Muhammed Ali Lâhûrî

Peygamberimiz


Скачать книгу

amcası Ebu Talip’in oğlu Ali de Hz. Muhammed’in peygamberliğine ilk iman edenler arasındadır. Hz. Muhammed’in doğruluğuna inanan Ali, onun nübüvvetine iman etmekte asla tereddüt göstermedi.

      Zeyd b. Haris, Peygamberimiz’in azat ettiği bir köle idi. Peygamberimiz’e ne kadar bağlı olduğunu daha evvelki bölümde beyan etmiştik. Peygamber’e bağlılığı babasından ve akrabasından feragat etmesine sebep olmuştu. O da ilk iman eden Müslümanlar arasındadır.

      Hatice, Ebu Bekir ve Zeyd, Peygamberimiz’le pek samimi olarak görüşen insanlardı. Hepsi de onun hususi hayatını bilirlerdi. Hepsinin imanı da aynı samimiyette idi. Bunların hiçbirisi, onun doğruluğu hakkında en küçük bir şüphe göstermemişlerdir. Bütün ömründe “Emin” olarak yaşadığını biliyorlardı. Binaenaleyh Hz. Peygamber’in yalan uydurduğunu, bunlardan hiçbirisinin düşünmesine imkân yoktu. Bunlar, Hz. Muhammed’e bir sahtekâr gözü ile bakamazlardı. Çünkü onun eski arkadaşları olmaları hasebiyle, seciyesinin her safhasını tetkik etmiş olma fırsatını bulmuşlardı. Hz. Muhammed’i tanıyanların, daha yakından tanıdıkça ona olan bağlılıkları artıyordu. Onun güzel hasletlerine hayran oluyorlardı. Aynı zamanda onun sözlerini tasdik etmeye âdeta koşuyorlardı. Peygamberimiz’in seciyelerinin bu tecellisi, Muir, Springer gibi tenkitçileri bile Hz. Peygamber’in samimiyetini itirafa sevk ediyordu. Peygamberimiz telakki ettiği vahyin ilahi mahiyetine tamamıyla inanıyordu. Onun davasında bir riya gölgesi bile olsa ondan şüphe edecek, onu reddedecek insanlar, hiç şüphe yok ki onunla temas eden bu kimseler olurdu. Hâlbuki tam tersine bu insanlar, onun nübüvvetinin doğruluğuna ilk iman eden kimseler olmuşlardı.

      Hz. Ebu Bekir, Müslümanlığı kabul eder etmez başkalarına da hakikati telkin etmeye başlamıştı. Hz. Muhammed’in nübüvvetine Ebu Bekir’in imanı bu derece sağlam, bu derece şuurlu idi. Çok geçmeden Ebu Bekir’in bu ciddi faaliyeti sayesinde Osman, Zübeyr, Abdurrahman, Saad ve Talha gibi yüksek mevki sahibi olan kimseler yalnız İslam tarihinde değil aynı zamanda cihan tarihinde yerlerini almışlardı. Bu kimselerden başka Bilal Yasir ve zevcesi Sümeyye ile Yasir’in oğlu Ammar gibi yüksek mevkide olmayan kimseler de Müslümanlara iltihak etmiş, iman sahibi olmuşlardı. Abdullah İbn Mesud ile Habbab da hidayet şerefine ilk nail olan kimselerdendi. Evi, Peygamber Efendimiz’in faaliyetine merkez olan Erkam da nübüvvetin dördüncü senesine doğru İslamiyeti kabul etmişti. Fetreti vahiy üç sene devam etti diyenlerin iddiasını bu anlattığımız gerçekler çürütür. Eğer vahyin kesilmesi devri üç sene devam etmiş olsaydı, Hz. Peygamberimiz’in ilahi davetini açıklamasının dördüncü sene başlaması gerekirdi. Hâlbuki nübüvvetin dördüncü senesinde Müslümanlık birçok taraftar kazanmıştı. Mekkelileri düşündüren nokta da Müslümanlığın bu suretle durmadan ilerlemesi idi. Bu sebepten faaliyetlerini düşmanca tecavüzlerden nispeten uzak olabilecek bir yere nakletmeye mecbur kalmış, Erkam’ın evini de bu maksat için seçmişti. Nübüvvetin dördüncü senesinde Müslümanların kırk kişiden aşağı olmamaları, “Fetreti vahiy uzun süre devam etti.” diyenlerin aleyhinde çok kesin bir delil teşkil eder.

      Müslümanların sayısı gittikçe çoğalmış, Kureyş’in büyüklerinden birkaç kişinin de bu dini kabul etmesi ile bir nevi kuvvet bulmuştu. Bunlardan en önemli olanlarından birisi de Peygamberimiz’in hem süt kardeşi hem de amcası olan Hamza’dır. Hamza, harbe ve bedeni idmanlara meraklı bir kimse idi. Bunun için vatandaşları arasında, ayrıca güzel ahlakı sayesinde büyük bir mertebe sahibi idi. Hz. Hamza, Peygamber Efendimiz’e özel bir hürmet gösterirdi. Bir gün Ebu Cehil her zaman yaptığı gibi Peygamber Efendimiz’e eza ederken Hamza’nın bir cariyesi bu manzarayı görmüş, çok müteessir olmuştu. Hamza da o sırada ava gitmişti. Eve geldiğinde cariye gördüğü olayı ona anlattı. Hz. Peygamber’in asaletine hayran olan Hamza, onun bu gördüğü ezadan çok müteessir olarak hiddetlenmiş, Hz. Muhammed gibi doğru ve emin bir insanın tarafını tutmamanın mertliğe yakışmayacağını, belki bir alçaklık olacağını düşünmüş ve bütün kuvveti ile onu müdafaa edeceğine, hakikat davasına bağlı kalacağına, bu uğurda gayret sarf edeceğine karar vermişti. Bunun üzerine Hz. Hamza, doğrudan doğruya Kâbe’ye giderek orada Müslümanlık aleyhinde bir suikast tertibi ile meşgul bulunan Ebu Cehil ve taraftarlarına kendisinin İslam dinini kabul ettiğini ilan etmişti.

