Muhammed Ali Lâhûrî

Peygamberimiz


Скачать книгу

kerime ile açıklanan şu hadiseyi açıklamakla yetineceğiz. Peygamberimiz’in doğduğu yıl, Yemen’in Hristiyan hâkimi, Sana’da muhteşem bir kilise inşa etmiş ve bu kilisenin Araplar için hem manevi hem cismani bir merkez olduğunu iddia ederek Kâbe’yi tahrip etmeyi azmetmişti. Aslında bu hadise, tevhit ile Hristiyanlığın teslis inancı arasında bir ölüm kalım mücadelesi idi. Ebrehe, Kâbe’yi yıkmak için büyük bir ordunun başında ilerlemişti. Mekke’ye üç konak mesafede karargâhını kuran Ebrehe, ne maksatla geldiğini Mekkelilere haber vermek üzere adamlarını gönderdi. Ebrehe’nin adamları Abdülmuttalip’i develerinden birkaçını yakaladılar. Abdülmuttalip bizzat Ebrehe’ye müracaat ederek develerinin geri verilmesini istedi. Abdülmuttalip’in, makam ve mevki sahibi, kudretli bir şahsiyet olarak bilen Ebrehe, onun Kâbe’ye dokunmamak için ricaya geldiğini sanarak müracaat sebebini sordu. Abdülmuttalip develeri için geldiğini söyledi. Beklenilmeyen bu cevaptan hayrette kalan Ebrehe, “Yerle bir etmek için geldiğim Kâbe’nize hiç önem vermediğiniz hâlde develerinize ne kadar önem veriyorsunuz?” dedi. Abdülmuttalip cevap olarak dedi ki; “Evet, develerime ehemmiyet veriyorum, çünkü onların sahibiyim. Kâbe’ye gelince onu da sahibi himaye eder.” Kureyş, Ebrehe’nin ordusuna karşı koyacak durumda olmadıklarından Mekke’yi boşaltarak civar dağlara sığınmışlardı. Abdülmuttalip, Mekke’den ayrılırken Kâbe’nin örtüsüne sarılarak: “Ya Rabbi, bu senin beytindir. Biz onu müdafaa etmekten aciziz. Onu sen himaye et.” demişti. Tarihçiler bu sırada Ebrehe’nin ordusunda müthiş bir çiçek hastalığının yayıldığını ve ordunun büyük bir bölümünün helak olduğunu kaydetmişlerdir.

      Kur’an-ı Kerim ise bu hadiseyi şöyle beyan eder:

      Fil sahiplerine Rabb’inin ne ettiğini görmedin mi? Onların düzenlerini boşa çıkarmadı mı? Onların üzerine, sert taşlar atan sürülerle kuşlar gönderdi. Sonunda onları, yenilmiş ekin gibi yaptı. 52

      Kur’an-ı Kerim’deki bu sure, Ebrehe ordusunun ölülerine bile bakmadan onları vahşi hayvanlara bırakarak bozguna uğradığını ve meşhur felaketlerini anlatır. Bu hadise Peygamberimiz’in doğum yıllarına tesadüf eder.

      ALTINCI BÖLÜM

      NÜBÜVVETTEN ÖNCEKİ HAYAT

      De ki: Allah dileseydi ben onu size okumazdım, size de bildirmemiş olurdu. Daha önce yıllarca aranızda bulundum, hiç düşünmüyor musunuz? 53

      Arap asillerin âdetlerinden birisi; valideleri çocuklarını emzirmezlerdi. Doğan çocuklar bedevi kabileler arasına büyümek üzere gönderilirdi. Hz. Muhammed de doğduğu zaman, validesi tarafından iki gün, Ebu Leheb’in cariyesi Süveybe tarafından birkaç gün emzirilmiş ve daha sonra da Beni Saad Kabilesi’nden Halime’ye verilmişti. Halime, Peygamber Efendimiz’i iki sene emzirdikten sonra annesi Amine’ye iade etmişti. Fakat o sıralarda Mekke’de salgın bir hastalık bulunduğundan Amine, çocuğunu Halime ile tekrar Mekke’nin dışına göndermişti. Hz. Muhammed altı yaşına kadar Halime’nin terbiyesinde kalmış ve ondan sonra tekrar annesine iade edilmişti. Amine, kocası Abdullah’ın mezarını ziyaret etmek için Medine’ye hareket etmek üzere bulunuyordu. Oğlunu da yanında götürmüştü. Bu seyahat esnasında Ebva denilen yerde vefat etmiş, oraya defnedilmişti. Böylece o büyük Peygamber, altı yaşında iken hem ana hem baba öksüz kalmıştı. Babasının ihtimamından, annesinin şefkatinden nasibini alamamış, ebeveynine karşı gerekli sevgi ve saygıyı da gösterememişti. Bununla beraber aynı sevgiyi Peygamberimiz sütannesine ve süt kardeşlerine göstermiş, onlara hakiki anne ve kardeş muamelesinde bulunmuştu. Kendisine risalet verildikten sonra, bir gün Halime, Peygamber Efendimiz’i ziyarete gelmiş, Resul-i Ekrem ayağa kalkarak sütannesini güzel sözlerle karşılamış ve ona oturması için kendi abasını sermişti. Hz. Muhammed sütannesi ve süt kardeşlerine gerekli hürmeti gösterdiği gibi, sütannesinin mensup olduğu Beni Saad Kabilesi’ne de aynı hürmeti gösteriyordu.

