tarafından verilen müjde ile Peygamber Efendimiz’in kastedildiğini ortaya koyar.
Kitab-ı Mukaddes’te sarih bir müjde daha vardır. Deniliyor ki: Tanrı, Sina’dan geldi. Sair’den onlar kıyam etti. Paran’dan ziya parladı. On bin aziz ile ileriye geldi. Sağ yanında onlara doğru parlak bir şeriat geliyordu. Sina’dan gelmek Musa’nın zuhuruna, Sair’den gelmek İsa’ya işarettir. Paran’ın ise Hicaz olduğunda şek ve şüphe yoktur. Çünkü Hicaz’ın eski adı Paran’dır. Hz. Peygamber burada İsmail Peygamber’in evladından zuhur etmiştir. Bütün dünya kahramanları içerisinde Mekke’ye on bin seçme mücahit ile giren tek tarihi şahsiyet Hz. Peygamber’dir. Sağ tarafında onlara doğru parlak bir şeriat geliyordu tabirinden de “Şeriat -ı Garrâ” murat edilir ki bu da Peygamberimiz’in şeriatının adıdır.
Dördüncü müjde de geleceği vadedilen Peygamber’in Arabistan’da zuhur edeceğini göstermektedir. Siz Arabistan’daki ormanda ikamet edeceksiniz. Ey dindarların yolcu arkadaşları, susuzlara onlar su verirler. Yeni arazinin sakinleri, muhacirleri ekmekle karşıladılar. Çünkü onlar sıyrılan kılıçlardan ve onların yaylarından harbin musibetlerinden kaçmışlardı.43 Bir kere bu cümlelerdeki Arabistan kelimeleri önem taşır. Sonra hicret edenlerden bahsedilmesi, müjdenin hedefini tayin etmektedir. Dünya tarihi yalnız bir hicret kaydediyor ki o da Hicret-i Muhammediye’dir. İslam tarihi bu hicretle başlamaktadır. Çünkü bu tarihi hadise, İslam’da, yahut bütün dünya medeniyet tarihinde yeni bir devir açmaktadır.
“Sıyrılan kılıçlardan kaçtı.” kelimeleri daha açık bir şehadeti ihtiva eder. Çünkü tarihin teyit ettiği gerçeklerden biri, Resul-i Ekrem’in, Hicret gecesinde kana susamış, kılıçlarını çekmiş, hane-i saadetlerinden çıkar çıkmaz onu öldürmeye azmetmiş düşmanlarla çevrili bulunduğudur. Hicret-i Muhammediye kadar büyük neticeler doğuran diğer bir hicret yahut Hz. Muhammed’den başka sıyrılan kılıçlar ortasından hayatını kurtaran bir peygamber bulmak için tarihi karıştırmak boşunadır.
Hz. Davud, Süleyman ve Beni İsrail peygamberleri tarafından buna benzer birçok müjde verilmiş ise de sözü kısaltarak bunları saymıyoruz. Yalnız Beni İsrail peygamberlerinin sonuncusu olan Hz. İsa’nın bazı müjdelerini tespit ediyoruz:
“Beni seviyorsanız emirlerime riayet ediniz. Ben de Rabb’ime tazarru ederim. O size diğer bir tesellici gönderir ki sizinle beraber kalır.”
“Fakat benim ismimle Rabb’imin göndereceği tesellici, Ruh’ul Kudüs size her şeyi öğretecektir.” 44
“Size doğruyu söylüyorum. Benim gitmekliğim sizin için lazımdır. Çünkü gitmeyecek olursam teselli verici gelmeyecektir. Fakat irtihal edersem onu size göndereceğim.” 45
Yine denilir ki:
Size söyleyeceğim başka şeyler daha var. Fakat siz onlara şimdi tahammül edemezsiniz. Bununla beraber o ruhu hakikat geldiği zaman sizi bütün hakikate irşat edecektir. 46
Bütün bu haberler Hz. İsa’dan sonra bir peygamberin geleceğini şeksiz ve şüphesiz bir şekilde ifade eder. Fakat Hristiyan ilahiyatçıları bu haberleri, Ruhu’l Kudüs’e intibak ettirmek için uğraşıp durmuşlardır. Hâlbuki Hz. İsa’nın sözleri tevile ihtimal vermeyecek surette açıktır. Hz. İsa diyor ki: “Ben irtihal etmezsem size teselliyet verici gelmez.” Acaba Hristiyan müfessirler, Hz. İsa’nın Ruhu’l Kudüs’ün refakatine mazhar olmadığını mı söylemek istiyorlar. Ahd-i Cedid, Hz. Yahya’nın doğumundan evvel bile bu ruhla meşbu olduğunu, sonra Hz. İsa ise Ruhu’l Kudüs’ü bir güvercin şeklinde anlatıyor. Demek ki Ruhu’l Kudüs İsa’dan önce ve onun zamanında insanları ziyaret ediyordu. O hâlde: “Ben gitmeyecek olursam tecelliyet verici size gelmeyecektir.” sözleri neye işaret etmektedir. Bu sözlerin Ruhu’l Kudüs’ü kastetmediği aşikârdır. Biz Müslüman olmak hasebiyle, Hz. İsa’ya hürmet etmekle beraber, onun havarilerinin de Ruhu’l Kudüs’ün refakatine müstahak olacak derecede temiz olduklarını kabul ederiz. Kur’an-ı Kerim, resullerin ashabının, Ruhu’l Kudüs ile müeyyed olduklarını beyan etmektedir.47
