>Mevlana Muhammed Ali, Ahmediye hareketinin Lahor kolunun kurucusudur. Hindistan’da, Murar’da (Kapurthala) doğdu.1 Muhammed Ali, Batı tarzındaki okullarda öğrenim gördü ve 1894’te Lahor’daki Government College’dan mezun oldu. S. Muhammed Tufeyl, onun İslam hakkında düzenli bir eğitim almadığını ve Kur’an’ı kendi kendine öğrendiğini yazar. 1894’te Lahor İslamia College’da matematik hocası tayin edildi. İngiliz dili ve hukuk alanındaki yüksek lisansını tamamladı. 1897-1899 yıllarında Lahor Oriental College’da öğretim üyesi oldu. Bir süre avukatlık yaptı.2
Gulâm Ahmed ondaki potansiyelin farkına vardı. Ondan kendisini ilme adamasını ve İngilizce yayın yapmasını istedi.3 Mevlana Muhammed Ali, Kadiyan’a yerleşerek Gulâm Ahmed’in teşvikiyle ilmî çalışmalara başladı. Bir süre onun konuşma ve yazılarını İngilizceye çevirdi, bazı telif denemeleri yaptı. Kadiyanilerin, ilk sayısı Ocak 1902’de çıkan yayın organı “The Review of Religions” dergisinin editörlüğünü üstlendi. Gulâm Ahmed, 1905’te açıkladığı vasiyetinde kendisinden sonra cemaatini yönetmek üzere teşkil ettiği Sadr-ı Encümen-i Ahmediye’ye Muhammed Ali’yi de aldı.
Muhammed Ali ileri düzeyde bir İngilizce ve Urduca ile yazılarını yazmıştır. Yazılarını dilin tüm kuralları ve Batı araştırma metodolojisi ile donatmıştır. Muhammed Ali, Hristiyan misyonerlerinin İslam’a yönelik eleştirilerine cevap vermiştir. O, Kur’an metinlerini İngilizceye çeviren ilk Müslüman’dır. [1917]4
Osmanlılar’a kayıtsız kalan Gulâm Ahmed’in ve sonraki Kadiyanilerin aksine Osmanlı hilafetini desteklemiş, bu amaçla iki risale kaleme almıştır. Geleneksel İslam anlayışını devam ettirmesine rağmen Gulâm Ahmed’in hayatına ve eserlerine aşırı vurgu yapması, onu beklenen mesih olarak anması, modernist görüşlerinde Seyyid Ahmed Han ile Batıcıları takip etmesi, modern bilimin verilerine çok güvenmesi yüzünden birçok kişi ona tereddütle yaklaşmıştır. Ebü’l Hasan Nedvî, 1959’da yazdığı kitabında Muhammed Ali’nin görüşlerine olumsuz bakışını ilmî seviyede sürdürürken eserlerinde aşırı bir çizgi takip eden İhsan İlahi Zahir, onu, Müslümanları aldatmakla suçlamıştır. Pakistan’da ulemanın girişimiyle Kadiyanilerin hem Kadiyan kolu hem Muhammed Ali’ye bağlı Lahor grubu, İslam dışı azınlık ilan edilmiş, bu hüküm anayasaya ve ceza kanununa da konulmuştur. Neticede Lahor Ahmedileri, Pakistan’da pasif hâle gelmişlerse de başka ülkelerdeki faaliyetlerini yaygınlaştırmışlardır.5
Gulâm Ahmed’in halifesi Hakîm Nûreddin’in 1914’te ölümü üzerine ikinci halife seçilen Mirza Beşîrüddin, Gulâm Ahmed’in peygamberliğine inanmayanları kâfir ilan edince cemaat ikiye ayrıldı.6 Muhammed Ali bazı arkadaşlarıyla birlikte Kadiyan’ı terk edip Lahor’a yerleşti. Burada Ahmediye Encümen-i İşaat-ı İslam adıyla cemaatin bir şubesini açtı ve ölümüne kadar başkanlığını yaptı.7 Cemaat faaliyetlerinin büyük bir kısmı Lahor merkezli olarak yürütüldüğü için bu yeni hareketin mensuplarına Lahorî Ahmedîleri denildi. Muhammed Ali, cemaat faaliyetleri için şube açmak ve tebliğde bulunmak amacıyla yakın bölgelere seyahatler düzenledi, dünyanın çeşitli bölgelerine davetçiler gönderdi. 13 Ekim 1951 tarihinde Karaçi’de öldü ve Lahor’da defnedildi.
Mevlana Muhammed Ali’nin “Ku’ran-ı Kerim”, tefsir, hadis, kelam ve mezhepler tarihi ile ilgili pek çok eseri mevcuttur. Siyer ve İslam tarihi ile ilgili eserleri aşağıda verilmiştir.
Kendilerinden ayrıldığı Kadiyaniler kadar iyi teşkilatlanmış olan Muhammed Ali; Kadiyaniliğin, Kadiyan ve Rebve koluna sert eleştiriler yöneltmiş; Ahmedîliğin asıl amacının İslamiyeti yaymak olduğunu söylemiş; peygamberliğin Hz. Muhammed ile sona erdiğini, Gulâm Ahmed’in peygamber değil müceddit ve beklenen mesih olduğunu ileri sürmüş; Gulâm Ahmed’in kitaplarındaki vahiy ve nübüvvet gibi ifadelerin sembolik anlatımlar şeklinde ve tasavvufi çerçevede anlaşılması gerektiğini belirtmiştir.
