Hasan Yılmaz

Ertuğrul Bey’den Sultan Vahdettin’e Tarihin En Kudretli Hanedanı Üç Kıtanın Efendileri Osmanlılar


Скачать книгу

ölçüde yıprandı.

      Viyana bozgunuyla Orta Avrupa topraklarını bırakmak zorunda kalan Osmanlı Devleti ancak Balkan topraklarında tutunabildi. Buna rağmen, Balkanlar’daki varlığı da tehdit altına girdi.

      1683’ten sonra askerî alandaki yetersizlik, Osmanlı Devleti için yeni savunma ihtiyacını gündeme getirdi. Karlofça Antlaşması’yla belgelenen ağır mağlubiyetin ezikliği, ancak 1711’deki Prut Savaşı ile giderilebildi. Poltava’da Rus ordusuna yenilen İsveç Kralı 19. Karl’ın Osmanlı Devleti’ne sığınması Prut Savaşı’na giden süreci başlattı. Rusların Osmanlı sınırlarına yaptıkları tecavüzler, Lehistan topraklarındaki egemenlik mücadelesi Osmanlı ordusunu yeni bir sefere sürükledi. Baltacı Mehmet Paşa 1711’de Prut’ta Rus Çarı Petro’yu durdurdu. Rus çarı burada ağır bir yenilgiden son anda kurtuldu. Daha sonra da Venedik ve Avusturya ile savaşlar yapıldı. Venediklilerle yapılan savaşlar sonucunda kaybedilen Mora Yarımadası ve bazı Ege adaları geri alındı. Alınan bu zaferler Osmanlı Devleti’ni yeniden diriliş konusunda ümitlendirdi. Bu nedenle, Karlofça ile kaybedilen toprakların geri alınmasına dönük planlar yapılmaya başlandı. Avusturya ile 1716’da Petervaradin’de yapılan savaş sonunda Osmanlı Devleti Belgrat’ı da kaybetti. Bu yenilginin ardından 1718 yılında imzalanan Pasarofça Antlaşması ile günümüzde Romanya’nın ikinci büyük şehri olan Temeşvar’ı içine alan bölge ile Küçük Eflak ve Belgrat, Avusturya’ya bırakıldı. Böylece 16. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren elde tutulan ve parça parça elden çıkan Macaristan tamamıyla kaybedilmiş oldu.

      Yenilgiler Lale Devri’ni Doğurdu

      Batı karşısında gerileyişle birlikte, Osmanlı Devleti’nde Batı’ya olan ilgi artmaya başladı. 1718’de imzalanan Pasarofça Antlaşması’ndan sonra 1730’a kadar, Lale Devri denilen müreffeh bir dönem yaşandı. 1730’daki Patrona Halil İsyanı bu dönemin sonunu getirdi

      Lale Devri’nin dinginliğini ise 1723’te İran ile tutuşulan savaş bozdu. 1732’de imzalanan antlaşma da barışı getirmedi. 1733’ten itibaren İran-Osmanlı savaşı tırmanış gösterdi. Savaşı sona erdiren ise Osmanlı’nın Avusturya ile geldiği savaş durumu oldu. Nadir Şah ile yapılan anlaşma sonucunda 1639’da imzalanan Kasr-ı Şirin Antlaşması’ndaki sınırlara dönüldü. Yapılan bu mücadeleler sırasında Nadir Şah, Osmanlı Devleti’nden Caferi mezhebini, ehlisünnetin fıkıh ekolü olarak kabul ettiği Hanefilik, Şafiilik, Malikilik ve Hanbeliliğin yanında, beşinci mezhep olarak kabul edilmesini şart koştu. Ancak Osmanlı Devleti bu şartı kabul etmedi. Böylece İran’ı gayrimeşru ilan etme siyasetinden vazgeçilmemiş oldu.

      Osmanlı Devleti’nin İran ile savaştığı sırada Avusturya, Bosna ve Eflak’a saldırdı. Yapılan savaşı Osmanlı orduları kazandı. Elde edilen zafer sonrasında Belgrat geri alındı. 1739’da Rusya ve Avusturya ile ayrı ayrı imzalanan Belgrat Antlaşması’yla Pasarofça’da kaybedilen yerler geri alındı. Ayrıca Kırım’a saldırıp ardından Yaş ve Hotin’i alan Ruslar da işgal ettikleri yerleri geri verdiler. Azak Kalesi yıkılarak iki devlet arasında tampon bir bölge oluşturuldu.

      Uzun Barış Dönemi Değerlendirilemedi

      1739’da Belgrat Antlaşması’yla başlayan 30 yıllık barış dönemi, 1768’de sona erdi. Bu tarihte Eflak ve Boğdan’a girip Kırım’ı işgal eden Ruslar, İngiltere’nin de desteğiyle 1770 yılında Çeşme Limanı’nda demirli Osmanlı donanmasını yaktılar. 1774 yılında, günümüzde Bulgaristan’ın Şumnu şehri yakınında kalan Kozluca mevkisinde yapılan son savaşı kaybeden Osmanlı ordusu, aynı yıl Güney Dobruca’daki Küçük Kaynarca kasabasında imzalanan antlaşma ile Kırım’ın bağımsızlığını tanımak zorunda kaldı. Osmanlı Devleti, bu antlaşma ile aynı zamanda yabancı bir devletin kendi iç işlerine karışması hakkını tanıdı. Küçük Kaynarca Antlaşması ile Ruslara, Ortodoks halkı himaye hakkı tanındı. Karadeniz Rus gemilerine açıldı. Buna rağmen, Osmanlı Devleti, 18. yüzyılın son çeyreğine doğru batıda ve doğudaki rakipleriyle etkili şekilde mücadele etmeyi sürdürdü. Ancak Ruslara karşı askerî alandaki yenilgiler, ordu sisteminde köklü bir değişim ihtiyacını gündeme getirdi.

