fethini ve Huneyn Savaşı’nı, İslam’ın bütün Arabistan’a yayılışını klasik kaynaklara uygun bir şekilde anlatmıştır. Veda hutbesi’ni anlattıktan sonra Hz. Muhammed’in evliliklerinden bahsetmiştir. Hz. Muhammed’in iddia edildiği gibi şehvet düşkünü olmadığını, hayatının elli beş yılını tek eşli geçirdiğini belirterek yapılan evliliklerin siyasi ve insancıl olduğunu belirtmiştir. Peygamberimiz’in güzel ahlakını ayet ve hadislerle anlatarak kitabını bitirmiştir.
Kaynak olarak gerek klasik kaynaklar gerekse Batılı kaynakları rahatlıkla kullanmıştır. Anlatımlarını Kur’an’dan ayetler ile süslemiştir. Ara ara bilimsel tarihçiliğin tüm unsurlarını kullansa da yer yer savunmacı bir tarih anlayışı benimsediği görülür.
BİRİNCİ BÖLÜM
ARABİSTAN VE ARAPLAR
Doğrusu insanlar için ilk kurulan ev, Mekke’de, dünyalar için mübarek ve doğru yol gösteren Kâbe’dir. 9
“Arabistan Yarımadası” ismiyle bilinen memleket; Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarının bulunduğu doğu yarım kürede, merkezî bir yer işgal eder. Arabistan âdeta eski dünyanın kalbi gibidir. Bir din tesis eden peygamberlerin sonuncusu olan Peygamber Efendimiz’in ataları bu memlekettendir. Doğuda Basra Körfezi, batıda Kızıl Deniz, güneyde ise Umman Denizi, Dicle ve Fırat nehirleri mevcuttur. yarımadanın doğusundaki Basra Körfezi’ne dökülen Dicle ve Fırat nehirleri, kuzeydoğuda sanki tabii bir sınır gibidir. Coğrafyacılar Irak ile Arap Suriye’sini, yarımadanın bir parçası olarak kabul etmişlerdir. Irak ve Suriye diyarı çıkarıldığında, Arabistan Yarımadası 12.000 mil karelik bir alandır. Bu sahanın hemen hemen üçte birini çöller teşkil eder. Böyle olmakla beraber yarımadada küçük akarsulara da rastlanır. Fakat bunlar çöllerde kaybolur gider. Yarımadada kuzeyden güneye doğru uzanan dağ silsilesinin en yüksek noktası 2400 metreye ulaşır. Yarımadanın başlıca mahsulü hurmadır. Eski devirlerde burası; altın, gümüş, kıymetli taşlar ve baharatıyla meşhurdu. Arabistan’da en kıymetli hayvan ise deve ile attır. Arap atı, güzelliği, sureti ve hareketliliği itibarıyla emsalsizdir.
Hâlihazırdaki siyasi taksimat, Irak ile Arap Suriye’sini Arap Yarımadası’nın bir parçası olarak tanımamaktadırlar. Aslında bunlar Arabistan’ın bir parçasıdırlar. Irak, İran’a bitişik olarak uzanır. Uzun bir zaman İslam eğitim sisteminin bir merkezi olarak Basra ve Kufe, Hz. Ömer zamanında tesis olunmuşlardı. Arap Suriye’si kuzeydedir; Halep’e kadar uzanır. Bu sebepten Arap coğrafyacıları, Arabistan’ın kuzey sınırını Fırat nehri olarak gösterirler. Hz. Musa’nın vahiy aldığı Sina Dağı bu kısımdandır. Bir zamanlar Amalika burada büyük bir devlet kurmuştur.
Asıl Arabistan birtakım coğrafi bölgelere ayrılır. Harem-i Şerif’in içinde bulunduğu kısım Hicaz’dır. Mekke, başlangıcı kesin olarak bilinmeyen bir zamandan beri Kâbe-i Muazzama içinde bulunduğundan büyük bir hürmet görmüştür. Bu hürmetten dolayı Kâbe’nin etrafında herhangi bir düşmanca hareket yasaklanmıştır. Harem-i Şerif adıyla da anılmasının sebebi budur. Yahudilerin mukaddes kitabı Tevrat’ta, Hicaz; Paran ismiyle geçer. Hicaz’ın meşhur şehirleri Mekke, Medine ve Taif’tir. Hicaz, Kızıldeniz sahili boyunca bir dikdörtgen gibi uzanır. Hicaz’ın başlıca limanları Cidde ve Yenbu’dur. Mekke ve Medine’ye giden hacılar buralara inerler. Hicaz’ın doğu tarafından Necid ile batı tarafından Yemen’in bir parçası olan Asir ile sınırlıdır.
Arabistan’ın ikinci önemli kısmı, yarımadanın güneyinde bulunan Yemen’dir. Hadramut ile Ahkaf, Yemen’in önemli merkezleridir. Arabistan’ın en verimli parçası Yemen olduğundan, en medeni bölümü de burası olmuştur. Bugün bile o tarihlerden kalma muhteşem binaların enkazlarına rastlamak mümkündür. Su kaynaklarını dağlardan kurtarmak ve arazinin sulanmasını temin maksadıyla, burada muazzam kemerler yapılmıştı. Bunların en meşhurlarından birisi, Kur’an’da da zikredilen Ma’rib Seddi’dir.10 Yemen ayrıca madenler, kıymetli taşlar ve baharat gibi eşyaların alım satımının yapıldığı bir ticaret merkeziydi.
