Muhammed Ali Lâhûrî

Peygamberimiz


Скачать книгу

ve ağır bir vazife idi. Hz. Musa’ya yalnız başına bir Kavmi’n irşadı ve ıslahı emrolunduğunda, bunu tek başına yapamayacağını söylemiş, Allah’ın yardımını niyaz etmiş, “Ya Rabbi, bana bir yardımcı ihsan et.” demişti. Hz. Muhammed’e ise cehalet çukuruna batmış bütün beşeriyetin irşat ve ıslahı emredilmişti. Bu mesuliyetin ezici yükü onun metin kalbini sarsmamıştı. Hz. Muhammed ancak Allah’ın yardımına dayanarak, bütün mesuliyeti kabul etmiş ve hiçbir yardımcıya ihtiyaç göstermemişti. Fakat ilahi vahiy harikulade bir meseledir. Alelade insanların tecrübe edeceği bir şey değildir. Çünkü vahiy bir insanın muhitinden büsbütün uzak kalmasını gerektirirdi. Bu hadisenin olduğu günlerde vahye mazhar olan zatın bütün mevcudiyetini kudret-i ilahi kaplamıştı. Hz. Peygamber bu hadiseye alıştığı zaman bile çok terler, pek ağırlaşırdı. Sahabe’den biri bir defa Peygamberimiz’e vahiy geldiğinde, onun dizinin kendi dizi üzerinde bulunduğunu beyan ederek diyor ki: “Peygamberimiz’in dizi o kadar ağırlaştı ki dizimi ezeceğini sandım.” Hz. Muhammed’in ilk vahyi aldığı zaman mübarek vücuduna vahiy çok ağır bir tesir icra etmiş bu sebepten titreye titreye evine dönmek zorunda kalmıştı. Elleri ve ayakları soğuyan Peygamber, Hz. Hatice’den kendisini örtmesini istemişti. Titreme ile korku ortadan kalkınca, Peygamberimiz, Hz. Hatice’ye gördüğünü anlatmıştı. Hz. Hatice, zevcinin başından geçenleri anlayınca, Cenabıhakk’ın onu hiçbir zaman terk etmeyeceğini, kendisinin risaletinde muvaffak olacağını söyleyerek Peygamberimiz’e kuvvet vermiş, onun haiz olduğu faziletleri, akrabasına karşı olan hareket tarzı, fakirlere ve zayıflara, yetim ve dullara yardımı, misafirperverliği, bütün güçlüklere rağmen hak taraftarlığını belirtmiş ve bu özelliklere sahip bir kimsenin başarısızlığa uğramayacağını söylemişti.

      Bundan önce de anlattığımız gibi Varaka b. Nevfel, Hz. Hatice’nin yeğeni idi. Putperestlikten nefret eden Varaka, hak dini aramaya koyulmuş, sonunda da Hristiyanlığı kabul etmişti. Hatice, hakkı arayan bu yeğeninin, vicdanını hoşnut edecek, fikir bahçesini sulayacak bir din aradığını biliyordu. Ayrıca yeğeninden, Hz. İsa’nın geleceğini bildirdiği Peygamber’e ait haberleri de duymuştu. Bunun için zevcinin nübüvvete mazhar olduğunu görür görmez, doğruca yeğenini ziyaret ederek, ihtiyar ve aynı zamanda âmâ olan yeğeninin fikrini almak istemişti. Varaka; Hz. Muhammed’in ilahi vahye mazhar olduğunu haber alır almaz, Hz. Musa’nın müjdesine dayanarak, “Bu melek, Cenabıhakk’ın Hz. Musa’ya gönderdiği melektir.” demişti. Daha sonra Varaka, “Keşke yaşasam da senin, kendi vatandaşların tarafından hicrete mecbur edildiğini görebilsem.” demişti. Hatice, Peygamberimiz’in böyle bir muameleye mi uğrayacağını sorduğu zaman Varaka, “Evet.” demişti. “Her Peygamber’in gördüğü muamele budur!” Çok geçmeden Varaka irtihal etmiş fakat Nübüvvet-i Muhammediye’yi tasdik ettiğinden dolayı Hz. Peygamber’in ashabından sayılmıştı.

