Hüseyin Rahmi Gürpınar

Metres


Скачать книгу

Saffet, o ne vücut oo… Dev anasına dönmüşsün!” diye bir şaşkınlık sözüyle haykırdı. Kaynananın bu ufak çığlıkları alaydan çok içini yakıp kavuran bir duygudan doğuyordu. “Bir dirhem et bin ayıp örter.” derler. Gelinin gerdanından, pazılarından, göğsünden taşan, dökülen o taze, o pembe adalelerden, yarım okkacağızı Allah’ın bir mucizesi eseri olarak kaynananın o sıska çehresine taksim edilse ne kadar pörsük düzelir, ne kadar çukur örtülür, ne kadar çizik kaybolurdu. Firuze Hanımefendi’nin gelinine karşı olan en büyük düşmanlığı kendisinde hemen hiç bulunmayan bir yaradılış cömertliğinin ondaki bu bolluğunu görmekten ileri geliyordu.

      Zavallı Saffet, dev anasına benzetilmekten doğan bir acının ızdırabı altında ezilmekte iken Hami Bey yerde yatan bağları parçalanmış korseyi görerek modiste Fransızca:

      “Oh… Hayvan palanı parçalamış. Demek gem almak istemiyor… Bu ne kadar vahşilik…”

      Modist bu benzetmeye o kadar güldü, o kadar güldü ki birçok modistleri “iflasa çıkaran” Firuze Hanımefendi gibi büyük kadınlardan birinin önünde bulunduğunu unutarak yerlere kadar birkaç kere eğilip kalktı.

      Saffet, modistin böyle iki kat oluncaya kadar gülmesinden kocasının söylediği Fransızca sözlerin kendi hakkında büyük bir övme olmadığını anladı.

      Firuze Hanımefendi yabancı bir modist karşısında gelinini dev anasına benzetmenin pek de yüksek bir terbiyeye uymayacağını düşünerek bu işi düzeltmek için sevimli bir seda ile:

      “Saffet Hanım yavrum… Korseyi niçin yere attın? Giy bakalım, biz de görelim.”

      Kaynana Fransızca bilmediği için Hami Bey’in zavallı Saffet hakkında reva gördüğü o kaba benzetmeyi anlayamamıştı. Gülmesinin son fıkırtıları içinde hâlâ ara sıra vücudu sarsılan modist, Firuze Hanım’a cevap olarak:

      “Küçük hanımefendinin gövdesi görünüşte battaldır, fakat kemikleri ‘minyon’ olduğundan sıkıya koyunca vücutları lastik top gibi ufalıyor. Kendi hâline bırakırsan gene şişiyor. Lakin kendileri bizi keyfimize bırakmıyorlar ki gövdelerini kararınca sıkalım. Affınıza mağrurlanarak söylüyorum ki gerek cenabınız gerek beyefendimiz bu kadar alamod olasınız da bu gelin hanımı şimdiyecek korsaya sokmayıp da böyle battal bırakasınız… İşte bu husus taaccübümü mucip olor.”

      Ana oğul birer sandalyeye oturdular. Firuze Hanımefendi’nin elinde saplı bir gözlük vardı. Bu çeşit gözlük kullanmayı konaklarında bir iki akşam misafir kalan bir Rus kontesinden öğrenmiş, bundaki faydaları hemen takdir ederek ertesi günü tıpkı o şekilde bağa saplı bir gözlük de kendi tedarik etmişti. Dikkatli bakacağı her şeye şimdi bu gözlüğü tutar ve biraz eğri olarak duran bağa sapın eğriliğine göre nazik başını çarpıtarak gözlüğün camları altından mühimsemeyen süzük bir bakışla güzelliğinin latifliğine, tuvaletine başka bir parıltı vermeye uğraşarak bakmayı artık huy edinmişti.

      Kaynana hanım saplı gözlüğünü gelinin çıplak vücuduna doğrultarak şişmanlıktan meydana gelme fazla etleri alaylı surette tenkit için gözlerini süzülmek derecesinin son haddine kadar bayılttığı sırada, mahdum beyefendi anne yanında alaturka terbiyenin pek müsait olmayacağı Frenkçe bir vaziyet ile zayıf bacaklarını birbirinin üzerine koyarak oturduğu sandalyenin yayları içine öyle bir gömülüş gömüldü ki incelikten pantolonunu delecek zannolunan diziyle burnu arasında hemen dört parmak yer kaldı. Bir eliyle ağzına götürdüğü ekstra kalıp sigarasının mavimtırak dumanı kangal kangal havaya savrulmakta iken ötekiyle burnu üzerindeki yaylı altın gözlüğünü bastırarak süzüklükte annesinden pek aşağı kalmayan alaycı gözlerini karısına dikti. Modiste “Şunun resm-i iksasını42 biz de görsek.” dedi.

