Buna karşılık üç tane küçük erkek evladım var; onlar büyür işçi olur, asıl onları esirgemem gerekli… Kız için bana on ruble verin yeter, hiç olmazsa oğlanların hayatını kurtarmış olurum…’ Ne dersiniz bu işe Allah aşkına? Tek kelimeyle korkunç değil mi ha?..”
Yefim, içini çekerek, “Kötü…” dedi. “Çok kötü! İşte bunun için demişler ya, açlık adamı öldürmez süründürür diye. Midenin de kendi kanunları var işte, amansız ve gaddar kanunlar…”
Bu hikâye allak bullak etmişti Foma’yı; genç kızın kaderini öğrenmek istedi birden, memura dönüp aceleyle sordu:
“Peki o bey ne yapmış? Satın almış mı sonunda kızı?”
Serzeniş dolu bir bakışla haykırdı memur:
“Alır mı canım! O ahlaksızlığı yapar mı hiç!..”
“Peki nereye sokmuşlar kızı?”
“İyi insanlar girmiş işin içine ve düzelmiş durum…”
“Tamaaam!..” dedi Foma. Sonra birden öfkeli bir sesle ekledi: “Ben olsam, bir güzel pataklardım o köylüyü! Ağzını burnunu birbirine karıştırırdım.”
Sımsıkı yumduğu kocaman yumruğunu gösteriyordu memura. Memursa, gözlerini çıkardı ve acılı bir sesle sordu:
“Niçin ama?”
“Bir insan varlığı satılır mı hiç?”
“Vahşiliktir gerçi, kabul ederim ama…”
“Üstelik de bir kız çocuğu! Ben olsam, gösterirdim ona on ruble ne demektir!..”
Hoş olmayan bir jest yaparak susmuştu memur. Bu hareket Foma’yı isyana sürükledi. Masadan kalkarak parmaklığa doğru yöneldi ve neşe içinde çalışan insanlarla dolu olan şalupanın güvertesini seyretmeye koyuldu. Sarhoş gibi oluyordu uğultudan ve varlığında oradan oraya dolanan o bulanık duygu, birden, müthiş bir kendi elleriyle çalışma arzusu hâlinde belirdi; baş edilmez bir kuvvete sahip olduğunu göstermek ve bütün bu insanları büyülemek için yüz buğday çuvalını muazzam omuzlarına tek seferde yüklemek isteğiyle kavruldu bir an.
“Davranın!..” diye haykırdı aşağıya, olanca sesiyle. “Elinizi çabuk tutun biraz!”
Birkaç kişi başını kaldırıp baktı ona; birtakım çehreler gördü ve bu çehreler arasında siyah gözlü bir kadın yüzü, okşayıcı ve kışkırtıcı bir şekilde gülümsedi Foma’ya. Göğsünde bir alev parladı birden bu gülümseyişle ve yakıcı bir alev dolaştı bütün damarlarını. Yanaklarının kıpkırmızı kesildiğini hissetti ve parmaklıktan aniden ayrılıp döndü masaya.
“Dinleyin…” dedi memur. “Babanıza bir telgraf çekin de lütfen, hasarı dengelemek üzere bir miktar buğdayı hesaptan düşsün! Akıp telef olan şu buğdaya bakın ve bilirsiniz ki bu insanlar için her avuç değerlidir! Anlamanız lazım bunu!..”
İğneleyici bir edayla yüzünü buruşturarak devam etti memur:
“Siz bari anlayın… Çünkü babanız, öyle bir babanız var ki, siz de bilirsiniz ya…”
Foma, güven dolu, aşağılayan bir sesle sordu:
“Ne kadar düşmek lazım hesaptan? Bin beş yüz kilo yeter mi? Üç bin kilo?”
“Yani… yani çok teşekkür ederim!” diye haykırdı memur, sevinç taşan bir sesle. “Eğer yetkiniz varsa…”
Foma kesin bir sesle “Patron benim!..” dedi. “İşin babamla ilgili yanına gelince, onun hakkında böyle alaycı bir şekilde konuşamazsınız!..”
“Özür dilerim! Ve tam yetkili olduğunuzdan katiyen şüphe etmiyorum artık. Samimi olarak teşekkür ediyorum size, bütün bu insanlar adına teşekkür ediyorum; tabii yalnız size değil, babanıza da…”
Foma, elini yakalamış kuvvetle sıkmakta olan memurun sözlerini yüzünde bir gurur ifadesiyle dinlerken, Yefim, ileri uzattığı dudaklarını şaklatarak, korkuyla bakmaktaydı genç patrona.
