Polly, boynuna kenetlenmiş olan küçük parmakları açmaya çalışıp boynuna sarılan minik kollardan kurtulmaya uğraşırken: “Elbette.” dedi. “Yalnız, yardımsever bayanlarla tanışmak onuruna sahip olamadım.”
Sonra kapıda durmakta olan Nancy’ye ters ters bakarak: “Şimdilik sana ihtiyacım yok Nancy, gidebilirsin.” dedi. “Pollyanna, lütfen sen de kendini topla. Doğru dürüst ayakta dur bakayım. Daha yüzünü bile pek göremedim.”
Pollyanna sinirli sinirli gülerek doğruldu, teyzesi kendisini iyice görebilsin diye biraz geri çekildi.
“Hayır, göremediniz elbette.” diye mırıldandı. “Zaten yüzümün de pek görülecek hâli yok ya… Çillerden görülmüyor ki. A, durun, önce size siyah yerine niçin kırmızı basma elbise giydiğimi, beyaz noktalı siyah kadife ceketi anlatmalıyım. Babamın sözlerini Nancy’ye anlattım.”
Bayan Polly yeğeninin sözünü kesti.
“Neyse, sen şimdi babanın sözlerini bırak, bunların bizim için önemi yok. Yanılmıyorsam, bir sandığın var, değil mi?”
“A, evet Polly teyze, yardımsever bayanlar bana güzel bir sandık almışlardı. Yalnız, içinde bir şey yok… Bana ait olan demek istiyorum. Son günlerde yardım sandıklarından küçük kızların işine yarayacak bir şey pek çıkmıyordu. Yalnız babamın kitapları vardı. Bayan White gelirken onları da yanıma almam gerektiğini söylemişti. Ben de öyle yaptım. Biliyor musunuz, babam…”
Teyze, sert bir tavırla yeğeninin sözünü kesti.
“Pollyanna, seninle aramızda bir meseleyi halletmemiz gerekiyor. Hem de derhâl. Bana ikide bir babandan söz etmeyeceksin, anlaşıldı mı?”
Küçük kız titreyerek içini çekti:
“Yani, Polly teyze, şey… Demek istiyorum ki…”
Polly teyze küçük kızın daha fazla konuşmasına fırsat vermedi.
“Şimdi yukarıya, senin odana çıkacağız.” dedi.
“Sandığını çıkarmışlardır bile. Sandığın varsa yukarı çıkarmasını söylemiştim Timothy’ye. Hadi bakalım, Pollyanna, peşim sıra yürü bakalım.”
Pollyanna hiç konuşmadan teyzesinin arkasından yürüdü. Gözleri yaşarmıştı ama çenesi dimdik yukarıdaydı. İçinden şöyle düşünüyordu: “Neyse babamdan konuşmamı istememesine sevindim. Belki de böyle daha kolay olur. Teyzem de onun için babamın adını duymak istemiyordur.”
Küçük kız, teyzesinin sert davranışını iyi kalpliliğe yorduktan sonra rahatladı. Gözlerindeki yaşlar kurudu; istekli, meraklı bakışlarla çevresine bakınmaya başladı.
Şimdi merdivendeydiler. Önündeki teyzesinin siyah ipekli eteği hışırdayarak yerleri süpürüyordu. Onun arkasında açık bir kapının ardından soluk renkli halılar, ipekli kumaşla kaplı koltuklar görünüyordu. Ayağının altında görülmemiş derecede güzel bir halı uzanıyordu. Halının tüyleri yosun kadar yumuşaktı. Her yandan, bürümcük kadar ince perdelerden, duvarlardaki yaldızlı çerçevelerden güneş, gözlerinin içine gülüyordu.
Pollyanna, kendinden geçmişti; sanki bir masal ülkesindeymiş gibiydi.
“Ah, ah, Polly teyze!” diye mırıldandı. “Ne sevimli bir ev burası! Bu kadar zengin olduğunuz için kim bilir ne seviniyorsunuzdur!”
Teyzesi o sırada merdivenin üst başına çıkmıştı, başını sert bir tavırla geriye çevirdi:
“Pollyanna!” diye bağırdı. “Doğrusu şaşırttın beni! O ne biçim söz öyle?”
Bu defa şaşırmak sırası Pollyanna’ya gelmişti:
“Neden, teyzeciğim? Haklı değil miyim?” diye sordu.
