Hasan Yılmaz

Ertuğrul Bey’den Sultan Vahdettin’e Tarihin En Kudretli Hanedanı Üç Kıtanın Efendileri Osmanlılar


Скачать книгу

Mehmet’in Fatih unvanını aldığı 1453’teki İstanbul’un fethinden sonra, Anadolu ve Rumeli’nin de bütünlüğü sağlanmış oldu. Fatih, bu dönemde merkezî idareyi güçlendirip iktidarı kendi tekeline aldı. Devlet sisteminde askerî, mali ve hukuki düzenlemeler yapıldı.

      İstanbul ele geçirilip devletin başkenti yapıldıktan sonra Balkanlar’da ve Anadolu’da çok sayıda sefere çıkıldı. 1456’da ele geçirilemeyen Belgrat, 1459’da fethedilerek Sırp Despotluğu yıkıldı. 1458-1460 yılları arasında Mora Yarımadası ele geçirildi. Osmanlı Devleti’nin egemenliği, 1463’te Bosna’ya uzandı.

      1461’de Trabzon ele geçirilip Rum Pontus Devleti yıkılırken Kefe ele geçirilip Kırım Hanlığı Osmanlı Devleti’ne bağlı bir hanlığa dönüştürüldü.

      Akkoyunlu Devleti Tarihe Karıştı

      Fatih’in Anadolu birliğini tesis etmeye dönük ikinci büyük hamlesi 1468 yılında Karamanoğlu Beyliği’ni ortadan kaldırması oldu. Onun doğuda ve batıda genişleyip güçlenmesinden en büyük rahatsızlık duyan ise yine bir Türk Devleti olan Akkoyunlular’dı. Anadolu’da nüfuz siyaseti takip eden Akkoyunlu Devleti Hükümdarı Uzun Hasan, ordusuyla 1473 yılında Fatih Sultan Mehmet’in karşısına çıktı. Bu savaş hem Uzun Hasan’ın hem Akkoyunlu Devleti’nin sonu oldu. Böylece 70 yıllık bir gecikmeden sonra Anadolu birliği yeniden sağlanmış oldu.

      Fatih Sultan Mehmet’in en büyük hedefi Roma’yı ele geçirmekti. Bu amaçla 1480’de İtalya’ya asker çıkarılıp Otranto’da üs kuruldu. Ancak 1481’de Fatih’in zehirlenerek öldürülmesi Kızılelma hayalini suya düşürdü.

      Hızlı Genişleme Ağır Vergilendirmeye Neden Oldu

      Esasında Fatih, devlet sınırlarını genişletirken fethi gerçekleştiren orduya kaynak yaratabilmek için devlet harcamalarını artırmak zorunda kalmıştı. Bu nedenle hayat pahalılığı artmış ve bu durum halkta hoşnutsuzluk yaratmıştı. Hoşnutsuzluğun bir diğer nedeni de konulan ağır vergilerdi. Fatih’in genişleme siyasetinin yarattığı sıkıntılardan şikâyetçi olan başta din bilginleri, esnaf birlikleri şikâyetlerini Amasya’daki şehzadeliği sırasında II. Bayezid ile paylaşmışlardı. II. Bayezid padişah olduktan sonra, kendisine yapılan şikâyetler doğrultusunda reformlar yaptı. Özellikle padişaha, hesap vermeden harcama yetkisi veren örfi uygulamalar, II. Bayezid döneminde durduruldu. Bu çerçevede şeri esaslar ön plana çıkartıldı. Bu esaslar XVI ve XVII. yüzyıl boyunca devletin temel hukuk normlarını oluşturdu. Örfi hukukun çerçevesi şeri hukuk ile sınırlandırıldı.

      Cem Sultan, Batılıların Oyuncağı Oldu

      II. Bayezid, kardeşi Cem Sultan ile saltanat mücadelesine girdi. İstanbul’da hükümdarlık koltuğuna oturamayan Cem Sultan, Batılılara sığınarak abisi Bayezid’in Batılılar karşısında elini kolunu bağladı. Bu dönemde Osmanlı Devleti Karadeniz’i bir Türk denizine çevirirken 1484 yılında Ukrayna steplerinin kapısı sayılan Akkerman Limanı ve Avrupa’nın Karadeniz’e çıkış kapısı olan Tuna ağzındaki Kili Limanı ele geçirildi. Aynı şekilde Mora Yarımadası’nda Venedik Devleti’nin savunma üsleri olan Modon, Koron ve İnebahtı limanları da alındı. Küçük gibi görünen bu başarılar, Osmanlı Devleti’nin bir yandan kuzeye diğer yandan Akdeniz’e açılmasında önemli bir dayanak teşkil etti.

      Osmanlı Devleti’nin enerjisinin giderek yükseldiği bu dönem, Endülüs Müslümanlarının can çekiştikleri bir dönem oldu. İspanya’yı tamamen Hristiyanlaştırmak isteyen haçlılar, Müslümanları ve Yahudileri sürgün ettiler. 1492 yılında sürgün edilen Müslüman ve Yahudilerin imdadına Osmanlı Devleti yetişti. Endülüslü Müslümanlar, Fas ve Tunus’a, Yahudiler Osmanlı topraklarına yerleştirildi.

