Tanklarla ilgili mevcut sözleşmelerimiz bir milyonun üzerinde. Demir yolumuz ve üç boru hattımız beş milyondan fazlasına mal oluyor. Şu anda yüz milyonlar değerinde kuyu üretimine neden giriyoruz sanıyorsunuz, bizim tek hedefimiz ülkeyi baştan aşağı petrol transatlantiklerine ulaştırmak. Bu, şu anda yapılabilecek en mantıklı yatırım. Bundan bir ya da iki yıl sonra hisseleriniz, devlet tahvillerinden gelebilecek kazançlara dönüşecek…”
“Evet, evet, lütfen. Siz piyasada neler olduğunu boş verin. Ayrıca, lütfen, size ilk etapta içeride kalmanızı tavsiye ederim. Bunu arkadaşlarıma bile asla tavsiye etmedim. Ama şimdi içeride olduklarından dolayı memnunlar. Bu hisseler İngiltere bankası kadar sağlam… Evet, Dicky ve ben dün gece ganimeti paylaştık. Güzel bir partiydi, Dicky’nin briç oynamaya çok fazla hevesi olsa da… Evet, aptal şansı… Ha! Ha! Benim heveslerim mi? Ha! Ha!.. Evet?.. Harry’e birkaç haftalığına bir yerlere gideceğimi ve burada olmayacağımı iletin… Balıkçılık, alabalıklar, bilirsiniz; bahar gelmiş, nehirlerin suları yükselmiş, çiçekler tomurcuklanmaya başlamış, böyle şeyler işte… Evet, hoşça kalın ve Tampico Petrol’de kalın. Düşecek olursa, Minnesotalı çiftçiler saçmalayacak olursa kesinlikle biraz daha satın alın. Ben gidiyorum. Para bulma zamanı… Evet… Evet, kesinlikle… Şimdi bir föy satmaya cesaret etmek fazla iyidir çünkü bir daha asla düşmeyebilir… Elbette neden bahsettiğimi biliyorum. Daha yeni sekiz saat uykudan uyandım ve henüz bir şeyler içmedim… Evet, evet… Güle güle.”
Borsa fiyatlarını kaydeden kâğıt şeridini kendine doğru çekerek rahat sandalyesine yaslandı ve yavaş yavaş elindeki verilerin üzerinden geçerek, gittikçe yükselen bir ilgiyle kendisine iletilen mesajı inceledi.
Parker, her biri zanaat ve sanatın ışıltılı mücevheri gibi görünen birkaç ince olta ile geri döndü. Francis onu görür görmez sandalyesinden fırladı, elindeki kâğıtları bir tarafa atarak bir çocuğun coşkulu neşesiyle yeni oyuncaklarını incelemeye başladı. Birbiri ardınca onları deniyor, kırbaç gibi tiz sesler çıkarana kadar onları havada savuruyor, yüksek tavanın altında ihtiyatlı ve hassas bir şekilde oltasının ucunu hareket ettirirken sanki zemini görünmeyen, gizemli bir gölete atıyormuş gibi davranıyordu. Bu sırada yine telefonlardan biri çaldı. Duyduğu rahatsızlıktan dolayı anında yüzünü buruşturdu.
“Tanrı aşkına, şuna cevap ver Parker!” diye emretti. “Kumar oynamak isteyen aptal bir kadınsa ona öldüğümü, sarhoş olduğumu, tifodan yattığımı, evlendiğimi ya da herhangi bir felakete uğradığımı söyle.” Parker tarafından, odanın havalı, iffetli, asil haysiyetine kesinlikle yakışan ihtiyatlı ve ayarlanmış tonlarda yürütülen bir anlık diyoluğun ardından, “Bir dakika efendim.” diyerek eliyle vericiyi kapatan uşak, efendisine şöyle dedi:
“Arayan Bay Bascom, efendim. Sizi istiyor.”
“Bay Bascom’a cehenneme kadar yolu olduğunu söyle.” dedi Francis, bu sırada büyülenmiş gibi elinde tuttuğu oltayla uzun bir atış denemesi yaptığını hayal ediyordu; eğer gözünde canlandırmış olduğu şey gerçek olsaydı, atmış olduğu misinası pencereden dışarı fırlayarak bahçede gül çalılıklarının arasına çömelmiş, çiçek dikmekle meşgul olan bahçıvanı korkutmuş olurdu. “Bay Bascom konunun piyasa hakkında olduğunu söylüyor efendim ve sizinle sadece bir dakikalığına konuşmak istiyor.” diye ısrar etti Parker. Ancak bunu öylesine nazik ve alçak gönüllülükle söylüyordu ki sanki sadece önemsiz ve gereksiz bir mesajı tekrar ediyormuş gibi görünüyordu. “Tamam.” dedi Francis canı sıkılmış bir tavırla, elindeki oltayı dikkatlice masanın kenarına dayadı ve telefona doğru yürüdü.
“Merhaba.” dedi telefonun ahizesine doğru.
“Evet, benim, Morgan. Anlat. Neler oluyor?”
