Hüseyin Rahmi Gürpınar

Metres


Скачать книгу

Ah ne kadar eğlenir, ne şakalar ederdik. Hani o günler? Şimdi bir varmış bir yokmuş oldu. Artık çehresinden düşen bin parça oluyor. Ağzını açıp bir söz söylese mutlak bir kusurumu göstermek, beni acı acı zeklenmek29 için söylüyor. Karşısında ağzımı açmaya korkuyorum. Haddin var da dereden tepeden bir söz ucu bulmaya cesaret göster. O saat çehresini somurtarak ‘Sus… Sus… Senin gibi ümmiye bir kadınla ne konuşulur?’ diyor.”

      “Umuye. O ne laftır ki?”

      “Ne demek olduğunu ben de bilmiyorum. Hoca hanıma soracaktım, unuttum. Ümmiye zannederim ki ‘umacı’ gibi bir şey olacak…”

      “Dorgusu çok güzel kalbin vardır hanımefendim. Kocam bana umacı diye idi ben kederimden tazı gibi zayıflanır idim.”

      “Ey kokona başa gelen çekiliyor. Ben ümmiye isem ne kabahatim var? Allah öyle yaratmış. Anası beni gördü de aldı. Ben sahiden umacı imişim gibi yüzünü asıyor. Sedirin ta ötesine çekiliyor. Eline çarşaf kadar bir Frenk ceridesi30 alıyor.”

      “Tan’dır? Figaro’dur? Nedir?”

      “Ben ne tandırı bilirim ne mangalı.”

      “Bunları örgenmeye gayretlen yavrum. Şimdiki hayat moda hayatı, enstrüksiyon31 hayatıdır. Örgenen ileri varıyor; örgenmeyen taklak kılıyor.”

      “İşte o elindeki cerideyi ha okuyor, ha okuyor. O kör olası kâğıdın içinde böyle bitmez tükenmez ne vardır bilmem ki?.. Tatlı sözünü işitmekten geçtim, artık kocamın yüzünü de göremez oldum. Elindeki ceride aramızı yüksek bir duvar gibi kapıyor. Artık bunda anlamayacak ne var? Bey, benim yüzümü görmemek için onu öyle tutuyor. O okurken ben oda içinde gezinir, ufak tefek iş görürüm. Çocuk huysuzlanır, onu döşeğe yatırırım, uyuturum. Sonra bir teneke dolusu cıgara yaparım. O iş de biter, saatlerle tentene örerim. Gayrı ondan da sıkılırım. Artık yapacak işim kalmaz. Nöbet uyuklamaya gelir. Uyuklarım… Uyuklarım… Uyuklarım. Arada bir gözümü açar bakarım ki hâlâ okuyor, sıkıntıdan avaz avaz haykıracağım gelir. Ne vardır madama o ceridelerde?”

      “Tekmil bu yuvarlak dünyanın havadisi onlardadır.”

      “A! Yalan!.. Hiç dünya yuvarlak olur mu? İşte dümdüz gözümüzün önünde duruyor.”

      “Sahisini istersen ona benim de pek fikrim yatmaz. Beyoğlu’nda Pazar Alman’a, Bonmarşa’ya hiç gittin? Onda rafa koymuşlar, üç ayak üzerine oturmuş, karpuz gibi bir şey vardır. İşte o bu dünyanın cimcimesi imiş. Ben de bilirim ki dünya düzdür ama savan’lar32 yuvarlaktır iddia edorlar. Besbelli ki biz ile mehtap edorlar. Aksisini ispata muktedirsin? Değil isen düz gördüğün şeye yuvarlaktır diyorlarsa ‘He.’ demeye mecbursun. Evet o gazetelerde kronik vardır, fediver vardır, poletik vardır. Ticaret vardır, roman vardır. Hasılı vardır oğlu vardır.”

      “Bu yuvarlak dünyanın bütün havadisini bizim beyden mi soracaklar? Azıcık da karısının yüzüne bakıp iki çift lakırtı etse olmaz mı?”

      “Görünüyor ki seni karşısında hitaba şayan bulmor. Öyle ‘Pariz’ görmüş, ‘siyans’33 okumuş, büyük ‘sosyete’lerde nutka oturmuş, hasılı dünyanın dibine parmak vurmuş bir sivilize ile konuşmak senin harcındır zannedersin? Pariz’de oynanan bir operet’in türküsünü kritike ederse, laflarına bahane bulursa sen o sözden ne anlarsın? Yoksa Lonşan’da Baron de Vinyi’nin attan düştüğünü hikâye ederse sen baronu tanıyabilirsin? Illüstre’lerde34 resmine dikkat etmişsin?”

