beni çok korkuttun!” diye söylendi.
“Seni korkuttum mu? Ya, vah vah!.. Ama, sen hiçbir zaman benim uğruma kendini bu kadar sıkıntıya sokmamalısın, Nancy. Önceleri babam da Yardımseverler Derneği’ndekiler de tıpkı senin gibi beni merak ederlerdi. Sonra, benim hiçbir yerimi incitmeden geri döndüğümü göre göre duruma alıştılar.”
Nancy, küçük kızın elini koltuğunun altına sokup yokuştan aşağı hızla indirmeye başladı. Heyecanı daha geçmemişti.
“İyi ama, ben senin dışarı çıktığını görmedim. Başkaları da görmemiş. Kuzum, sen pencereden uçarak mı dışarı çıktın?”
Pollyanna, tatlı bir gülüşle: “Aşağı yukarı öyle oldu.” dedi. “Yalnız bir farkla: Yukarı değil de aşağıya uçtum. Ağaçtan yere indim.”
Nancy birden heyecanla doğruldu:
“Ne, ne yaptın?”
“Ne yapacağım! Odamın penceresinin önündeki ağaca atlayıp ağaçtan yere indim.”
Nancy yeniden hızlı hızlı yürümeye başlamıştı.
Bir yandan da: “Aman yarabbi!” diye söyleniyordu. “Teyzen bunları öğrenince, kim bilir ne diyecek! Doğrusu, bunu bilmek isterdim.”
“Gerçekten bilmek ister miydin? Öyleyse ben sana sonra hepsini anlatırım.”
Pollyanna böyle konuşunca iyi yürekli Nancy büsbütün telaşlandı:
“Ha-yır, ha-yır!” diye kekeleyerek konuştu. “Teyzenin neler dediğini benim öğrenmemin hiç önemi yok. Hayır, lütfen bunu bana anlatma, yalvarırım anlatma, Küçük Hanım!”
Nancy, böylece küçük kızı hiç değilse azarlanmaktan kurtarmak istiyordu.
“Biliyor musun, ayağımızı çabuk tutmamız gerekiyor. Ben eve gidince daha bir yığın bulaşık yıkayacağım.”
Pollyanna hiç düşünmeden: “Ben de sana yardım edebilirim.” dedi.
“Ah, Pollyanna, ne diyorsun!..”
Bir dakika kadar ikisi de konuşmadı. Ortalık iyice karışmıştı. Küçük kız yeni arkadaşının koluna girdi, ona iyice sokuldu, fısıltıyı andıran alçak bir sesle: “Beni merak etmene şimdi biraz da sevindim.” dedi. “Meraklanmasaydın, şu anda yanımda olmayacaktın.”
Nancy tatlı bir sesle: “Ah, benim sevgili yavrum!” dedi. “Kim bilir karnın da ne kadar acıkmıştır! Oysa teyzen bu akşam benim yanımda sütle ekmek yemeni emretti. Yemek saatinde sofrada bulunmaman onu biraz gücendirdi de.”
“Yemek saatinde sofrada olmama imkân yoktu, çünkü o dakikalarda ben buradaydım.”
Nancy, boğazında düğümlenen hıçkırığı gizlemeye çalışarak: “Teyzen bunu bilmiyordu elbette.” dedi. “Ama, ben senin sadece sütle ekmek yemenin kararlaştırılmasına pek üzüldüm.”
“Oysa ben buna hiç üzülmedim. Tam tersine, sevindim.”
“Sevindin mi? Peki ama, neden?”
“Çünkü bir kere sütle ekmek yemeyi pek severim. Sonra, yemeğimi seninle birlikte yiyeceğim diye de ayrıca seviniyorum. Kuzum, bunların sevinmeyecek bir yanı var mı?”
Nancy, küçük kızın tavan arasındaki o sevimsiz odayı beğenmek için nasıl kendini zorladığını hatırlayınca gözleri yaşardı.
“Her şeyde sevinmeye yarayacak bir özellik bulmakta güçlük çekmiyorsun, Küçük Hanım.”
Pollyanna hafifçe güldü:
“Zaten oyunun aslı da bu ya.”
“Oyun mu dedin? Ne oyunu, kuzum?”
“Sevinmek oyunu.”
“Kuzum, neler söylüyorsun sen böyle?”