Hz. İsa’nın müjdelerinde kullanılan Ruhu’l Kudüs kelimesi, geleceği vadedilen Peygamber’e ayrılması mümkün olmayacak derecede bağlı olacağını, o Peygamber’in gelmesini âdeta Ruhu’l Kudüs’ün gelişi sayılacağını ifade ediyor. Hz. İsa’nın müjdelerinde ancak Peygamber Efendimiz’le intibak edecek diğer noktalar da vardır. “Teselli verici, ilelebet onlarla kalıcı” olduğunu söylüyor ki bu söz adı geçen peygamberden sonra peygamber gelmeyeceğine işaret ediyor. Kur’an-ı Kerim de Peygamberimiz’in son peygamber olduğunu beyan buyuruyor.48
Yine Hz. İsa, vadedilen Peygamber’in Ruhu’l Hakika olduğunu beyan ediyor. Kur’an-ı Kerim, Hz. İsa’nın bu beyanını teyit ederek der ki: De ki: Hak geldi, batıl ortadan kalkmaya mahkûmdur.49
Netice olarak, İbrahim ve İsmail’in niyazları ve Hz. Musa ve İsa’nın müjdeleri Peygamber Efendimiz’in şahsında tahakkuk etmiştir.
BEŞİNCİ BÖLÜM
PEYGAMBERİMİZ’İN NESEBİ VE DOĞUMU
Senin kalkıp namaz kılanlar arasında bulunduğunu gören, güçlü ve merhametli olan Allah’a güven. Doğrusu o işitir ve bilir. 50
Hz. İsmail, Hz. İbrahim’in en büyük oğluydu. Ahd-i Kadim’in de ifade ettiği gibi Hz. İsmail’in on iki oğlu olmuştu. Bunlardan ancak birinin zürriyeti Hicaz ülkesinde yayıldı. Arapların Ebu Kaydar’dan türeme oldukları Tevrat’ta belirtilmektedir. Peygamber Efendimiz’in nesebinin, her şüpheden uzak olarak Adnan’a kadar uzandığı, Adnan’da kırkıncı batında Hz. İsmail’in torunudur. Hz. Peygamber’in nesebinin doğrudan doğruya Adnan’a kadar olan silsilesinde hiçbir ihtilaf yoktur. Adnan’ın dokuzuncu torunu olan Nadr b. Kinane, Kureyş ailesi’nin kurucusudur. Bundan dokuz batın sonra Kusay gelir ki Arabistan’da en şerefli iş olan Kâbe’nin muhafızlığını kendi bünyesine almıştı. Kusay, Peygamberimiz’in ceddi olan Abdülmuttalip’in de ceddidir. Asalet itibarıyla Hz. Peygamber’in ailesi en yüksek mevkidedir.
Abdülmuttalip’in validesi, Peygamberimiz’in ana tarafından akrabası olan Beni Neccar Kabilesi’ne mensuptu. Abdülmuttalip’in on oğlu vardı ki bunlardan Ebu Leheb, Peygamberimiz’in amansız düşmanı, Ebu Talip ise Peygamberimiz’i himaye eden ve yetiştiren kimse idi. Hamza, İslamiyeti ilk kabul edenlerden ve Uhud Harbi’nde şehit düşenlerdendi. Abbas, uzun bir müddet İslam haricinde kalmakla beraber Peygamberimiz’e karşı sevgi bağları ile bağlı idi. Abdullah ise Peygamber Efendimiz’in babası idi. Abdullah, Zühre Kabilesi’ne mensup Vehb b. Abdimenaf’ın kızı Amine ile evlenmişti. Bu karı koca yalnız asalete değil, o cehalet devrinde daha mühim bir şey olan mümtaz bir ahlaka sahiptiler.
Bu mesut evlenmeden az bir zaman sonra Abdullah, ticari seyahat için Suriye’ye hareket etmiş, dönüş esnasında hastalanarak Medine’de vefat etmişti. Bu suretle Hz. Muhammed öksüz doğmuş ve altı yaşında iken annesini de kaybetmişti. Ana baba şefkatinden ve itinasından mahrum kalmakla beraber, en yüksek ahlaka sahip olmuş, bundan başka ahlak mürşitlerinin en büyüğü olmuştur. Hz. Peygamber kitap okumakla kazanılacak faydalardan nasibini almadı ama buna karşılık, dünyaya öyle zengin bir miras bıraktı ki bugüne kadar daima hürmetle karşılandı.
Rebiulevvel ayının 12. günü pazartesi gecesi Peygamberimiz’in doğum gecesidir. Diğer bir rivayete göre bu ayın dokuzuncu