çektikten sonra, biraz da gururlu bir sesle “İnsan mecbur kalınca her şeyi öğreniyor.” dedi. “Ben de öğrendim. Nitekim mevki sahibi kişilerden birine ihtiyacım olduğu vakit hemen bir pusula yazıp yolluyorum önce. ‘La princesse une telle,142 falanca ile görüşmek arzusundadır…’ diye, sonra da bir arabaya atladığım gibi gidiyorum. İstediğimi elde edinceye kadar gidiyorum, gerekirse üç dört kere! Ve hakkımda ne düşünecekleri umurumda bile değil!”
“Peki ama kimin yardımına başvurdun Boris için?” diye sordu kontes. “Çünkü oğlun Muhafız Alayı’na subay oldu bile, oysa benim Nikolay henüz subay adayı. Onun işini halledecek hiç kimse yok! Kim sana yardım etti?”
“Prens Vasili. Bilsen ne kadar nazikti! İstediğim bütün her şeye hiç naz etmeksizin evet dedi ve hemen ertesi gün İmparator’la konuştu…”
Prenses Anna Mihailovna büyük bir coşkunluk içinde söylemişti bunları. Amacına ulaşabilmek için ne kadar küçülmesi gerektiğini tamamıyla unutmuş görünmekteydi. Kontes sordu:
“Prens Vasili de yaşlandı artık, öyle değil mi? Rumyantseflerdeki tiyatro gösterilerinden bu yana kendisini görmedim. Beni unutmuştur herhâlde. II me faisait la cour.”143
Anılarını tazelediği bu son cümleyi gülümseyerek eklemişti. Anna Mihailovna şöyle cevap verdi ona:
“Hep o aynı Prens Vasili, sanki hiç değişmemiş! Yine eskisi gibi sevimli, cana yakın, nazik ve yararlı olmak için çırpınan kişi. Les grandeurs ne lui ont pas tourné la tête du tout.144 Ne dedi bana, bilir misin?
‘Sevgili Prenses…’ dedi. ‘Sizin için ne yapsam azdır, buyurun emredin!’ Gerçekten yiğit bir adam ve kusursuz bir akraba.”
Burada bir an durdu ve iç geçirdi Anna Mihailovna. Sonra sesini alçaltarak derin bir hüzünle devam etti:
“Ama benim oğluma nasıl bir sevgiyle bağlı olduğumu bilirsin Nathalie.145 Ve yine çok iyi bilirsin ki onun mutluluğu için yapmayacağım hiçbir şey yoktur. Oysa işlerim öylesine kötü, öylesine kötü gidiyor ki bugün gerçekten korkunç bir duruma düşmüş bulunmaktayım. Açtığım o talihsiz dava, varımı yoğumu yuttuğu gibi hep yerinde saymakta. Cebimde, à la lettre,146 düşün ki bir tek metelik kalmadı ve ben, şu anda Boris’in subaylığı için gerekli masrafları nasıl karşılayacağımı bilemiyorum!”
Bunları söylerken mendilini çıkarmış ve ağlamaya başlamıştı. Şöyle sürdürdü konuşmasını.
“Beş yüz rubleye ihtiyacım var, oysa üzerimde sadece yirmi beş ruble kadar bir para bulunuyor. Öylesine korkunç bir durumdayım ki ne yapacağımı şaşırdım. Şimdi tek umudum, Kont Kiril Vladimiroviç Bezuhof’ta. Boris’in vaftiz babasıdır, biliyorsun, Kont. Eğer vaftiz oğluna yardım olarak bir miktar para vermezse bütün girişimlerim boşa çıkmış olacak. Boris’e gerekli olan şeyleri benim tek başıma sağlamam imkânsızdır…”
Kontes’in de gözleri yaşarmıştı şimdi. Sessizce düşünüyordu. Prenses Anna Mihailovna devam etti:
“Zaman zaman diyorum ki kendi kendime, bunun belki de bir günah olduğunu düşüne düşüne diyorum ki: İşte önümüzde Kont Kiril Vladimiroviç… Tek başına yaşayan bir adam… Muazzam bir servet sahibi… Peki ama niçin yaşıyor? Hayat onun için çekilmez bir yük şu anda; oysa Boris, daha yeni atılıyor hayata… Öyle değil mi?”
“Boris’e herhâlde bir miktar miras bırakacaktır…” dedi Kontes.