      Alafrangalıklarına ve sözlerinin inceliklerine hayran kaldığı bu ana oğula dikişten, biçimden evvel söz beğendirebilmek derdine düşen Hezar büyük bir telaşla dedi ki:

      “Korsenin eksesinin resmi önünün bir aynidir. Yalnız ön tarafta (biraz sıkılarak) fazla yuvarlaklar olduğundan onlar için bol yer edilmiştir.”

      Hezar’ın “iksa”yı “ense” anlamasındaki yanlışı ile “yuvarlaklar” sözüne ana oğul gevrek gevrek güldüler. Modist utangaç bir hâlde:

      “Huzurlarınızda yanlış bir ifade ettim acep?”

      Hami Bey başını iki tarafa sallayıp gülerek:

      “Hayır… Hayır… Şu korseyi hanıma bir daha giydirseniz de görsek…”

      Hezar, korseyi yerden aldı. Kopuk bağları şöyle böyle tamir ederek:

      “Saffet Hanım, deminden buna pressuvar diyordun? Cendere diyordun? Ne diyordun? Gene bunun içine girersiniz?”

      Saffet Hanım bu sefer, korsenin sıkıştırması ile şişman vücudundaki ruhunun havalanıp uçacağını bilse kaynanası ile kocasını kendine güldürmemek için of bile dememek niyetiyle o insan cenderesinin içine bir daha girdi. Meryem Dudu’nun yardımı ile Hezar korsenin bağlarını o kadar sıkıladı ki gelin hanımın çehresi gözlerinin akına kadar morardı. Hezar sevinçle:

      “İşte korse son kertesine kadar oturdu. Layıkıyla yerini buldu, tıpatıp uydu efendim.”

      Firuze Hanımefendi gözlüğünün sapını her vakitkinden çok çarpıtıp o derecede çarpık bir alaylı bakışla gelinini süzerek:

      “Zavallının yüzü patlıcan moru kesildi. Yarım saate kadar ya korse ya Saffet bu ikisinden biri çatlamazsa çok şaşarım.”

      Hezar gülerek:

      “Korsemin kumaşına güvenirim efendim çatlamaz. Fakat gelin hanımefendi bir tarafından sakatlanırsa ona bir lafım olamaz.”

      Firuze Hanım: “A Saffet şimdiye kadar geniş geniş geziyordun. Nene lazım da bundan sonra bu sıkıntılara giriyorsun?”

      Modist: “Korse koymadan hiç kadın kadın olabilir? Ne için bu zavallıyı şimdiyecek böyle hâline bırakmışsınız. Vücudu yabani büyümüş.”

      Firuze Hanım: “Beyi Paris’te iken biz kendisine çok söyledik. O zaman hiç kulak asmadı. Şimdi Hami geldi, kocasının dışarıda gözü kalmasın diye zavallı işte bu cenderelere giriyor, alafrangalık icabı ne ise hep onları yapmak istiyor. Fransızca öğrenmek için enstitütris43 tutturmak istiyor. Hâlbuki bu yaştan sonra hele Saffet Hanım’ınki gibi bir kafa ile lisan öğrenmek, bu hâle gelmiş bir vücudu inceltmek mümkün müdür? Biz kendisini aldığımız zaman vücudu pek ince idi. Saffet’in böyle olacağını kimse ummazdı. Saffet Hanım’ın ufak bir oğlu var. İşte bu çocuk için enstitütris’e cidden muhtacız. Bir bunak mürebbiyemiz vardı, geçinemedik, yol verdik. Şimdi yenisini arıyoruz. Eğer bildiğiniz bir enstitütris varsa buraya gönderiniz.”

      Bu teklif üzerine Hezar içinden şunları geçirdi:

      Bunların evvelden bir enstitütris’leri vardıysa niçin geçinemeyip savdılar? Acaba aylığını biriktirip vermedikleri için mi enstitütris bunlara adiyö etti? İşin iç tarafı ne olursa olsun… Altunyanların ihtiyar enstitütris’i şimdi boşta oturuyor. Buraya gelsin birkaç ay prova etsin. Ay bitimlerinde hakkını avucuna vermezler ise o da bir adiyö eder, çıkar işin içinden…

      Modist, mühim bir söz söyleyeceğini anlatır bir tavır alarak, kedi gibi diliyle dudaklarını yalayıp birkaç defa yutkunarak:

      “Efendim öyle bir enstitütris hemen avucumun altındadır. Sanki bu konak için bir patron üzerine kesilmiş bir kadındır. Sekiz senedir