“Üç bin kilo! Rus cömertliği diye buna derler işte delikanlı! Durun, hediyenizi bu zavallı insanlara hemen müjdeleyeceğim… Ve gözlerinizle göreceksiniz nasıl size minnettar olacaklarını…” Çın çın öten bir sesle bağırdı aşağıya: “Hey çocuklar! Patron üç bin kiloyu hesaptan düşüyor.”
Foma’nın sesi yükseldi yeniden:
“Dört bin beş yüz!”
“Dört bin beş yüz kilo! Teş… çok teşekkürler!.. Dört bin beş yüz oldu, çocuklar!”
Ama bunun köylüler arasında yarattığı etki zayıftı: Köylüler başlarını kaldırmış ve tek kelime söylemeksizin işlerine dönmüşlerdi yine. Aralarından sadece birkaçı, tereddüt ederek ve âdeta istemeye istemeye, “Sağol…” diye mırıldandı. “Ulu Tanrı sana fazlasıyla geri verir inşallah!..”
Birisi neşeli bir sesle bağırdı bu sırada:
“Buğday da neymiş! İyilik etmek isteyen, şimdi her birimize küçük birer kadeh rakı dağıtsın! Asıl cömertlik budur! Buğday bizim değil ki, il meclisinin!..”
İyice canı sıkılmıştı memurun. “Ah!..” diye içini çekti. “Anlamıyorlar, anlamıyorlar bir türlü!.. Gidip de anlatayım onlara..”
Ve aşağıya yöneldi. Ama Foma’yı asıl ilgilendiren, köylülerin, hediyesine karşı takındıkları tavır değildi. O pembe tenli kadının siyah gözlerini görüyordu sadece Foma; tuhaf bir şekilde bakıyordu bu gözler; teşekkür ediyor, okşuyor, çağırıyordu… Şehir modasına göre giyinmişti bu kadın: Ayağında kısa çizmeler vardı, üzerinde bir bluz, siyah saçlarını ise orijinal bir fularla toplayıp sarmıştı. Uzun boylu ama son derece yumuşak hareketliydi; bir odun yığınının üzerine oturmuş, çuvalları tamir ediyordu orada. Dirseklerine kadar çıplak olan kolları ustalıkla işliyordu ve durmadan gülümsüyordu Foma’ya.
“Foma İnyatiç!..” Yefim’in kınayan sesiydi bu…
“Cömertliğin de bir sınırı vardır…” diyordu. “Yedi yüz elli kilo bağışlamış olsaydın, neyse ne! Ama biraz fazla hızlı gidiyorsun arkadaşım! Ve bu hızla ikimizin de yaya kalmamızdan korkarım…”
“Yeter!” dedi Foma kesin bir sesle.
“Beni ilgilendirmez aslında, susmasını bilirim ben… Ama henüz genç olduğundan, bana, ‘Oğlanı gözet!’ dediler. Fazla boşlayacak olursam, bilirsin ki bana yüklenir işin sorumluluğu…”
“Merak etme, babama söylerim.”
“Canın ne isterse yap, burada patron sensin.”
“Git başımdan Yefim, beni rahat bırak!” Göğüs geçirerek susmuştu Yefim. Foma ise kadına bakıyor ve düşünüyordu kendi kendine:
“Gelip de bana, ‘Böyle bir kadını satın al,’ deselerdi! Bir deselerdi böyle bir şey…”
Gittikçe biraz daha hızlı çarpıyordu yüreği. Bakirdi henüz, ama tanıklık ettiği konuşmalardan, kadın-erkek arası ilişkilerin sırrını biliyordu. Kaba ve ayıp terimler içinde tanıyordu bu sırrı ve bu kelimeler onda, utanç verici ama kavurucu bir merak uyandırıyordu. İnatla işlemekteydi hayal gücü, ama yine de bütün bu ilişkileri açık sahneler hâlinde canlandıramıyordu gözünde; içinden bir ses, kadın-erkek arası ilişkilerin ona söylendiği kadar basit ve kaba olmayacağını fısıldıyordu. Hatta ona, biraz da dalga geçerek, bu ilişkilerin öyle olduğunu ve başka türlü de olamayacağını tekrarladıklarında, birden