Kur’an-ı Kerim’in bahsettiği Ad11 Kavmi, bir zamanlar burada kendi adıyla anılan bir devlet kurmuştu. Bu bölüm ise Ahkaf adıyla bilinir. Hadramut, Yemen’in Hint Okyanusu’na en yakın olan bölümüdür. Merkezî şehri San’a, iskelesi Aden’dir. San’a’nın kuzeyinde, bir zamanlar Hristiyanlığın yayıldığı bir yer olan Necran bulunur. Resul-i Ekrem’i ziyaret eden ve Mescit-i Nebevi’de misafir edilen Hristiyan heyet buradan gelmiştir. Necran’ın kuzeyinde Asir vilayeti uzanır.
Arabistan’ın üçüncü bölümü, Cebelü’s-Sırat’ın doğusundan içlere doğru uzanan Necid’dir. Deniz seviyesinden yaklaşık olarak iki bin üç bin kademe yüksekliğinde bulunan bu bölge çok verimli bir ovadır. Hz. Peygamber’in büyük bir sefer düzenlediği Gatafan Kabilesi burada oturur. Necid, üç taraftan çöl ile çevrili, güneyde ise Yemame ile huduttur. Peygamberlik iddiasında bulunan yalancı peygamber Müseyleme’yi yetiştiren Beni Hanife Kabilesi burada ikamet etmektedir.
Arabistan’ın güneydoğusunda Umman Körfezi’nin sahili boyunca Umman ismindeki saha uzanır. Merkezi Maskat olan bu vilayet sultan namını ancak ismen taşıyan bir şahıs tarafından idare edilmektedir. Umman’ın kuzeyinde Bahreyn bulunur ki incisiyle, meşhurdur. Bu sahanın batısında bir zamanlar bir hükümdarlık olan Hire mevcuttur.
Dikkate değer diğer bir saha ise bir zamanlar Semud Kavmi’nin oturduğu Hicr’dir. Burası Medine’nin kuzeyindedir. Tebük üzerine yürüyen Peygamber Efendimiz buradan geçmişti. Semud Kavmi’ne gönderilen Peygamber Salih’tir (a.s.). Tebük ve Hicr bugün Hicaz demir yolunun iki istasyonu idiler. Hicr’in doğusunda Hz. Şuayb’ın (a.s.) peygamber olarak gönderildiği Medyen şehri bulunmaktadır, Medyen’in kuzeyinde bir zamanlar Yahudilerin meşhur yerleşim merkezlerinden biri olan Hayber bulunur.
Yukarıda da söylediğimiz gibi Hicaz’ın başlıca şehirleri, Mekke, Medine ve Taif’tir, Bunlardan Taif iklimi serin, yeşillik, suyu bol, meyvenin çok yetiştirildiği bir şehirdir. Mekke’nin doğusunda bulunan bu şehir Hicaz zenginlerinin sayfiye şehridir. Mekke, tarih boyunca birçok isimle anılmıştır; Bekke, Ummü’l-Kura gibi. Mekke şehri bugün de Suudi Arabistan’ın en kalabalık üç şehrinden biridir. Her taraftan dağlarla çevrili olan Mekke en eski zamanlardan beri yarımadanın ruhani, manevi merkezidir. Bilinen tarihin en eski devirlerinden beri Arabistan’ın her köşesinden Araplar, Mekke’de bulunan Beytullah’ı ziyaret için gelirlerdi. İngiliz bir yazar olan William Muir12 “Muhammed’in Hayatı” isimli eserinde Mekke’den şöyle bahseder:
Milattan yarım asır önce yazdığı eserinde, Diodorus Siculus, Arabistan’ın Kızıldeniz’le çevrili bölümü hakkında, “Burada bütün Araplar tarafından saygı gösterilen bir mabet bulunur.” demektedir. Bu sözler muhakkak Mekke’deki Beytullah’ı ifade etmektedir. Çünkü ondan daha eski bir mabet bilinmemektedir, Arapların ananeleri, Kâbe’den başka hiçbir yerin bu hürmeti kazanmadığını göstermektedir. Yemen, Hadramut, Basra Körfezi, Suriye Çölü, Hire ve Irak havalisinden halk her sene bölük bölük aceleyle Mekke’ye gelirlerdi. Bu kadar geniş bir hürmetin bulunması muhtemelen Kâbe’nin tarihinin çok eski olduğunu gösterir.
William Muir, Kâbe’nin tarihinin eskiliğini Arap gelenekleriyle bağlantılı görmektedir. Kâbe’nin tarihinden Kur’an-ı Kerim de bahsetmektedir. Kur’an’a göre Kâbe, insanlar için yapılan ilk ev, yani ibadet maksadıyla yapılmış ilk binadır.13 İlahi vahyin