üstün olup olmadığını sormuştu. Hz. Peygamber cevaben; “Hayır, çünkü herkesin beni reddettiği sırada o kabul etti!” demişti. Taşıdığı ahlaki faziletler dolayısıyla Peygamberimiz bütün kalbi ve ruhu ile Hatice’ye hürmetkârdı. Peygamberimiz, Hatice’nin malından, Allah yolunda istediği gibi sarf ederdi. Hz. Hatice hayırlı maksatlar uğrunda servetinden fedakârlık etmek için vuku bulan hiçbir tavsiyeyi geri çevirmemişti. Bir defa Hz. Hatice, Peygamberimiz’e bir köle satın almış, Peygamberimiz ise köleye derhâl hürriyetini verince o da fazlasıyla memnun olmuştu. Peygamberimiz’in meşhur ashabından olan Zeyd de bir köle idi. O da Hz. Hatice sayesinde hürriyetini kazanmıştı. Peygamberimiz’e risalet verildiği zaman, bu ağır mesuliyet onu titretmişti. Fakat bu buhranlı dakikalarda, Hz. Hatice şu kelimelerle ona kuvvet verdi: “Cenabıhak, seni hiçbir zaman başarısız kılmayacaktır. Çünkü bütün akrabalık bağlarına hürmet edersin. Zayıfların koruyucususun. Herkesin ihmal ettiği faziletleri taşımaktasın. Misafirperversin, başına her ne gelirse gelsin hep hak tarafındansın.” Hz. Hatice bu sözleri ile Hz. Muhammed’in insani hasletlerini ve ahlaki faziletlerini ne kadar hararetli bir şevk ile takdir ettiğini göstermektedir. Gerçekten bu söz, karı koca arasında mevcut derin bir sevginin ifadesiydi. Her ikisi de insani hislerle dolu idiler. Bir insanın zevcesi kadar, kalbinin en gizli sırlarına vakıf olan başka bir kimsesi yoktur. Hz. Hatice’nin Peygamberimiz’e bu hararetli imanı, seciyesinin eşsizliğine kesin bir delil teşkil eder. En düşmanca hareket eden Batılı tenkitçiler bile bu durum karşısında zerre kadar bir şüphe ortaya koyamazlar.
Peygamber’in yüksek tabiatına Hz. Hatice’nin bağlı olması, şüphesiz en büyük önemi taşır. Fakat Peygamber Efendimiz’le temas eden kimselerin ona gösterdikleri sadakat ve fedakârlıklar da daha az önemli sayılmaz. Peygamberimiz’in kölesi olan Zeyd, hürriyetine kavuştuğunda, durumu haber alan babası Mekke’ye gelmiş, oğlunu alıp götürmek istemişti. Hz. Muhammed’in ince tabiatı, baba ile oğlun ayrılmasına mani olmuştu. Hz. Peygamber bir babanın evladına kavuşmasından dolayı mutlu ve mesut olmuştu. Fakat Zeyd’in babası oğlunu, Resul-i Ekrem’den ayıramamıştı. Zeyd’e müsaade etmesi için Zeyd’in babası Hz. Peygamber’e müracaat etmiş, Peygamberimiz de kararı Zeyd’e bırakmıştı. Zeyd’in babası ise bundan çok memnun olmuştu. Çünkü oğlunun kendinden çok Hz. Peygamber’i sevdiğini tahmin edemiyordu. Zeyd köle olmaktan kurtulmuş fakat Hz. Peygamber’in kişiliğine meftun olmuştu. Zeyd, babasının hiç beklemediği bir karar vermiş Hz. Peygamber ile birlikte kalmayı tercih etmişti. Hz. Ebu Bekir’in Peygamberimiz’e bağlılığı ve sadakat derecesi ise herkesin bildiği bir gerçektir.
Hz. Muhammed’in ulvi yapısına hayran olanlardan birisi de amcası Ebu Talip’tir. Ebu Talip, atalarından tevarüs ettiği dine sadık kalmakla beraber, kendi hayatını bile tehlikeye atarak bütün Kureyş’in düşmanlıklarına karşı, Hz. Muhammed’i müdafaa etmiş, bu kadar yüksek seviyeli bir insanı müdafaa etmemeyi alçaklığın en kötüsü olarak kabul etmişti. Ebu Talip, Hz. Peygamber’i müdafaa hususunda hayret edilecek bir cesaret göstermiştir. Kureyş, Hz. Muhammed’i müdafaa etmekten vazgeçmesi için Ebu Talip’e başvurduklarında, o bir kıta söyleyerek onları kınamıştı. Ebu Talip demişti ki; “Yazık size! Hiçbir kabile himayeye layık olan bir kimseyi himaye ettiği için reislerini terk etmemiştir. O, tahammülsüz bir insan değildir. İşlerini başkalarına tevdi edecek derecede zayıf da değildir. Alicenaptır. Onun yüzü suyu hürmetine yağmurun yağması niyaz edilir. O, öksüzleri ve dulları himaye eder.”