“Ahmed-i Müctebâ” [Lahor 1917], Kur’an’da, Hz. İsa tarafından Ahmed ismiyle müjdelendiği bildirilen kişinin [61.Saf 6] Hz. Muhammed olduğunu ispatlamak amacıyla telif edilen eserde Mirza Mahmud Ahmed’in, Gulâm Ahmed’in nebi olduğu yolundaki yanlış inancını reddedici mahiyette izahlara da yer verilmiştir.
“Muhammad and Christ” [Lahor 1922], Hristiyan misyonerlerin Hz. İsa’nın Hz. Muhammed’den daha üstün olduğu iddiası üzerine telif edilen eserde Hz. Muhammed ile Hz. İsa, Kur’an’daki ayetler ışığında karşılaştırılmıştır. Geniş ölçekli ün kazanan eser Doğu’da (Asya) ve Batı’da on beş farklı dile çevrilmiştir.
“Tarih-i Hilafet-i Raşide” [Lahor 1924, 1932], Dört halife dönemiyle ilgili olan eser, Mevlana Ya’kub Han tarafından “The Early Caliphate” adıyla İngilizceye tercüme edilmiştir. [Lahor 1932-1947-1951]”
“Hâtemü’n-Nebiyyin” [Lahor 1937], Urduca bir siyer kitabıdır.
“Living Thoughts of the Prophet Muhammad”. [London 1947] Eser müellif tarafından Urducaya çevrilmiş ve “Zinda Nabi ki Zinda Ta’lim” adıyla yayımlanmıştır. [Lahor 1948]8
“Sîretü Hayrü’l-Beşer” [Lahor 1919], Hz. Peygamber’in hayatıyla ilgili olup müellifin en meşhur eserlerinden birisidir. Eserde yeri geldikçe İslam karşıtlarının Hz. Peygamber’e yönelik eleştirilerine de cevap verilmiştir. Muhammed Mustafa adıyla bir muhtasarı da bulunan eserin [Lahor 1929] “Muhammad the Prophet” adlı İngilizce çevirisi Mevlana Muhammed Ya’kub Han tarafından yapılmıştır. [Lahor 1924] Bu tercüme “The Prophet of İslam” adıyla ihtisar edilmiştir. [Lahor 1928] Müellif, kitabın İngilizce tercümesinin ikinci baskısına [Lahor 1932] “Islamic Wars” ve “The Alleged Atrocities of the Prophet” [Lahor 1930], adıyla iki risale eklemiştir. Eserin bu baskısının otuzu aşkın dile çevrildiği belirtilir. Eser, Ömer Rıza Doğrul tarafından “Peygamberimiz Aleyhisselam” [İstanbul 1341-1342], Ali Genceli tarafından “Peygamberimiz’in Hayatı: Sîretü’n-Nebî” adıyla Türkçeye de çevrilmiştir.
Mevlana, eserin ilk iki bölümünde İslamiyetten önce Arap Yarımadası’nın genel durumu hakkında bilgi verir. Üçüncü bölümde kutsal kitaplarda Hz. Muhammed’in müjdelenmesi üzerinde durur. Tevrat’tan ve İncil’den parçalar verip bunları Kur’an’dan ayetler ile destekleyerek Hz. Muhammed’in kutsal kitaplarda müjdelendiği sonucuna varır. Beşinci bölümde; Hz. Muhammed’in ataları ile ilgili bilgiler verir. Altıncı bölümde Hz. Muhammed’in nübüvvetten önceki hayatını anlatır. Özellikle “el-Emin” sıfatını alışı, “hilfu’l-Fudûl”a katılışı, Kâbe’nin tamiri esnasındaki hakemliği ve “Hacerü’l-Esved”i yerine koyuşunu anlatır. Maun Suresi’nin ayetlerine atıfla Hz. Muhammed’in yetimlere, yoksullara ve çaresizlere karşı çok iyi davrandığını belirtir. Daha sonra vahyin başlangıcı, ilk Müslümanlar ve Habeşistan’a hicreti anlatır. Onuncu bölümde Garanik Olayı ile ilgili olarak bazı değerlendirmeleri mevcuttur. Taberi ve Vakıdi’nin rivayetlerinin temel alınarak tüm hayatı putperestlikle savaş ile geçen bir Peygamber’in putlara secde etmeyeceğini, onları tanımayacağını belirtir. Bu rivayetlerin mevsuk olduğunu belirtir. Daha sonra Hz. Muhammed’in ve ilk Müslümanların çektikleri eziyetleri uzun uzun anlatır. Medine’ye hicreti anlatır. Ancak Hz. Muhammed’in kendi can korkusuna hicret etmediğine vurgu yapar. Öyle olsa idi; önce kendisi giderdi şeklinde bir değerlendirmesi vardır. Hz. Peygamber’in Allah’a tam güvendiğini, davasına sadık olduğunu belirtir. Bu yüzden Hz. Peygamber’in en son hicret ettiğini belirtir. Batılı yazarların kitaplarından bölümler vererek onların Hz. Muhammed’in çok kısa bir sürede bu kadar değişiklik meydana getirmesine hayranlıklarını belirtir.
Medine anayasası üzerinde durur. Hz. Peygamber’in, barışı her zaman ön planda tuttuğuna vurgu yapar. Bedir Savaşı’nı anlatırken, coğrafya bilgisini de kullanarak tam bir tarihçilik yapmıştır. Ebu Süfyan’ın Mekke’ye göndereceği habercinin ve gelecek yardımın en az otuz günlük bir sürede geleceğini Bedir’in Mekke’ye üç günlük mesafede bulunduğunu, dolayısıyla Mekkelilerin çok önceden hazırlık yaptıklarını belirtmektedir. Olayın yanlış anlaşıldığını