      Osmanlı Devleti, 16. yüzyıldan sonra Sünni esaslara dayalı bir devlet siyaseti takip etmeye başladı. Bunun nedeni, etkisi doğuda yayılan ve Anadolu’nun güvenliğini sarsan Şah İsmail’in inanç ve düşünceleri idi. Bu durum İslam’daki mezhebî çatışmaların Anadolu’da da çıkmasına yol açtı.

      Şark Meselesinin Mimarı Şah İsmail

      Safevîler’in yeni bir siyasi-dinî ideolojiyle ortaya çıkıp Osmanlı-Sünni idaresine alternatif bir yönetim vadeden propagandaları, Anadolu’daki Türkmen grupları üzerinde çeşitli sosyal ve ekonomik faktörlerin de etkisiyle çok etkili oldu. Sünni-Şii çatışma ve çekişmesi üzerinde şekillenen 1500’lü yıllar, Anadolu’yu âdeta yangın yerine çevirdi. Bu yüzyıldan itibaren Osmanlı Devleti için “Şark Meselesi” ortaya çıktı. Safevîler’in Şii söylemlerine karşı, Osmanlı Devleti Sünni argümanlar geliştirdi. Yapılan askerî sefer ise “mülhid ve zındıklarla cihat” olarak ilan edildi. Hatta bu sefer, kâfirlere karşı yapılan savaştan daha üstün görüldü. 16. yüzyıl boyunca devam eden doğu seferlerinin içeriği ve sebeplerini anlamak için bu dinî ana zemini iyi bilmek gerekiyor. Şah İsmail’in Anadolu’ya dönük planlarını altüst eden ise 1514 yılında Çaldıran’da aldığı mağlubiyet oldu. Yavuz Sultan Selim, kuvvetleriyle birlikte, şehzadeliği sırasında kimliğini gizleyerek satranç oynadığı Şah İsmail’in karargâhının bulunduğu Tebriz’e kadar ilerledi. Ancak burada kalıcı bir egemenlik kurmayı düşünmedi. Doğu Anadolu’ya hâkim olundu, ayrıca Güneydoğu Anadolu’da Memlûkler’e ait bazı yerler ele geçirildi. Böylece Safevî tehdidi geçici olarak savuşturulmuş oldu.

      İstanbul Halifelik Merkezi Yapıldı

      Osmanlı Devleti, doğudaki sınırlarını doğal sınırlarına ulaştırdıktan sonra kutsal toprakları ve Mısır’ı ele geçirme planları yapmaya başladı. Osmanlılar, girişmeyi düşündükleri bu seferin meşru zeminini oluşturmak için yine İslam’ı her türlü tehditten korumakla görevli olduklarını öne sürdüler. Portekiz tehdidine karşı İslam’ın mukaddes yerlerini koruyamayan, halka zulme izin veren Müslüman idaresinin ortadan kaldırılması şeri hukuka uygun bir hareket olarak yorumlandı ve ilan edildi. Böylece girişilen sefer sonucu 1516’da Halep yakınlarındaki Mercidabık’ta, ardından 1517’de Kahire yakınındaki Ridaniye’de yapılan iki savaşla Memlûkler tarih sahnesinden silindi.

      Mısır ve Suriye’nin ele geçirilmesiyle birlikte İslam dünyasının yegâne gücü Osmanlı Devleti oldu. Dönemin en dinamik bölgesinin ele geçirilmesi, Osmanlı Devleti’ndeki sosyal ve iktisadi kalkınmayı hızlandırdı. Özellikle uluslararası ticarette önemli adımlar atıldı.

      Osmanlı Devleti’nin yönetimi altına giren kutsal topraklar, dış tehditlere karşı koruma altına alınırken bölge halkı da ekonomik açıdan desteklendi. Devletin en sıkıntılı dönemlerinde dahi, “surre” adı altında buraya yapılan nakdî yardımlar zengin vakıflar vasıtasıyla devam ettirildi.

      Kanuni ile Yeniden Avrupa’ya Yönelindi

      Kanuni Sultan Süleyman döneminde Osmanlı Devleti yeniden, coğrafi genişleme alanı olarak Avrupa’ya yöneldi. 1521’de Belgrat’ın ele geçirilmesi, Avrupa’ya dönük planlarda önemli bir direnç noktasının kırılmasını sağladı. Ardından 1522’de Rodos Adası’nın ele geçirilmesiyle Akdeniz’de dengeler Osmanlı Devleti lehine değişti. Osmanlı Devleti, 1526 Mohaç’ta kazandığı büyük zaferle Macar Krallığı’nı tarihe gömerken Orta Avrupa’ya da yerleşti.

      1529’daki başarısız Viyana Kuşatması ve 1532 yılındaki Alman seferi ile Almanlara gözdağı verilirken 1538’deki Boğdan seferi ile bugün Moldova sınırlarında kalan Karadeniz’in kuzeyindeki Bender ve Özi ele geçirildi.

      Diğer yandan Akdeniz’deki egemenlik mücadelesinde Barbaros Hayrettin Paşa’nın komutasındaki