“Değilsin ya. Tanrı’nın bana vermek lütfunda bulunduğu bir nimetle övünmek gibi bir günah işlemem sanırım. Zengin olmak bana asla gurur vermez.”
Polly teyze bunları söyledikten sonra döndü, sofayı geçti, tavan arasına çıkan merdivene doğru yürümeye başladı. Çocuğu tavan arasındaki odaya yerleştirmeyi kararlaştırdığına şimdi daha da sevinmişti.
Başlangıçta çocuğu kendinden ne kadar uzak bir odaya yerleştirirse o kadar iyi olacağını düşünmüştü. Aynı zamanda, çocuk dikkatsizlikle değerli eşyayı kırıp dökmesin diye ona böyle evin uzak bir köşesini vermeyi doğru bulmuştu. Şimdi ise onu doğru yola yöneltmek, alçak gönüllü olmayı öğretmek amacıyla tavan arasında yatırmak istiyordu. Kıza basit, gösterişsiz bir oda ayırdığına şimdi daha çok seviniyordu.
Pollyanna’nın küçücük ayakları merakla heyecanla teyzesinin peşinden gidiyordu. Merak dolu mavi gözleri, daha büyük bir heyecanla bir bakışta her yanı birden görmek istiyor, bu masal evinde ne kadar güzel şey varsa hepsini birden görmek için bakınıyordu. Birazdan çözülecek olan bilmeceyi şimdiden çözmeye çabalıyordu. Bilmece de şuydu: Acaba şu, insanın içini heyecanla dolduran kapılardan hangisinin arkasında kendi odasını, perdelerle, resimlerle, halılarla dolu o güzelim odayı bulacaklardı?
Derken, teyzesi bir kapı daha açtı, bir merdiven daha çıktılar.
Burada görülecek pek bir şey yoktu. Bir yanda bomboş bir duvar uzanıyordu. Merdivenin üst başındaki gölgeli karanlık yer ta ilerilere kadar uzanıyor, karanlık köşelerde tavanla yer birleşiveriyordu. O karanlık köşelerde sayısız sandıklar, kutular vardı. İçerisi pek sıcaktı. Buranın havası insanı bunaltıyordu. Pollyanna farkında olmadan başını yukarı kaldırdı. Bu odada soluk almak bile çok güçtü.
Küçük kız daha sonra teyzesinin sağdaki bir kapıyı açtığını gördü.
“İşte, Pollyanna, burası senin odan. Sandığın da burada. Anahtarın yanında mı?”
Pollyanna dalgın dalgın başını salladı. Mavi gözleri iri iri açılmış, çevresine ürkek ürkek bakınıyordu.
Teyzesi kaşlarını çattı.
“Pollyanna, ben sana bir şey sorunca sadece başını sallamanı değil, konuşarak karşılık vermeni isterim, anlaşıldı mı?”
“Peki, Polly teyze.”
Bayan Polly üzeri havlularla dolu askı ile su ibriğine bakarak: “Burada sana gerekli olan her şey var sanırım.” dedi. “Unutma, akşam yemeği saat altıda hazır olur.”
Yaşlı kadın sözlerini bitirince, odadan çıkıp aşağıya indi.
Teyzesi odadan çıkınca, Pollyanna, bir an olduğu yerde durup onun arkasından bakakaldı. Sonra bomboş duvara, bomboş pencerelere göz gezdirdi. En sonunda da daha kısa bir süre önce, kendi evceğizinde karşısında duran sandığına baktı. Ona doğru yürümek istedi. Önünü göremeden, el yordamıyla yürüyen körler gibi kendini sandığının yanına attı. Dizlerinin üstüne yere çöktü, yüzünü elleriyle örttü.
Birkaç dakika sonra Nancy yukarı çıktığı zaman onu bu durumda buldu. Hemen yere diz çökerek çocuğa sarıldı.
“Vah, yavrum, vah! Seni bu hâlde bulmaktan öyle korkuyordum ki bilemezsin.”
Pollyanna:
“Ben çok kötü yürekli bir insanım!” diye hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. “Tanrı’nın, meleklerin babama benden daha çok ihtiyaçları olduğuna kendimi bir türlü inandıramıyorum!”
“Hayır, onların ihtiyacı seninki kadar değildi elbette.”
“Ah, Nancy!”
Küçük kızın gözlerinde