“Sevinmek oyununu bilmez misin? Bu oyunu bana babam öğretmişti. O zamandan beri, yani çok küçük yaştan beri, hep bu oyunu oynuyorum. Yardımseverler Derneği’ndekilere de oyunu anlatmıştım. İçlerinden kimisi de benim gibi bu oyuna alışmıştı.”
“Peki, nasıl bir oyun bu, bana da anlatsana. Benim zaten oyunlar hakkında pek bilgim yoktur.”
Pollyanna gene güldü. Bu, bir gülüşten çok, bir iç çekmeye benziyordu. Küçük kızın minik yüzü, alaca karanlık olduğundan daha ince, daha düşünceli görünüyordu. Sevinme oyununun hikâyesini anlatmaya başladı: “Bu oyuna din adamlarına gönderilen sandıkla gelen bir çift koltuk değneğiyle başlamıştık.”
“Koltuk değneği mi?”
“Evet. Ben sandıktan bir bebeğin çıkmasını istemiştim. Babam da din adamlarına yardım eden derneğe durumu yazmıştı. Gene de sandıktan oyuncak bebek yerine koltuk değneği çıktı. Bunları gönderen hanım, oyuncak bebek bulunmadığını, belki küçük bir çocuk için faydalı olur diye düşündüğü için bu koltuk değneklerini sandığa koyduğunu yazmıştı. İşte biz de sevinme oyununa o değneklerin geldiği gün başladık.”
“Kusura bakma ama ben bunda oyuna benzer bir şey göremiyorum.”
“A, niçin? Sevinme oyununun özelliği karşımıza çıkan her şeyin sevinilecek bir yanını bulmaktan ibaret.”
“İyi söylüyorsun ama, Küçük Hanım, bir oyuncak bebek beklerken onun yerine bir çift koltuk değneğiyle karşılaşmanın sevinilecek nesi var, bunu anlayamadım. Bu bana, tersine, pek üzüntü verecek bir durum gibi göründü.”
Pollyanna ellerini çırparak: “İşte şimdi oyunun en can alıcı noktasına geldin!” diye sevinçle haykırdı. “Ama, bana da ilk kez anlattıkları zaman senin gibi düşünmüştüm. Oyunun can alıcı noktasını babamdan öğrendim.”
“Öyleyse sen de bana öğretiver şunu, n’olur!”
“Bak, mesele şu: Koltuk değneklerine gerçekten ihtiyacın olmadığını düşünerek sevineceksin. Görüyorsun ya, oynamasını bilirsen çok zevkli bir oyun bu. Üstelik çok da kolay.”
“Şimdiye kadar birçok inanılmaz şey duymuştum ama, bu hepsini geçti.”
“Yanılıyorsun, Nancy. Bu oyunun hiç de inanılmaz bir yanı yok. Çok da güzel bir oyun. Biz hep oynardık. Hem, oyun ne kadar zor olursa zevki de o derece artıyor. Ama, bazen de bu oyunu oynamak gerçekten güçleşiyor. Mesela babanın cennete gittiği, dünyada seninle ilgilenecek Yardımseverler Derneği’nden başka kimsen kalmadığı zamanlar bu oyunu oynayabilmek çok zor oluyor.”
Nancy kıza hak verdi.
“Evet. Bir de evin ta tepesinde, içinde eşya diye bir şey bulunmayan oda bozuntusu ufacık bir aralığa atılıverirsen, sevinme oyununu oynamak büsbütün zorlaşır.”
Pollyanna içini çekerek mırıldandı:
“Gerçekten öyle. Özellikle kendimi pek yalnız hissettiğim, çevremde güzel şeyler görmeyi istediğim bir sırada böyle bir odada tek başına kalmak beni adamakıllı üzmüştü ama sonradan, aynada çillerimi görmekten nasıl nefret ettiğimi hatırlayınca, hele penceremin önündeki o güzelim manzarayı da görünce durum değişti. Bu küçücük odada bile beni sevindirecek şeylerin bulunduğuna inanıverdim. İşte görüyorsun ya, insan kendini sevindirecek şeyler buldukça o kötü düşünceler de kendiliklerinden yok oluveriyorlar, tıpkı sandıktan beklediğimiz bebek hikâyesi gibi.”
Nancy, boğazını tıkayan yumruyu yutkunarak gidermeye çalışırken küçük kız, her şeyden habersiz, anlatıyordu:
“Genellikle, hepsi bu kadar uzun sürmez. Çoğu zamanlar, ben farkına varmadan, zihnim onunla ilgilenir.