Özetle, Hz. Muhammed ile kim temas etmişse ona bağlanmıştır. Fakat daha çok önem taşıyan diğer bir nokta ise onunla temas edenlerin güzel ahlak sahibi kimseler olmalarıdır. Hz. Peygamber’in, İslam tarihine geçmiş arkadaşlarının da asalet ve seciye itibarıyla tanınmış kimseler olduğu bir gerçektir. Eski arkadaşları arasında, Kureyş’in sayılı reislerinden Hâkim b. Hazm’ı ve İbn. Su’lebe’yi sayabiliriz. Bunların her ikisi de Peygamberimiz’in dostlarındandı. Her ikisi de güzel ahlak sahibi insanlardandı. Görülüyor ki İslam Peygamberi risaletten önceki hayatında bile o kuvvetli şahsiyeti ile sanki bir mıknatısa sahipti. Onunla her kim temas etmişse güzel ahlak ve asalet sahibi olmuştu.
Peygamberimiz’in ahlakının en güzel sıfatlarından birisi; fakirlere, zayıflara, dullara ve yetimlere karşı derin hisleridir. Hz. Muhammed bunların ihtiyaçlarını temin için her fedakârlığı yapardı. Onun bu faziletini takdir hususunda, düşman, dost herkes müttefikti. Hz. Hatice’nin teselli verici sözleri, Hz. Muhammed’in bu faziletlerine şahittir. Ebu Talip, Hz. Muhammed’in korunmaya layık olduğunu ispat için onun bu faziletlerine dayanıyordu. Mazlumların davasını müdafaa için kurulan “Hılf’ül Fudul”a Hz. Muhammed’in katılması aynı şeye delalet eder. Peygamberimiz’in fakirlere, çaresizlere, öksüz ve yetimlere karşı taşıdığı hisler yaratılışından getirdiği bir hazine gibiydi. Kur’an-ı Kerim’in ayetleri, yetim ve biçarelere ihtimamı, âdeta dinin ruhu gibi tasvir eder. Yetimi şiddetle defeden, fakiri doyurmayan veya fakiri doyurmaya teşvik etmeyenler, dini tekzip etmiş sayılmaktadırlar.54 Kur’an-ı Kerim nazarında insanlık şerefinin en yüksek mertebesi, öksüzlere ve fakirlere bakmak ve onların hukukuna riayettir. Öksüzlere hürmet etmeyenler mahrumiyetle tehdit olunmaktadırlar. Yetimlerin ve fakirlerin ihmali o cemiyette millî bir çöküş getirir. Bunun için Kur’an-ı Kerim onların hayatını temin eden ayetlerle doludur.
Hz. Muhammed küçük yaşından itibaren iffet, incelik ve temizliği ile vasıflanmıştı. Küçük yaşlarında bile çocukluğa özgü hafifliklerden uzaktı. Ebu Talip, Peygamberimiz hakkında Abbas’a diyor ki: “Onun bir yalan söylediğini, gevezelik ettiğini, sokak çocuklarına karıştığını asla görmedim.” Harp ve kavga eski Arapların en sevgili meşgaleleri idi. Hz. Muhammed ise yaratılışı itibarıyla harpten nefret ederdi. Ficar Harbi’nde, Hz. Peygamber, amcasına ok vermek işleriyle meşgul olmuştu. Her türlü hurafeler Arapların vicdan ve dimağlarına hâkimdi. Fakat bunlar da Hz. Muhammed’in tiksindiği şeylerdi. Bir keresinde Arapların Lat ve Uzza’sından bahsedilirken Hz. Muhammed putperestlikten daha çok nefret ettiği başka bir şeyin bulunmadığını söylemişti. Peygamberimiz, zamanında yapılan putperestçe ayinlerin hiçbirine iştirak etmemiş, putların şerefine verilen ziyafetlerin hiçbirinde bulunmamıştır.
Hz. Muhammed’in kalbi, insanlığın sapıklığından sızlanırdı. Peygamberimiz, insanlığı bu ahlaki çöküntüden kurtarmak için ateşli bir arzu duyar, beşeriyeti felaha ulaştırma yolunda çırpınırdı. Hz. Muhammed genellikle Hira dağında bir mağaraya çekilerek Hakk’a yalvarır, beşeriyetin kurtuluşu için gözyaşı dökerdi.
YEDİNCİ BÖLÜM
NÜBÜVVET 55
Yaratan Rabb’inin adıyla oku! O, insanı pıhtılaşmış kandan yarattı. Oku! Kalemle öğreten, insana bilmediğini bildiren Rabb’in, en büyük kerem sahibidir… 56
Kırk yaşına girmeden az bir zaman önce Peygamber Efendimiz, yalnız başına murakabe ve tefekkürde bulunmak için Hira’daki ibadet yerine çekilirdi. Günlerce Allah düşüncesi ile meşgul olurdu. Bu sırada Resul-i Ekrem tıpa tıp çıkan rüyalar görüyordu. Nihayet, Ramazan ayı içinde bir gece Hira’da ibadete dalmış iken kendisine Cebrail göründü. Peygamberimiz’e; “Oku!” dedi. Hz. Peygamber, “Okuma bilmem.” dedi. Cebrail, Hz. Muhammed’i kucakladı. Bir kere daha “Oku!” dedi. Melek üç kere bu emri tekrar etti. Peygamber Efendimiz de okumaya muktedir olmadığını söyledi. O zaman Cebrail bölüm başına aldığımız ayetleri okudu. Bu ayetlerle Peygamberimiz’e okumaya muktedir olmamakla beraber, Cenabıhakk’ın ismi ile yardım talep edildiğinde, muvaffak olacağı beyan edilmişti. Bu şekilde çok zor sandığı