Bir süreliğine sessizce telefonda ona anlatılanları dinledi ve sonra sinirli bir ifadeyle karşı tarafın sözünü yarıda kesti: “Sat! Lanet olsun. Bu konuda hiçbir şey… Elbette, öğrendiğime sevindim. On puan yükselecek olsa bile ki olmayacak, her şeyi tut. Meşru bir yükseliş olabilir ve asla düşmeyebilir. Sağlam. Listelendiğinden çok daha değerli. Halk bilmese bile ben biliyorum. Bundan bir yıl sonra iki yüze çıkacak… Yani Meksika devrim meselesini bitirecek olursa… Ne zaman düşecek olursa benden sipariş alacaksın… Önemli değil. Kim kontrol etmek ister ki? Ben senden özür dilerim. Demek istediğim bu sadece geçici bir durum. Şimdilik iki haftalığına balık tutmaya gidiyorum. Beş puan düşecek olursa, satın al. Sunulan her şeyi satın al. Birisinin gerçek mülkü olduğunda zorbalığa uğraması, neredeyse ayıların birbiri ardına gelmesi kadar kötüdür dersin… Evet… Elbette… Evet. Güle güle.”
Ve Francis sevinçle oltalarına dönerken Thomas Regan’ın şehir merkezindeki özel ofisinde kader fazla mesai yapıyordu. Çeşitli aracıları vasıtasıyla alım ayarlamalarını yaptıktan ve gizli tanıtım kanalları aracılığıyla Tampico Petrol’ün, Meksika hükûmetinden verdiği tavizlerle ilgili bir şeylerin yanlış olduğuna dair ipuçlarını elde ettikten sonra Thomas Regan, Tampico Petrol’de gerçekte neyi görüp görmeyeceğini araştırmak için orada iki ay geçiren kendi petrol uzmanının sunmuş olduğu raporu inceliyordu.
Kâtiplerinden biri, gelen ziyaretçinin ısrarcı ve yabancı olduğu bilgisinin bulunduğu kartı getirmişti. Regan onu dinledi, karta baktı ve şöyle dedi:
“Ciodad de Colon’dan gelen bu Bay Senor Alvarez Torres’e onunla görüşemeyeceğimi söyle.”
Beş dakika sonra kâtip, bu kez kartın üzerine yazılmış bir mesajla geri dönmüştü. Regan mesajı okurken sırıttı:
“Sevgili Bay Regan! Onurlu Efendim! Sör Henry Morgan’ın eski korsanlık günlerinden kalma, gömülü olan hazinesinin yeri hakkında bir ipucu elde ettiğimi bildirmekten onur duyarım. Alvarez Tores.”
Regan başını salladı ve kâtip, işvereni onu birden geri çağırdığında neredeyse odadan çıkmak üzereydi.
“Onu hemen içeri alın.”
Yalnız kaldığı o kısa süre içerisinde, Regan öğrenmiş olduğu bu yeni bilgiyi aklında tartarken kendi kendine gülümsüyordu.
“Terbiyesiz genç!” diye mırıldandı, purosunu yaktığı sırada. “Yaşlı R.H.M.’nin oynadığı aslan rolünü oynayabileceğini düşünüyor. Haddini bildirmek gerek ve yaşlı, kır saçlı Thomas R. bunun olduğunu da görecek.”
Senyör Alvarez Torres’in İngilizcesi, tıpkı bahar modasına uygun kıyafetleri kadar düzgündü ve cildinin ağartılmış sarısı Latin Amerika kökenini bariz biçimde açığa çıkarmış olsa da simsiyah gözleri uzun zaman önce İspanyol ve Hintli kökenlerinin karışmış irsî parlaklığını yansıtıyordu, bununla birlikte yine de Thomas Regan’ın dileyebileceği kadar New Yorklu idi.
“Büyük çaba ve yıllar süren araştırmalarım sonucunda, nihayet Sör Henry Morgan’ın korsan hazinesine dair ipuçlarını elde etmeyi başardım.” diye giriş yaptı adam. “Hazine elbette Mosquito Sahili’nde. Size bu sahilin Chiriqui Lagünü’nden bin mil kadar bile uzakta olmadığını ve Bocas del Toro’nun makul bir biçimde en yakın kasaba olarak tanımlanabileceğini söyleyebilirim. Ben de orada doğdum -ancak eğitimimi Paris’te aldım- ve o bölgeyi avucumun içi gibi tanıyorum. Küçük bir yelkenlinin tedarik edilmesi yeterlidir -harcama çok ama çok az olacaktır- fakat geri dönüşte karşılığı büyük bir hazine olacaktır!”
Senyör Torres, durumu çok daha keskin bir biçimde anlatmakta yetersiz kaldığından durakladı ve zor adamlarla uğraşmaya alışkın olan Thomas Regan, çapraz sorgulama yapan bir ceza avukatı gibi onu ve verilerini sorgulamaya başladı.
“Evet.” diye hemen ekledi Senyör Torres. “Biraz utandım -bunu nasıl ifade etsem?–