      Hira dağı’nda vaki olan ilk vahyi müteakip, Cebrail bir müddet Hz. Peygamber’i ziyaret etmedi. Bu devreye “Fetreti Vahiy” devresi denir. Bu devrenin ne kadar devam ettiği hususu ihtilaflıdır. Bazıları bu zamanın iki veya üç sene kadar uzadığını, fakat İbn Abbas, bu fetretin kısa bir zaman devam ettiğini söylemektedir ki tarihî deliller de bunu kuvvetlendirir. Resul-i Ekrem Efendimiz’in, vahyin kesildiği bu zamanında, dağlara tırmanarak kendisini yuvarlamak istediğine dair nakledilen rivayetler asılsızdır. Çünkü rivayetlerin sıhhatini tayin için yapılan araştırmalarda, bu rivayet mevsuk değildir. Bunun ravisi olan Zühri, daha sonraki nesile mensuptur. Hâlbuki bir rivayetin sahih olması için onu anlatan ravinin sahabe olması gerekir veya ashaptan birinden rivayet edilmesi gerekirdi. Bunun için Zühri’nin bu rivayetinin hiç önemi yoktur. Özellikle Hz. Muhammed’in intihar etmek istediğine dair yapılan rivayetler, onun ruhi durumuna tamamen zıttır. En genç yaşından itibaren Peygamber’in kalbi, beşeriyeti ıslah ümidi ile doluydu. Bunun için tam bu sırada, kendisine nübüvvetin verildiği bir sırada, onun intiharı düşünmesine imkân var mıdır? Resul-i Ekrem Efendimiz’in hattı hareketinde görülen bir şey varsa, onun eskisinden daha fazla dağlara inzivaya çekilmesidir. Fakat bu hareket onun intiharı düşünmesi gibi manasız bir şekilde değerlendirilemez. Kendisine vahiy gelmeden önce de dağlara çekilirdi. Mütefekkir bir zihne sahip olması dolayısıyla dağlarda bir nevi huzur bulur, orada hiçbir şeyle meşgul olmadan düşüncelere dalardı. Peygamberimiz’in intiharı düşünmesine hiçbir sebep de yoktu. Hz. Muhammed eskisinden daha büyük bir ızdırap içinde dolaşıyorduysa ki bundan daha fazla bir şey de söylenemez, bunun sebebi içe kapanış değildir. Gecesini gündüzünü arayıp bulmaya vakfettiği nuru ilahi, birinci tecelliden sonra kaybolmuştu. Kendisine ızdırap veren işte bu idi. Kalbinin bütün isteği ilahi kelamları tekrar dinlemekti. Onu dağlara sevk eden, kalbinin hararetli iştiyakını tatmin edecek şeyi elde etmekti. İntihar ise Peygamberimiz’in hatırına hiç mi hiç gelmezdi. Peygamberimiz’in hayatında olan her hadise bunu yalanlar. Dünyanın en ümitsiz şartları karşısında bile, Cenabıhakk’ın yardımından ümidini kesmeyen, imanı hiçbir zaman sarsılmamış, tahammülü güç işlerde onu tuttuğu bu yoldan kıl kadar ayıramamıştı.

      Nihayet fetret devri son buldu. Hz. Muhammed için bu fasıla pek uzun görünmüştü. Çünkü bu arada, bütün varlığı ile sevdiği Cenabıhakk’tan bir zaman için ayrı kalmıştı. Bundan dolayı bazıları, bu devrin uzun bir zaman devam ettiğini söylerler. Hâlbuki vahyin bu müddet zarfında kesilmesi, bir hikmeti ilahiyyeye dayanmakta idi. Vahiy geldiği esnada Peygamber Efendimiz’in maruz kaldığı ızdırap bedeni üzerinde görülebiliyordu. Vahyin tekerrürüne belki vücudu tahammül etmezdi. Peygamber’in bedeninin sağlığı için vahyin kesilmesine gerek var idi. Mamafih altı ayı geçmediği kesin olan bu fetret devrine müteakip, aynı şiddette olmamakla beraber Peygamber aynı hissi duymuştu. Bu defa da Hz. Hatice’den kendisini örtmesini istemişti. Fakat bu sefer Hz. Peygamber’in risaletini açıklaması emredilmişti.

      “Ey kendisini örten insan! Kalk, inzar et.” 57

      Bu ilahi emir Peygamber Efendimiz’in hayatında yeni bir devir açtı. Allah kelamının ilan ve risaletin fiilen telkin edilmesi devri başlamış oldu.

      SEKİZİNCİ BÖLÜM

      İLK MÜSLÜMANLAR

      İyilik işlemekte önde olanlar, karşılıklarını almakta da önde olanlardır. Naim cennetlerinde Allah’a en çok yaklaştırılmış olanlar işte bunlardır. 58

      Hz. Muhammed’in peygamberliğinin hak olduğuna ilk iman eden insan, Peygamberimiz’in zevcesi Hz. Hatice idi. O, risaletin doğruluğu hakkında hiçbir zaman zerre kadar şüpheye düşmemişti. Bilakis, ızdıraplı dakikalarda, Hz. Hatice, Peygamberimiz’in en kuvvetli teselli kaynağı idi. On beş sene önce, henüz Hz. Muhammed’in zevcesi değilken, tarafsız bir insan sıfatı ile onun güzel hasletlerine hayran olmuştu. Hz. Hatice’de, Peygamberimiz hakkında hasıl olan kanaat, iki taraf arasındaki tanışma, evlilik sıfatı ile de kuvvetlenince samimiyet derinleşmiş ve kökleşmişti. Peygamberimiz ilk olarak kendisine gelen vahyi telakki edip, beşeriyeti nasıl kurtarabileceğini düşünerek ızdıraba uğradığı zaman, bu faziletli kadın, kalbinin ilhamına tabi olarak ona teselli veriyordu. Hz. Hatice, Peygamberimiz gibi seciyesi yüksek bir kimsenin hüsrana uğramayacağını takdir ediyordu. Hiçbir kimse, Hz. Hatice kadar Peygamberimiz’in en mahrem sırlarını bildiğini söyleyemez. Bir kocanın hayatına ait en ince teferruat, zevcenin gözlerinden saklanamaz. Bu suretle Hz. Hatice, Hz. Muhammed’in peygamberliğine iman eden ilk ve en samimi insandır.

      Hatice’yi takiben ilk müminler meyanında Varaka gelir. O, Peygamberimiz’in risalet tebliğine memur edilmezden önce, yani fetreti vahiy esnasında irtihal ettiğinden imanını resmen ilan etmek fırsatından mahrum olmuştu. Fakat başka bir bölümde de beyan ettiğimiz gibi Varaka, Hz. Muhammed’in