belirli bir kişinin belirli kederini tasvir ve incelikle karakterize ederken binlerce kelime harcamayı düşünmemiş. Buna karşılık Bay Goddard sadece “kayıt” diyor ve kameranın köleleri ona her anlamda itaat edebiliyor.
Ve oyun! Kendi dönemime uygun olarak bazı macera romanları yazdım ama hiçbir zaman “Üç Kalp” eserinde bulunan kahramanlara eş değer bir aksiyon hikâyesi oluşturamadım.
Ama sinemanın neden popüler olduğunu şimdi anlıyorum. Artık, neden Sayın “Barnes of New York” ve “Potter of Texas”ın milyonlarca kopya sattığını biliyorum. Şimdi yüksek faaliyetle ilgili şatafatlı bir konuşmanın neden en iyi ve en yüksek devlet adamlığı aksiyonu ya da düşüncesi olmaktan daha etkili bir oy toplayıcı olduğunu biliyorum. Bay Goddard’ın senaryosunun benim tarafımdan romanlaştırılmış olması ilginç ve öğretici bir deneyim olmuştur. Eski temel sosyolojik genellemelerime ışık tutmuş, temel hatları, çapraz bağlantıları ve aydınlatıcı unsurları ortaya çıkarmamı sağlamıştır. Bu yazı serüveniyle halkın zihnindekileri kitlesel olarak daha önceden idrak etmeyi başardığımdan, daha iyi anlamaya ve oylamayı kazanan tarafın sunduğu grafik eğlenceyi kitlelerin zihin anlayışını da ustalıkla kullanarak her zamankinden daha iyi ifade etmeye geldim. Eğer bu kitap çok satanlar arasına girmeyecek olursa buna kesinlikle şaşarım. (“Sürpriz Kayıt” ya da “Büyük Satış Kaydı” derdi Bay Goddard.)
Şayet bu “Üç Kalp” macerası bir iş birliğinin sonucuysa, ben kesinlikle bu işin içine dâhil edildim. Ama ne yazık! Korkarım ki Bay Goddard bir milyon kişinin içinde tek iş birlikçim olmalı. Bu çalışma boyunca onunla hiçbir zaman bir söz dalaşımız ya da tartışmamız olmadı. Durum böyle olduğuna göre, ben de bir iş birlikçinin bulunmaz mücevheri olmalıyım. Sonuç olarak on beş senaryo bölümünden, on üç bin sahneden ve otuz bin fit filmden, yüz on bir bin kelimelik romanlaştırmadan oluşan bir “kaydın” hazırlanmasını hiç şikâyet etmeden ya da sızlanmadan yapan kişi de ben değil miydim? Aynı şekilde, görevi tamamladıktan sonra doğru okunup okunmadığını bizzat kendim tespit etmek istediğimden, bunu keşke yapmasaydım dediğim zamanlar da oldu. Bunu öğrenmeyi çok istiyorum. Hem de çok merak ediyorum.
BİRİNCİ BÖLÜM
O bahar sabahı, ilerleyen saatlerde Francis Morgan ile yaşanılan olaylar fazlasıyla hızlı gerçekleşmişti. Eğer bir insan zaman içerisinde, Yeni Dünya Latincesinin ilkel ve Orta Çağ melodramının duygu ve tutkusunun ham, kızıl dramı ve trajedisine atlıyorsa Francis Morgan kesinlikle o adam olmaya mahkûmdu ve kader doğrudan onun üzerine yönelirdi.
Bununla birlikte, dünyada bir şeyin kıpırdanmakta olduğunun farkında olmadığından, pek de heyecanlı değildi. Gece geç saatlere kadar köprüde vakit geçirmiş olması, sabah geç uyanmasına neden olmuştu. Kütüphaneye doğru yola çıkmadan önce, babasının çeşitli işlerde kullanmaya müsait olarak son derece zarif biçimde döşenmesini sağladığı büyük salonda, hızlıca meyve ve tahıldan oluşan geç kahvaltısını yaptı.
“Parker!” dedi, kendisinden önce babasına hizmet etmiş olan uşağına. “R.H.M.’in son günlerinde hiç yağlanma ibareleri gördün mü?”
“Ah! Hayır efendim.” oldu becerikli hizmetkârın tüm alçak gönüllülüğüyle verdiği cevap ama bunu söylerken genç adamın muhteşem orantılı yüz hatlarını ölçülü bir tavırla, istemsizce incelemekten de kendini alamamıştı. “Babanız, efendim. Asla şişmanlamadı. Vücudu her zaman aynıydı, geniş omuzları, kaslı göğüs kısmı ve iri kemikleriyle her zaman zayıf kalmayı başardı efendim, sağlam bedeni her zaman gözler önündeydi. Soyunduğu ve yıkandığı zamanlarda efendim, bedeni kasabadaki pek çok genci utandıracak kadar biçimliydi. Daima kendisine çok iyi baktı, egzersizlerini hiçbir zaman ihmal etmezdi efendim. Her sabah, yarım saat. Buna hiçbir şey engel olamazdı. Bunun bir tür ibadet olduğunu söylerdi.”
