Лев Толстой

Savaş ve Barış I. Cilt


Скачать книгу

önceki sakin ve alaycı hâliyle “Biz burada, Moskova’da, politikadan çok akşam yemekleri ve dedikodularla uğraşmaktayız. Dolayısıyla da ben sizin sözünü ettiğiniz konularda hiçbir şey bilmiyorum ve hiçbir şey düşünmüyorum. Moskova’yı asıl ilgilendiren şey, dedikodular. Şu sıralarda da siz ve Kont, dillerden düşmeyenlerin başında geliyorsunuz.”

      İyi yürekliliğini ortaya seren bir şekilde Piyer. Karşısındakinin, sonradan kendisine üzüntü verebilecek bir şey söylemesinden korkar gibiydi. Ama Boris, Piyer’in gözlerinin içine bakarak açık seçik ve dobra dobra konuşmaktaydı. Devam etti:

      “Evet, çalkalanıyor Moskova. Şu anda herkes, Kont’un servetini kime bırakacağını tartışmakta… Oysa kont, kendisi gitmeden önce herkesi yolcu edebilir pekâlâ. Benim dileğim de bu zaten…”

      “Haklısınız, evet.” dedi Piyer. “Bütün bu anlattıklarınız çok acı gerçekten, çok acı.”

      Genç subayın tatsız bir konuşmaya girmesinden ürküyordu hep.

      Boris; hafifçe kızararak ama sesini ve tavrını değiştirmeksizin “İnanınız ki…” dedi. “İnanınız ki bütün herkes Krezüs’ten bir şeyler koparma peşinde.”

      Piyer, Tamam… diye geçirdi içinden. Korktuğum şey başıma geldi.

      Boris devam ediyordu:

      “İşte bu durumda her türlü yanlış anlaşılmayı önlemek için hemen bir açıklama yapmam gerekiyor. Eğer beni ve annemi de ötekilerle bir tutarsanız son derece yanılmış olursunuz. Gerçi biz çok fakir insanlarız ama hiç değilse kendi adıma şunu söyleyebilirim ki: Ben her şeyden önce babanız zengin olduğu için kendimi onun akrabası saymıyorum ve yine şunu söyleyebilirim ki ne annem ne de ben, babanızdan hiçbir zaman hiçbir şey istemeyeceğiz ve hiçbir şey kabul etmeyeceğiz.”

      Uzun süre söylenenleri anlayamadı Piyer. Nihayet anladığı vakit de bir sıçrayışta kalktı divandan. Kendine özgü içtenlik ve sakarlıkla Boris’in kolunu tuttu, kavradı ve ondan çok daha fazla kızarmış bir hâlde, kendi kendine öfkeyle karışık bir utanma duygusuyla “Ne garip iş bu böyle!” dedi. “Nasıl olur, nasıl olur da… Ve kim inanır… Bilmez olur muyum hiç ben ki…”

      Boris sözünü kesti:

      “Bütün bunları söylemiş olduğumdan dolayı son derece memnunum. Sizin için şüphesiz ki pek hoş değildi bu. Özür dilerim…”

      Bunları söylerken Piyer’i teselli etmek ister gibiydi. Sözlerini şöyle bağladı:

      “Gururunuzla oynamak istemediğimden eminsinizdir sanırım. Ben daima her şeyi açıkça ve açık yüreklilikle söylemekten yana olmuşumdur. Evet, şimdi ne cevap vermem gerekiyor; Rostofların akşam yemeğine gelecek misiniz?”

      Boris, böylece; üzerindeki ağır yükü atmış ve bir başkasını o duruma sokmak pahasına, sıkıcı bir durumdan kurtarmıştı kendisini. Şimdi yeniden tamamıyla rahat ve nazikti.

      Piyer de sakinleşti yavaş yavaş.

      “Dinleyin…” dedi. “Müthiş bir insansınız siz! Bütün söyledikleriniz çok doğru ve çok yerinde şeyler. Tabii beni tanımıyorsunuz. Birbirimizi görmeyeli epey zaman oldu, ikimiz de birer çocuktuk… İnanın ki sizi… Sizi… Anlıyorum sizi, tamamıyla anlıyorum. Ben böyle davranmazdım, bulamazdım böyle davranmak cesaretini. Çok iyi bir şey yaptınız, evet çok iyi… Sizi tanıdığım için çok mutluyum! Gerçekten… Yani bilemezsiniz, ne kadar mutluyum…”

      Kısa bir süre sustuktan sonra “Doğrusu garip!” dedi. “Neler yapabileceğimi vehmetmişsiniz!”