      Müslümanlık için sarsılmaz bir direk olduğunu ispat eden bir diğer şahıs da Hz. Ömer’di. Sert mizaçlı olan Ömer, İslam’ın amansız bir düşmanı idi. Ömer, yeni hareketin müsebbibi saydığı Hz. Peygamber’in kellesini uçurarak, onu imhaya karar vermişti. Bir gün Ömer bu maksadını gerçekleştirmek için kılıcını sıyırmış ve Peygamber’in hanesine doğru yola koyulmuştu. Ömer kendi kız kardeşi Fatıma ile kocası Said’in İslam dinini kabul ettiğini bilmiyordu. Yolda kendisine bir Müslüman tesadüf etmiş, onun fena bir niyetle hareket ettiğini sezerek nereye gittiğini sormuştu. Ömer cevap olarak, “Muhammedi öldürmeye gidiyorum.” demişti.

      Bunun üzerine Müslüman, Ömer’e, “Peygamber’i öldürmeden önce kendi evini tanzim etmesini, çünkü kız kardeşi Fatıma ile eniştesinin Müslüman olduklarını” söylemişti. Ömer bu haberle köpürmüş ve kardeşinin evine doğru hiddetle yürümüştü. O sırada Fatıma’nın evinde ashaptan Habbab b. Eret, Fatıma’nın kocası Said’e Kur’an-ı Kerim’in bir suresini öğretiyordu. Ömer eve girer girmez Kuran sahifeleri saklanmış, Habbab da bir köşeye gizlenmişti. Fakat Ömer, kız kardeşinin evinde Kur’an okunduğunu kendi kulakları ile duyduğundan, onun ve kocasının, İslam’ı kabul ettiklerinden şüphesi kalmamıştı. Ömer bunların yanına girince, atalarının dinini terk ettiklerinden dolayı kendilerine hakaret etmiş, eniştesi Said’i yakalayarak onu yumruklamaya ve tekmelemeye başlamıştı. Kocasını kurtarmak için müdahale eden Fatıma’ya da birkaç darbe isabet etmiş, zavallı kadın yaralanmış ve kana boyanmıştı. Nihayet Fatıma Ömer’e hitaben, “Ne yapacaksan yap!” demeye mecbur olmuş, bu cesurca yapılan mukabele ise Ömer’in hiddetini yenerek onu sakinleştirmişti. Ömer bu sefer dövüşmekten vazgeçerek okudukları Kur’an ayetlerini istedi. Kız kardeşi, Ömer’in Allah kelamına bir hakarette bulunmasından korkarak, Kur’an sahifelerini vermek istemedi. Hz. Ömer, onların dinî hislerine tecavüz etmeyeceğine yemin edince, Kur’an sahifelerini kendisine vermişti. Bu sahifeler Ta-Ha Suresi’nin ayetlerini ihtiva ediyordu. Ömer okumaya başladı. Ey insan, sana Kur’an’ı, eza ve meşakkate uğraman için göndermiyoruz. Hayır! Bu, Allah’tan korkanlara bir tezkiredir. Bu, yeri ve göğü yaratan Allah’ın bir vahyidir.59 [Ta-ha, 1-4] Ömer sureyi okumaya devam etti. Kalbine nüfuz eden Kur’an’ın hakikatlerine karşı koyamıyordu. Bu kadar güzel bir irşada karşı gösterdiği düşmanlığın ne ahmakça bir hareket olduğunu düşünmeye daldı.

      Bütün olay boyunca korkusundan gizli duran Habbab meydana çıkmak zamanının geldiğini idrak etti. Habbab gizlendiği yerden çıkarak Ömer’i irşada başladı. Haşmetli Ömer, İslam’ın ruhani kudreti karşısında erimişti. Hz. Peygamber’in, o anda Erkam’ın evinde olduğunu anlayan Ömer, doğruca oraya hareket etti. Peygamber Efendimiz sayıları kırk civarı olan erkek ve kadın Müslüman’la o evde bulunuyordu. Ömer kapıyı çaldı, Peygamber’in ashabından biri kapıya kimin geldiğini öğrenmek için baktı. Ömer’in boynunda asılı kılıcı ile geldiğini görünce, kötü bir niyetle geldiğini sanarak korktu. Peygamberimiz kapının açılmasını emretti. Peygamberimiz daha bir cümle söylemeden Ömer, “Ya Resulullah, Allah ve Peygamber’ine iman ediyorum!” dedi. Orada toplanan bütün Müslümanların kalbi ferahla doldu. Hepsi de bu ihtidayı “Allahu Ekber!” nidaları ile karşıladılar.

      Hz. Ömer’in ihtidası, henüz muhalefet kasırgaları ile karşılaşacak derecede kuvvet kazanmayan küçük İslam cemaati için bir zaferdi. Hamza ile Ömer gibi iki büyük şahsiyetin İslam’a girmeleri, nübüvvetin