaret ederek, “Eşyaları almak için bir tayfa gönder!..” diye emretti Foma.
Ayıplayan bir edayla başını salladı Yefim, öfkeyle yerine getirdi emri, sonra da sesini alçaltarak sordu:
“Yani, şimdi o da bizimle mi geliyor?”
“Benimle geliyor.”
“Gayet tabii seninle, hepimizle olacak değil ya. Hey Allah’ım, sen bilirsin!”
“Ne söyleniyorsun öyle?”
“Büyük bir şehre gidiyoruz Foma İnyatiç… Bu cinsten bir sürü kadın buluruz orada diyorum, yoksa yalan mı?”
“Kes!..” dedi Foma, itiraz kabul etmeyen bir sesle.
“Tamam, kesiyorum… Ama bu yaptığın doğru bir iş değil!”
Foma suratını asıp iyice ciddileşmişti. Kelimelerini oldukça sert telaffuz ederek konuştu:
“Yefim, şunu iyi bil ve burada herkese de söyle, bu kadın hakkında bir tek kötü söz işitecek olursam, kütüğü kaptığım gibi ezerim kocaman kafalarınızı!”
“O kadar da değil!..” dedi Yefim.
Alaycı bir sesle söylemişti bunu, söylerken de genç patronun yüzüne baktı. Ve bakar bakmaz bir adım geriledi. İnyat’ın oğlu kurt gibi dikilip dişlerini çıkarmıştı ortaya, göz bebekleri büyümüştü:
“Nasıl, nasıl!..” diye kükredi. “Hele bir tekrarla da göstereyim sana, küstah!”
Bütün korkusuna rağmen renk vermedi Yefim:
“Foma İnyatiç, patron sizsiniz ama bana da bir emir verdiler, ‘Ona göz kulak ol,’ dediler bana ve burada da kaptan benim…”
Sapsarı kesilmişti Foma, tepeden tırnağa titreyerek, “Kaptan mı?..” diye haykırdı. “Ben kimim peki?”
“Niye bağırıyorsunuz kuzum? Basit bir kadın hikâyesi için değer mi?”
Foma’nın soluk yüzünde kırmızı lekeler belirmişti şimdi; kesik hareketlerle sallandı bacaklarının üzerinde, ellerini ceketinin ceplerine soktu ve kesin bir sesle, “Sen!” dedi. “Sen kaptan! Bana karşı tek kelime daha söyleyecek olursan, derhâl kovarım seni! Derhâl! Rıhtıma! Ve limana kılavuzla dönerim. Anlaşıldı mı? Bana hükmedemezsin sen! Oldu mu?”
Afallayıp kalmıştı Yefim. Patronun yüzüne bakıyor ve cevap bulamaksızın aptalca göz kırpıyordu.
“Anlaşıldı mı dedim?”
“Anlaşıldı…” dedi Yefim. “Ama ne lüzum var bir kadın için bu kadar gürültüye…”
“Kes!”
Foma’nın vahşice yanıp sönen gözleri ve altüst olmuş çehresi, mutlu bir fikir ilham etti kaptana: Sessizce uzaklaştı.
Elinden gelse bir kaşık suda boğardı Foma’yı, öylesine kızgındı. Yok yere hakarete uğramış sayıyordu kendini; aynı zamanda da gerçek bir efendinin elini, bütün ağırlığıyla üzerinde hissediyordu. Yıllardan beri baş eğmeye alışmıştı ve kendi üzerinde bir otoritenin ortaya çıktığını görmekten gizli bir haz duyuyordu. Nitekim kamaraya girip de ihtiyar kılavuzun karşısına geçince, sesinden zevk taşarak anlattı sahneyi.
“Görüyor musun?” diye sonuçlandırdı. “Cins bir köpek yavrusu mübarek, daha ilk avda değerini meydana koyuyor… Oysa şöyle bir baksan, bu da adam mı der geçersin. Başında kavak yelleri esen bir delikanlı nihayet! Aslında kadın meselesinin hiçbir önemi yok tabii, olamaz da… Bırakacaksın sevsin, sevilsin doyuncaya dek. Onda bu karakter sağlamlığı varken başına hiçbir şey gelmez. Ama görsen ne küfretti birader! Borazan gibi ötüyordu mazallah! Otoritenin hapı varmış da içmiş gibi, birden şekilleniverdi…”
Ve doğru söylüyordu Yefim. Bütün bugünler boyunca birtakım köklü değişiklikler belirmişti Foma’da. İçinde alev alan tutku, bir kadının hem ruhunun hem de vücudunun mutlak hâkimi hâline getirmişti onu. Ve bu iktidarın tatlı ateşini içiyor, içiyor ama doymuyordu. Ona biraz da safdil, hastalıklı