      Güldü ve ekledi:

      “Ama hiç ziyanı yok! Zamanla eminim çok daha iyi tanırız birbirimizi, öyle değil mi? Lütfen…”

      Elini uzatmıştı. Tokalaştılar.

      “Biliyor musunuz ki geldiğimden beri Kont’u daha bir kere olsun görmedim…” dedi Piyer. “Çağırtmadı beni nedense… Bir erkek olarak üzgünüm doğrusu… Ama elden ne gelir?”

      Gülümseyerek sordu Boris:

      “Napolyon’un, ordusunu İngiltere kıyılarına çıkarabileceğine gerçekten inanıyor musunuz?”

      Genç subayın konuyu değiştirmek istediğini anlamıştı Piyer, hemen uydu ona ve Boulogne Harekâtı’nın avantajları ile sakıncalarını açıklamaya girişti.

      O sırada gelen bir uşak, Prenses Anna Mihailovna’nın Boris’i beklediğini bildirdi. Boris’le gözlerinin içine dostça bakarak tokalaşan Piyer, daha yakından tanışma fırsatı bulacağı için Rostofların akşam yemeğine mutlaka geleceğini söyledi. Genç subay gittikten sonra da uzun bir süre gezindi odasında. Ama artık görünmez bir düşmanı delik deşik etmiyor; biraz önceki sevimli, zeki ve kararlı delikanlının anısıyla gülümsüyordu.

      İnsanların ilk gençliklerinde -özellikle de yalnız yaşıyorlarsa- olduğu gibi Piyer de Boris’e nedenini açıklayamadığı bir yakınlık duymuş ve onunla dostluk kurmaya karar vermiş bulunmaktaydı.

      Prens Vasili tarafından uğurlanmakta olan Prenses; mendiliyle yaşlı gözlerini kurulayarak “Korkunç! Korkunç bir şey bu!” diyordu. “Ama gördüğüm manzara bana ne kadar acı verirse versin, yine de yerine getireceğim görevimi. Evet evet, gelip başında bekleyeceğim geceleyin. Katiyen bu hâlde bırakılamaz. Her geçen anın ayrı bir değeri var çünkü. Prensesler ne bekliyor, anlamıyorum doğrusu! Tanrı yardımcım olsa da ben hazırlasam!”

      “Adieu, mon Prince que le Bon Dieu vims souticnne…”170

      “Adie, ma bonne.”171 dedi Prens Vasili.

      Ve dönüp uzaklaştı.

      Arabaya doğru ilerlerken “Ah, bilemezsin nasıl feci bir hâlde!” diyordu Anna Mihailovna oğluna. “Hiç kimseyi tanımıyor artık.”

      Boris sordu:

      “Kont’un Piyer’le nasıl bir ilişkisi var anne? Herkes değişik bir şey söylüyor bu konuda?”

      “Gerçeği vasiyetname söyleyecek hayatım. Bizim kaderimiz de o vasiyetnameye bağlı zaten…”

      Sormaya devam etti Boris:

      “Peki ama sizde Kont’un bize de bir şeyler bırakacağı duygusunu uyandıran nedir anne?”

      “Ah yavrum! O öylesine zengin, biz de öylesine yoksuluz ki!..”

      “Ama bu, Kont’un bize miras bırakması için yeterli bir sebep değil ki…”

      Anna Mihailovna onu dinlemiyordu artık. Kont’u hatırlayarak söylenmekteydi:

      “Ah, Tanrı’m! Nasıl da düşkünleşmiş! Mahvolmuş!”

      XIV

      Anna Mihailovna ile oğlu gittikten sonra Kontes Rostova, mendiliyle sık sık gözlerini kurulayarak uzunca bir süre tek başına kalmıştı.

      Neden sonra uzandı çıngırağa. Yetişmekte bir an geciken oda hizmetçisine öfkeyle çıkışmaktan da geri kalmadı:

      “Neyiniz var kuzum? Yoksa burada çalışmak istemiyor musunuz? Eğer öyleyse size hemen başka bir yer bulabilirim?”

      En yakın arkadaşının üzüntüsü ve çaresizliği, Kontes’i âdeta yıkmıştı. Alabildiğine keyifsiz ve kızgındı. Oda hizmetçisini yok yere paylardı hep böyle zamanlarında. Nitekim kadın, pek fazla alınmadan “Hanımefendiden özür dilerim…” demekle yetindi.

      “Kont’tan buraya kadar zahmet buyurmasını