“Evet, o gerçekten de iyi görünümlü bir adamdı.” diye cevap verdi genç adam, babasının kurduğu borsa takip ekranı ve birkaç telefona göz atarak.
“Öyleydi.” diye onayladı Parker hevesle. “Geniş omuzlu, iri kemikli bir göğüs yapısına sahip olmasına rağmen zayıf ve aristokrattı. Ve siz de onun bu özelliklerini miras almışsınız efendim, sadece siz çok daha cömert hatlara sahipsiniz.”
Milyonların mirasçısı olan ve kaslı bir yapıya sahip genç Francis Morgan, oturduğu devasa deri sandalye üzerinde, heybetli bir biçimde geriye yaslandı; tıpkı hayvanat bahçesinde hâkimiyetini ilan eden bir aslan edasıyla, aşırı derecede gösterişli bir tavırla bacaklarını gerdirdi ve sabah gazetesinin Panama’daki Culebra Cut’ta yeni bir kayma olduğunu bildiren manşetine göz attı.
“Biz Morganlar’ın bu şekilde yaşadıklarını öğrenmemiş olsaydım.” diye esnedi. “Bu mal varlığı içerisinde çoktan şişmanlardım, değil mi Parker?”
Hemen cevap vermekten kaçınan yaşlı uşak, aniden sorulan sorunun ardından gelen duraklamayla irkilmişti.
“Ah! Evet efendim.” dedi aceleyle. “Yani, hayır demek istedim efendim. Siz gayet iyi durumdasınız.”
“Senin umurunda değil.” diye ısrar etti genç adam. “Şişmanlamıyor olabilirim ama kesinlikle yumuşuyorum, değil mi Parker?”
“Evet, efendim. Hayır efendim, hayır demek istedim efendim. Üç yıl önce üniversiteden eve döndüğünüz zamanla aynısınız.”
“Ve meslek olarak aylaklık yapmaya da devam ediyorum.” diye güldü Francis.
“Parker!”
Parker, sanki soru derin bir öneme sahipmiş gibi dikkatini tamamen toplamıştı. Son zamanlarda üst dudağının üzerinde oluşan ince bıyığını ovuşturmaya başlayan efendisi, kendisiyle düşünceli bir tartışmaya girişmişti.
“Parker, ben balığa gidiyorum.”
“Evet, efendim!”
“Buraya gönderilmesi için birkaç olta sipariş ettim. Lütfen onları toparla ve giderken yanıma alabilmem için hazırla. Ormanda geçireceğim iki haftaya ihtiyacım olduğunu düşünüyorum. Yoksa kesinlikle yağ bağlayacağım ve tüm aile soyağacının utanç kaynağı olacağım. Sör Henry’yi hatırlıyor musun? Eski, orijinal Sör Henry’yi, korsan olan, yaşlı kabadayıyı?”
“Evet, efendim. Onun hakkında bir şeyler okumuştum.”
Parker, efendisinin karamsarlıkla daldığı düşüncelerden kurtulup yola çıkmaya hazır duruma gelmesine ve onun kendi işlerine bakmasına izin verene kadar kapı eşiğinde bekledi.
“Eski korsan, gurur duyulacak biri değildi.”
“Ah! Hayır efendim.” diye itiraz etti Parker. “O, Jamaika valisiydi. Saygı duyularak öldü.”
“Asılarak ölmemiş olması bir lütuftu.” diye güldü Francis. “Olduğu hâliyle, kurduğu aileninin tek utanç kaynağıydı. Ama söylemek istediğim şey, onu oldukça dikkatli inceledim. Zayıflığını korumuştu ve Tanrı’ya şükür bu zayıf hâliyle öldü. Bu gerçekten devralmış olduğu iyi bir miras. Biz Morganlar onun hazinesini asla bulamadık ama yakutların ötesinde, bize açıkça görülebilen yalın bir miras daha bıraktı. Bu tam anlamıyla sabit karakter denen şeydir. Profesörlerin biyoloji derslerinde bana öğrettikleri şey buydu.”
Parker, Francis Morgan’ın Panama gazetesine gömüldüğü ve kanalın önümüzdeki üç hafta boyunca trafiğe açık kalmasının beklenmediğini öğrendiği bir sonraki sessizlikte odadan çıktı.
Telefonlardan biri çaldı, mükemmel