      18. yüzyılın sonlarına doğru başlayan dönemde Osmanlı Devleti kaçınılmaz olarak yapısal değişimler içine girdi ve takip eden yüzyılın başından itibaren de Avrupa kıyaslamasına göre özellikle askerî alanda gerilemiş olduğunun farkına varıp kendini köklü bir şekilde yenilemenin yaşam meselesi arz eden bir zorunluluk olduğunu açıkça gördü.

      1774 Küçük Kaynarca Antlaşması ile Kırım’ı bağımsız bir hanlık durumuna getiren Ruslar, 1783’te de Kırım’ı ilhak etti. Osmanlı Devleti, bu ilhak kararını resmen tanımak zorunda kaldı.

      Bu arada Karadeniz’in bir Türk denizi olmaktan çıkışı ve Rusya ile birlikte kullanılır hâle gelişi Boğazlar sorununu gündeme getirdi. Ayrıca 1783 yılında Osmanlı Devleti’ni kapsamlı bir ticaret anlaşması yapmaya zorlayan Rusya, İngiltere ve Fransa’nın sahip olduğu ticari ayrıcalıkları da elde etti.

      Osmanlı Devleti, Küçük Kaynarca’nın rövanşını 1787 yılında almak istedi. Bu çerçevede Kırım’ı fethetmek amacıyla 1787 yılında Ruslara ve Avusturya’ya karşı cephe açtı. Avusturya ile savaş, 1789 Fransız İhtilali ve aynı zamanda Prusya’nın Avusturya’nın genişlemesini istememesi nedeniyle Avusturya’yı çekilmeye zorlaması nedeniyle 1791’de Ziştovi’de imzalanan antlaşma ile sona erdi. Ordu komutanlarının Ruslara karşı yürütülen savaşın zaferle sonuçlanmayacağını anlamlarıyla da Rusya ile 1792 yılında Romanya’nın Yaş şehrinde barış antlaşması imzalandı. Anlaşma sonucunda Tuna Nehri Osmanlı-Rus sınırı olarak kabul edildi. Kuban Nehri’nin sınır kabul edildiği Kafkaslar’da ise Ruslar ilerlemeye devam etti.

      Yaşanan Hezimetler Yenilenmeyi Dayattı

      Savaşlarda alınan ağır yenilgiler yenilenme ihtiyacını kabul ettirdi. Bu doğrultuda askerî eğitim, ordu ve donanmada yeniliğe gidilmesi kararlaştırıldı. Ancak bunu gerçekleştirmek öyle kolay olmadı. Devlet düzeninde yenileşme ihtiyacının kapsamının genişletilmesi, toplumun değişik kesimlerinde direnç yarattı. Gösterilen direnç nedeniyle yeni ordu anlamındaki Nizam-ı Cedit çalışmaları mali ve idari alandaki kurumsal düzenlemelere rağmen Mayıs 1807’de sona erdi.

      III. Selim tarafından başlatılan reform çalışmalarını, II. Mahmut devam ettirdi. Nizam-ı Cedit’in kurulmasını engelleyen Yeniçeri Ocağı’nın ortadan kaldırılmasından sonra III. Selim devrindeki yenilenmede görülen eski ve yeniyi birlikte götürme mecburiyetinden tamamen kurtulundu. Merkezî yönetimi güçlendirmek amacıyla başlatılan reform çalışmalarıyla, devletin yönetim yapısında köklü değişikliğe gidildi. Böylece devletin değişik yerlerinde yarı bağımsız hâle gelen yerel güçler tasfiye edildi. Mısır dışında merkezîleşme çalışmaları başarıyla uygulandı. Tabii 1789 Fransız İhtilali ile ateşlenen milliyetçilik fikirleri, Osmanlı Devleti’ndeki merkezîleşme çalışmalarına karşı direnç gösterilmesine de neden oldu. 1821’deki Mora isyanı bağımsız Yunanistan’ın oluşum sürecini başlattı. Kuzey Afrika’daki Osmanlı toprakları üzerindeki merkezî otorite ise 18. yüzyılda olduğu gibi hükmünü ancak hukuki bağlılığı içinde ismen sürdürebildi. 1830 yılında Cezayir ve 1881 yılında Tunus Fransızların, 1882 yılında ise Mısır İngilizlerin eline geçti.

      Anayasal Sistemde Değişikliğe Gidildi

      Yeni şartların yenileşmeyi zorunlu hâle getirmesiyle Osmanlı Devleti, anayasal devlet olmak yolunda önemli bir adım attı. Yapılan reformlar 3 Kasım 1839’da ilan edilen Tanzimat Fermanı ile taçlandırıldı. Ferman, Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde çok öncelerde