      Validesinin vefatı üzerine, Hz. Muhammed’in himayesi dedesi Abdülmuttalip’e intikal etmişti. Fakat iki sene geçmeden ölümün pençesi Hz. Muhammed’i dede himayesinden de mahrum etmişti. Sekiz yaşlarında iken Hz. Muhammed’in himayesi amcası Ebu Talip’e geçti. Çocukluğundan beri taşıdığı üstün faziletler Hz. Muhammed’e amcası Ebu Talip’in takdirini kazandırmıştı. Bu yaşta bile kendisi ile temas edenler, onun hâl ve tavırlarını görenler takdir hislerini gizleyemiyorlardı. Ebu Talip nereye gitse onu yanına alıyor, geceleri onu kendi yatağında yatırıyordu. Hz. Muhammed on iki yaşında iken Ebu Talip ticaret için Suriye’ye gitmişti. Hz. Muhammed amcasına çok bağlı olduğundan, ondan uzun bir zaman ayrılmak istemediğinden, bu uzun yolculukta amcası onu yanına almıştı. Bu seyahat esnasında Hz. Muhammed’in Hristiyan rahibi Bahira’ya tesadüf etiği rivayet olunmaktadır. Bu rivayete göre, rahip, çocuğun yüzünde istikbalinin azametini sezmiş, bir gün ilahi risalet vazifesini alacağını, bunun için dikkatli olunmasını amcasına tavsiye etmişti. Yirmi yaşında iken Hz. Muhammed, haram aylarda meydana geldiği için “Ficar Harbi” diye isimlendirilen ve Kays ile Kureyş arasında devam eden harbe katılmış fakat elini hiçbir kimsenin kanı ile kirletmemiştir. Bundan sonra Peygamberimiz Hılfü’l Fudul’e katılmıştır. Hılfü’l Fudul; haksızlığa uğrayanların haklarını müdafaa etmeyi hedef alan bir cemiyetti. Bu cemiyetin her parçası, zalimlere karşı mazlumların namus müdafaasını üzerine alıyordu. Bu insani cemiyetin teşekkül etmesine önder olanlar, Hz. Muhammed ile Beni Haşim’di. Hz. Muhammed’in gençlik devirlerinden beri felaketzedelere yardım etme isteği, eşsiz yaratılışının bir hazinesi olduğunu göstermektedir.

      Daha bu yaşta iken Hz. Muhammed’in doğruluğu Mekke’de şöhret bulmuş ve kendisine “el-Emin” lakabı verilmişti. Emanet her hususta doğruluğu ve namusluluğu ifade eder, Hz. Muhammed ile herhangi bir muamelede bulunanlar onu yaşadıkları müddetçe övgüyle anarlardı. Bu sıralarda Kâbe’nin tamirine lüzum görülmüştü. İnşaat malzemeleri hazırlanmış, Kureyş birlik hâlinde çalışmaya başlamıştı. Bu tamirat esnasında Hacerü’l Esved’in yerine konulması meselesinden dolayı Kureyş arasında vahim bir münakaşa başlamıştı. Bu tartışmalar kabileler arasında muharebeler olmasına ve yüzlerce ailenin helakine sebep olabilirdi.

      Sonunda, Kureyş’den biri meselenin hakeme havale edilmesini talep etti. Ertesi gün Kâbe’nin önünde görülen ilk insan hakem olarak kabul edilecek ve kendisinden davanın çözümü istenecekti. Bu teklif ittifakla kabul edildi. Herkes ertesi günü büyük bir şevkle bekliyordu. Ertesi sabah Kâbe’nin civarında ilk görünen kimse ise Peygamber Efendimiz idi. “İşte el-Emin, işte el-Emin geliyor!” sesleri her taraftan yükseliyordu. Herkesin Peygamber Efendimiz’e karşı gösterdiği itimat tam yerinde kullanılıyordu. Hz. Muhammed, Hacerü’l Esved’i bir yaygının üzerine koyarak, reisleri kumaşın uçlarından tutmaları için çağırdı. Bu suretle Peygamberimiz otuz beş yaşında iken kabilesi arasında çıkabilecek bir iç savaşa engel olmuş oldu.

      İslamiyetten önce de “Tahire” lakabı ile meşhur olan Hz. Hatice, Hz. Muhammed’in sahip olduğu yüksek vasıfları haber alarak bütün işlerini ona bırakmıştı. Hz. Muhammed’in namusluca çalışmaları sayesinde az bir zaman zarfında Hatice büyük kazançlar sağlamıştı. Hz. Muhammed’in fiilleri, yüksek ahlakını tescil ediyordu. Onun bu hâli Hatice’nin kendisine evlenme teklif etmesine sebep oldu. Böylece Peygamber Efendimiz yirmi beş yaşında iken kendinden on beş yaş daha büyük olan bu dul kadınla evlendi. Hz. Peygamber’in Hatice’den dört kızı ve iki oğlu dünyaya geldi. Bunların en büyükleri Kasım’dır ki onun için Peygamberimiz’e Ebu’l Kasım da denilir. Kasım iki yaşında iken ölmüştü. Peygamber’in en büyük kızı ilk önce Abdü’l As ile evlenen Zeynep’tir. Bundan sonra Hz. Osman ile evlenen ve Bedir Harbi’nin kazanıldığı gün irtihal eden Rukiyye, ondan sonra da Rukiyye’nin