münasebet kurabilirdi. Araplar arasında boşanma çok yaygındı. Bir adam karısını bin kere boşar ve onun iddeti sona erdikten sonra yine alabilirdi. Bazı kere erkekler eşlerine yaklaşmamak için yemin ederler yahut kadınlarına anneleri gibi baktıklarını ilan ederler; bu suretle de kadın ne evli ne de boşanmış olur, ihmal edilmiş bir hâlde kalırdı. Bu hareket tarzı sırf kadınlara zarar vermek için seçilen bir yoldu. Zavallı kadın ise bunlar karşısında bir şey yapamazdı. Cinsi münasebeti ifade için Araplar, en müstehcen kelimeleri kullanırlardı. Aşk ve fuhuş hikâyeleri, edep ve ahlaka aykırı bir şekilde mağrurca bir eda ile söylenirdi. Yüksek ailelere mensup kadınlara aşk şiirleri ile sarkıntılık edilirdi. Araplar arasında kadının ne kadar düşük bir seviyede olduğu göz önüne serilince, kadınlığın İslam Peygamberi’ne olan şükran borcu, daha açığa çıkar. Hz. Muhammed (s.a.v.), kadını, zillet çukurundan şeref ve haysiyet mevkisine çıkarmıştır. Kadınlara, dış görünüşte sathi hürmetten başka bir bağlılığı olmayan medeni Avrupa bile, İslam dininin kadına verdiği hakların pek çoğunu vermemiştir. İslam’ın kadınlığa temin ettiği hürmet, onun iffetini temin etmek, erkekle müsavatını tanımak esasına dayalıdır ki Batı medeniyetinde böyle bir şeye tesadüf edilemez.
İslam dininin kadın hakları konusunda yaptığı ıslahatı ortaya çıkarırsak aradaki fark daha iyi anlaşılacaktır. Kur’an-ı Kerim, erkeklerin kadınlar üzerinde hakları olduğunu ifade ettiği gibi kadınların da erkekler üzerinde bazı haklarının olduğunu ifade eder.24
Bu ayet-i kerime, kadınlığın hürriyet beratıdır. Hz. Peygamber şöyle buyurur: “Sizin en hayırlınız zevcelerine en iyi muamele edendir.” Kadınlığı hakir görmekle aşırı gitmiş olan Arabistan muhiti, bu kadar yüksek ahlakla mütehassıs olmaya başlamıştı. Kız çocuklarını diri diri gömmeyi bir asalet alameti gören bir memlekette, kadınlara hürmeti yerleştirmek kolay bir şey değildi. Babalar, doğan çocukları kız olduğu zaman kederlenir, en derin endişeye düşerler, onu gömmeyi veya aileye yükleteceği zillete dayanmayı düşünürlerdi.25
Şayet baba, kızını diri diri gömmeye karar verirse yavrusunu alır, çöle götürür, onu eliyle kazdığı çukurun kenarına koyar; sonra onu çukura iterek, feryat eden o günahsızın yüzüne yığın yığın kumları atarak, onu öylece gömerdi. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), bir kere böyle bir hadiseden haberdar edildiğinde ağlamışlardı. Bazen de kız çocukları doğduğu takdirde, onun öldürülmeleri konusu, evlilik öncesi her iki taraf arasında karara bağlanırdı. Eğer bu durum hükme bağlanırsa çocuğun annesi, birçok kadını davet ettikten sonra onların gözü önünde bu işi yapardı. Bütün bu davranışlar, Kur’an-ı Kerim’in ayetleri ile son bulmuştu. Bunun için Hz. Peygamber’in insanlığa ifa ettiği hizmet eşsizdir.
Bütün Arabistan’da yaygın olan çirkinliklerden birisi de içki idi. Araplar günde birkaç defa içki sofraları kurarlardı. Birkaç fıçı dolusu içkisi bulunmayan Arap evi yoktu. Kur’an-ı Kerim içkiyi de haram kılmıştı.26 Bütün içkiler dökülmüş, kapları da parçalanmıştı. Rivayet edildiğine göre içkinin haram kılındığı gün, Medine sokaklarında sel suyu gibi içki akmıştı.
Arap toplumunun o zaman içine düştüğü rezaletten biri de kumardı. Vakit geçirmek için Araplar devamlı kumar oynarlardı. Kumar oynamayanlara da sefil derlerdi. Müslümanlığın ruhani kudreti, bu felaketi de kaldırarak Arabistan’ı kurtardı.