      “A tuhaf şey! Ben elin Frenklerini nereden bileceğim?”

      “Öyle ise onun da senin ile edecek bir lafı yoktur. Beyden şikâyetin bu türlü şeylerdir?”

      “Hele dur dinle. Ben uyuklarken bazen yüzüme bakarak ‘Hanım, böyle vakitsiz uyuklamak, bidüziye esnemek, beyinsizlik, ahmaklık alametleridir.’ der. Ben de artık kızarım. ‘Acaba hangi beyinli adamı böyle saatlerce lakırtı etmeksizin oturmaya mecbur etseniz esnemeden, uyuklamadan durabilir? Sizin okumanız bitmiyor ki…’ cevabını veririm. Gene kaşlarını çatar: ‘İşte bak lakırtı etmesini biliyor musun? Ona okuma değil mütalaa derler.’ tekdirine kalkışır.”

      “He işte bu lafında haklı. O işe ‘motalaa’ derler.”

      “Okuma demek mütalaa demek değil midir?”

      “Tut ki çoklarına göre öyledir. Lakin fines35 meraklıları için hiç de öyle olamaz. Çocukların okumasına, hani şu karnından, yüreğinden okursa, okuma derler. Büyüklerinkine ‘motalaa’ tabir ederler.”

      “Ben o kadar incesini bilmiyorum. Kendisiyle aramızda böyle birkaç söz geçince, bu mütalaa fasılası bey için elinden cerideyi bırakıp Frenkçe koca bir kitap almasına vesile olur. Gene çehreler çatılır, sözlerine nihayet verilir. O kitabına dalar, ben de uykuya…”

      “Sana bir bon nüvi,36 ona da zavallı diyeceğim gelor. Ne güzel karılık kocalıktır bu?”

      “Güzel, çirkin… İşte böyle oluyor. Konakta haftada ancak bir veya iki defa kalır. O geceleri de böyle geçiririz.”

      “Kusur geceler37 nerede kalır?”

      “Bilir miyim? Sorulur mu?”

      “Merak etmezsin? Kıskanmazsın? Şeytan aklına vesvese bırakmaz?”

      Saffet Hanım pembe yanaklarından aşağı süzülen berrak iki katreyi çıplak, beyaz, tombul kolu ile silerek:

      “Merak ederim, kıskanırım, çıldırırım, şeytan aklıma türlü şeyler getirir ama elimden ne gelir madama? Merhum Şadi Efendi’nin gelini olacağıma keşke bir hamal karısı olaydım da kıymetim bilineydi.”

      Modist elleriyle yüzünü kapayıp hafifçe haykırarak:

      “Şadi Efendi gelinisin? Şimdi ben onların yalısındayım? Çabuk söyle.”

      Saffet Hanım modistin bu telaşından şaşırarak:

      “Evet, Şadi Efendi’nin geliniyim. Burası onların yalısıdır. Ne var? Niçin çırpınıyorsun?”

      “Öyle ise adiyö hanımefendim…”

      “Ay neye?”

      “Burası modistlerin mezarlığıdır. Kaynananız hanımefendinin hep aksatası38 veresiyedir. Üçe sekiz ilave etsen… Beşe yirmi beş koysan… İşin altından kalkmak kabil değildir. Modistlerin burada kaçı top attı? Kaçı iflasa çıktı. Bayzar Vartan’la beraber, Annik, Ahzabert, daha öteki, daha beriki…”

      Gelirken nereye geldiğini bilmiyor muydun?

      “Hayır bilmiyor idim. Siz evvelden …’de oturur idiniz?”

      “Evvelden orada idik. Şimdi buraya geldik.”

      “Bana bir uşak geldi. ‘Hami’ yazılı bir kart gösterdi. E, ben ne bileyim ki o ‘Hami’, merhum Şadi Efendi’nin oğludur? Peşine düştüm, burayacak geldim.”

      “Merak etme. Kaynanamın aksatası veresiye ise benimki peşindir. Neme lazım, on paranı kabul etmem.”

      “Böyle laf etmek terbiyesizliktir, lakin dar vakitteyim. Sermayemin bütününü