“Orasını sadece Tanrı biliyor, chère amie!147 O karunlar, o büyük para babaları, öyle bencil oluyor ki… Ama çaresiz, Boris’le birlikte şimdi gidip ziyaret edeceğim onu ve durumu açıkça söyleyeceğim. İsteyen istediğini düşünsün benim hakkımda, umurumda değil. Gerçekten değil. Çünkü oğlumun kaderi söz konusu…”
Anna Mihailovna, gitmek üzere ayağa kalkmıştı.
“Saat iki.” dedi. “Sizse yemeğe dörtte oturuyorsunuz. O zamana kadar dönmüş olurum herhâlde.”
Ve Prenses, zamanın değerini gayet iyi bilen Petersburglu pratik bir hanım tavrıyla oğlunu çağırtıp hole doğru yürüdü. Sonra da kendisini kapıya kadar geçiren Kontes’e veda ederken oğlunun işitmemesi için “Bana iyi şanslar dile, ne olur…” diye fısıldadı.
Yemek salonundan Kont’un sesi yükseldi önce, sonra da kendisi göründü holün girişinde.
“Kont Kiril Vladimiroviç’e mi gidiyorsunuz, ma chère? Kont’un sağlığı biraz düzeldiyse Piyer’e yemeğe gelmesini söyleyin lütfen. Eskiden sık sık ziyarete gelirdi bizi, çocuklarla dans ederdi. Mutlaka çağırın onu, ma chère… İhmal etmeyin… Mutlaka bizim Taras’ın hüner gösterme günü. Dediğine bakılırsa Kont Orlof’un sarayında bile böyle bir akşam yemeği görülmemiş daha bugüne kadar!”
XII
Anne ile oğulu taşıyan Kontes Rostova’nın arabası, zemini samanla örtülü sokağı aşıp da Kont Kiril Vladimiroviç Bezuhof’un konağının geniş avlusuna girdiğinde Prenses Anna Mihailovna; oğluna hafifçe “Sevgili Boris.” demişti.
Sonra da elini, ürkekçe ama bir o kadar da sevgiyle uzatarak oğlunun elinin üzerine koyup eklemişti:
“Mon cher Boris,148 sevimli ol lütfen, nazik ol. Unutma ki Kont Kiril Vladimiroviç ne de olsa senin vaftiz babandır ve geleceğin ona bağlı bulunuyor. Bunu unutma, mon cher,149 her zamanki gibi cana yakın ve nazik ol…”
Buz gibi bir sesle cevap verdi Boris: “Alçalma ve küçülmeden başka bir sonuç çıkacağını bilmiş olsam, yine neyse… Ama size söz verdim ve bunu, sadece size söz verdiğim için yapıyorum.”
Anne ile oğul, adlarını vermeksizin doğrudan doğruya, duvarlardaki gözlerde iki sıra heykelle süslü camlı hole girmişlerdi. İki kapıcı, avludaki arabayı görmüş olduğu hâlde ziyaretçileri tepeden tırnağa süzüp Prenses’in eski giysilerine anlamlı bir bakış attıktan sonra, prensesleri mi yoksa Kont’u mu görmek istediklerini sordu; Kont’u görmek istediklerini öğrenince de Ekselanslarının, sağlık durumlarının biraz daha ağırlaşması nedeniyle bugün hiç kimseyi kabul etmediklerini söyledi.
Boris, “Dönelim.” dedi Fransızca olarak.
Yalvaran bir sesle konuştu annesi:
“Mon ami!”150
Bunu söylerken yeniden eline dokunmuştu oğlunun. Bu temasta, onu yatıştırabilecek ya da harekete geçirecek bir güç varmış gibi…
Boris sustu ve paltosunu çıkarmaksızın soran gözlerle annesine baktı. Anna Mihailoviç yumuşak bir sesle “Kont Kiril Vladimiroviç’in çok hasta olduğunu biliyorum aslanım…” dedi kapıcıya. “Zaten bunun için geldim buraya… Akrabasıyım… Kimseyi rahatsız etmem aslanım… Sadece Prens Vasili Sergeyeviç’i görmem gerekiyor. Burada olduğunu biliyorum. Geldiğimizi lütfen haber ver.”
Kapıcı somurtkan bir yüzle çıngırağın kordonunu çekip döndü ve yukarıdaki merdiven sahanlığının üzerinden sarkan bir uşağa seslendi:
“Prenses Drubetskaya, Prens Vasili Sergeyeviç’i ziyarete geliyor.”
Anna