Araplar, talim ve terbiyeden nasibini almış bir millet değildiler. Bunların aralarında okuma yazma bilenler çok nadirdi. Cehalet, hurafeleri takviye ettiğinden, Araplar arasında türlü türlü garip inançlar yayılmıştı. Araplar, cinlere, perilere inandıkları gibi, bunlarla konuştuklarını iddia ederlerdi. Cinlerle perilerin getirdikleri bir takım hastalıkları ortadan kaldırabilmek için efsunlar yapılır, tütsüler yakılırdı. Araplar, insan ruhunun, doğduğu zaman kişinin vücuduna giren küçük bir varlık olduğunu, insan öldüğü zaman da bu küçük varlığın insan vücudunu terk ederek kabrinin üzerinde uçtuğunu söylerlerdi. Kuraklık zamanında Araplar bir ineğin kuyruğuna kuru otlar bağlarlar bunları ateşler, hayvanı da dağa doğru salıverirlerdi. Başlarına bir felaket geldiğinde ise evlerine arka kapılardan girerlerdi. Araplar kuşların uçuşlarından çeşitli manalar çıkarırlardı. Yol üzerinde tesadüf edilen bir kuş sağdan sola doğru uçarsa Araplar bunu hayra yorarlar aksini ise şer kabul ederlerdi. Ahiret hayatına inanan Araplar ise kabirlerin üzerine bir deve bağlar ve açlıktan ölünceye kadar onu orada tutarlardı. Ölünün kıyamet günü bu deveye bineceğine inanırlardı. Ayrıca, insan ruhunun bedenden ayrıldıktan sonra bir baykuş şekline girdiğine ve kabrin üstünde uçtuğuna inanılırdı. Batıl inançlarına göre; Arap’ın birisi öldürülürse intikamı alınıncaya kadar kabrinin üzerinde dönüp dolaşan baykuş “Bana su verin, bana su verin!” dermiş.
Araplar falcıların, müneccimlerin sözlerini doğru sayarlardı. Sonuç itibarıyla cahiliye Arapları, bu çeşit yüzlerce hurafeye inanırlardı. Birkaç sene zarfında Hz. Peygamber bunları vâris oldukları esaret zincirinden kurtardı. Onları ahlak, irfan ve medeniyetin zirvesine ulaştırdı.
Araplar gibi çökmüş bir milletin nail olduğu ıslahı ve ona benzer yükselişin bir emsalini göstermek için cihan tarihinin sayfalarını boşuna çevirmeyiniz. İslam Peygamberi’nin bu başarısı, ona “Fahr-i Âlem” lakabını kazandırmaz mı?
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
ARABİSTAN’DA YENİLEŞME HAREKETLERİ
Bu, babaları uyarılmadığından gafil kalmış bir milleti uyarman için güçlü ve merhametli olan Allah’ın indirdiği Kur’an’dır. 27
Hz. İbrahim’in peygamberliğinden önce ve risaletini takip eden yıllarda, Arabistan’ın çeşitli bölgelerinde peygamberler çıkmıştı. Bu peygamberlerden bazılarının isimleri Kur’an-ı Kerim’de geçmektedir. Hz. Hud, Yemen’in Ahkaf diye bilinen bölgesinde oturan Ad Kavmi’ni ıslah için gönderilmişti. Hz. Salih ise Medine’nin kuzeyinde bulunan Hicr’de oturan Semud Kavmi’ne gönderilmiştir. Hz. Hud ve Salih peygamberler Hz. İbrahim’den önceydiler. Hâlbuki birbirini takiben ortaya çıkan İsmail ve Şuayb, Hz. İbrahim’den sonra Yemen ve Medine’ye gönderilmişlerdi. Eserler ve ananeler, Ad Kabilesi’ni çok kuvvetli bir kavim olarak göstermektedir. Bunlar Arabistan’ın hududunu aşan bir devlet kurmuşlardı. Hz. Hud’dan önce de bunlara peygamber gönderildiği anlaşılıyor. Hz. Hud, Ad’ın dünyaya bağlılık noktayı nazarlarından en alçak seviyeye düştükleri zaman gönderilmişti. Bu kavim, Hud Peygamber’in davetini kabul etmemiş ve çok şiddetli cezaya uğramıştı. Bunlar Ahkaf’ın şimalinde uzanan büyük çölün kum fırtınası ile helak olmuşlardı. Bu felaketi göz önüne alan Semud Kavmi de dağlara sığınarak, meskenlerini kayaları oyarak yapmışlardı. Fakat bunlar da cezaya çarptırıldıkları zaman yakayı kurtaramamışlar ve bir deprem ile helak olmuşlardı.
Arabistan haritasına bir göz attığımız takdirde, isimlerini saydığımız dört peygamberden Hud ile İsmail’in (a.s.) Güney Arabistan’a, Salih ile Şuayb’ın (a.s.) Kuzey Arabistan’a peygamber olarak gönderildiğini görürüz. Fakat Hicaz adı ile bilinen Arabistan’ın merkezine peygamber gönderilmediği anlaşılmaktadır.
Hz. İbrahim’in (a.s.) Mekke’yi ziyareti ve oğlunu orada bırakması, daha sonra Kâbe’yi inşa etmesi, buralarda birçok mekân ve makamların kendi adına izafe olunmasına sebebiyet vermiştir.
Beni İsrail peygamberlerinin risaletleri zamanında Arabistan’da putperestlik had safhasındaydı. Yemen meliklerinden biri Hz. Süleyman’ın irşadı ile tevhit