ilgim yok.”
“Ben de aynı durumdayım, Sör Henry, aslında zavallı bir adam olarak öldü.” dedi Francis. Morgan’ın inatçılığının çizgileri, kaşlarına bir parıltı olarak yansıdı. “Ve onun gömülü olan hazinelerinden hiçbirini bulamadılar.”
“Rastgele!” dedi Regan neşeyle, onu kucaklayarak.
“Yine de bu Alvarez Torres ile aynı şekilde tanışmak isterim.” diye cevap verdi genç adam.
“Ahmak altını.” diye devam etti Regan. “Yine de herifin son derece sinir bozucu bir şekilde makul olduğunu kabul etmeliyim. Keşke daha genç olsaydım ama ah, lanet olası, buradaki işim benim için biçilmiş kaftan.”
“Onu nerede bulabileceğimi biliyor musun?” diye sordu devamında Francis, hiçbir suretle durumun farkında olmadan; Thomas Regan onu tuzağına çekmiş, kader ağlarını örerken onun tüm ilgisini bu yöne yöneltmeyi başarmıştı.
Ertesi sabah görüşme yine Regan’ın ofisinde yapılmıştı. Senyör Alvarez Torres, Francis’in yüzüne ürkek bir tavırla bakmış ve ilk anda duygularını toparlamakta zorlanmıştı. Bu elbette ki onları sırıtarak izleyen Regan’ın gözünden kaçmamıştı:
“Eski korsana ne çok benziyor, değil mi?”
“Evet, benzerlik gerçekten çarpıcı.” diye onayladı Torres, yarı sahte, yarı gerçek bir ifadeyle çünkü Sör Henry Morgan’a ait portrelerle olan benzerliği fark etmişti ama aynı zamanda göz kapaklarının altında, Francis ve Sör Henry’den daha az olmamak üzere, her ikisinin de bir diğerine benzeyen başka ve yaşayan bir adamın görüntüsünü görüyordu.
Francis inkâr edilemeyecek kadar gençti. Zamanla sararmış kâğıt üzerine solmuş mürekkeple yazılmış eski belgelerin yanı sıra modern haritalar, antik grafikler incelendi ve yarım saatin sonunda yakalayacağı bir sonraki balığın, Bull ya da Calf’da, Chiriqui Lagünü açıklarındaki iki adacıkta olacağını, Torres’in bu adalardan biri ya da diğerinde bahsi geçen hazinenin bulunduğunu tahmin ettiği açıklandı.
“New Orleans’a giden gece trenine yetişeceğim.” diye açıkladı Francis.
“Bu, United Fruit Company’nin Colon gemilerinden biriyle bağlantı kurmamı sağlayacaktır. Ah, daha dün gece uyumadan önce hepsine bakmıştım.”
“Ama Colon’sa sakın bir yelkenli kiralamayın.” dedi Torres. “At sırtında Belen’e kadar kara yolculuğuna çıkın. Orada pek karmaşık olmayan yerli denizciler ve diğer her türlü malzemeyi elde edebileceğiniz gemi kiralama yeri var.”
“İyice anladım!” diye onayladı onu Francis. “Hep o toprakları görmek istemişimdir. Bu akşamki treni benimle birlikte yakalamaya hazır mısınız, Senyör Torres?.. Elbette, anlarsınız, bu koşullar altında hazinenin sorumlusu ben olacağım ve masrafları karşılayacağım.”
Ancak Regan’ın özel bir bakışıyla, Alvarez Torres hızlı bir şekilde yalan söyledi.
“Size daha sonra katılmak zorundayım Bay Morgan. Burada halletmem gereken bazı küçük işlerim var. Nasıl desem? Önce çözmem gereken önemsiz küçük bir dava var. Söz konusu meblağ önemli değil. Ancak bu bir aile meselesi ve bu nedenle son derece öncelikli. Bir Torres gururumuz var ki bu çok aptalca bir şey, kabul ediyorum ama maalesef bizim açımızdan çok önemli.”
“Daha sonra katılabilir ve izini kaçıracak olursan sana destek olur.” diye temin etti onu Regan. “Ve bu durum senin aklını başından almadan, Senyör Torres ile ganimetin bir bölümünü paylaşmak daha iyi olur… Eğer bulursanız.”
“Sen ne dersin?” diye sordu Francis.
“Eşit paylaşma, yarı yarıya.” diye cevapladı Regan, iki adam arasında var olmadığını kanıtlamak istermiş gibi paylaşımı muhteşem bir biçimde ayarlamıştı.
“Ve mümkün olan en kısa sürede arkamdan geleceksin değil mi?” diye sordu Francis, Latin Amerikalıya. “Regan, ufak tefek hukuki işlemlerini halleder ve hızlandırırsın değil mi?”
“Elbette, evlat.” oldu adamın cevabı. “Peki, gerekirse Senyör Alvarez’e nakit de vereyim mi?”
“Olur!” dedi Francis ve sonrasında her ikisiyle de tokalaştı. “Bu beni biraz zorlayacak. Tüm eşyalarımı toparlayıp o treni yakalamak için acele etmem gerekiyor. Görüşmek üzere Regan. Bocas del Toro civarında bir yerlerde ya da Bull veya Calf Adası’ndaki küçük bir delikte tekrar buluşana kadar güle güle, Senyör Torres -size göre Calf olduğunu düşünüyordunuz değil mi? Neyse, o zamana kadaradios!”
Ve Senyör Alvarez Torres, bir süre daha Regan ile birlikte kaldı, oynaması gereken rol için lüzumlu talimatları aldı, Francis’in çıkacağı bu yolculuk esnasında gerekli geciktirmelerin başlatılması ve sonuç olarak sürekli devam ettirilerek, bu gecikmenin mümkün olan en uzun süreye kadar uzatılması için zaruri olan planlar yapıldı.
Regan sözlerini “Kısacası, bir daha buraya geri dönüp dönmemesi umurumda değil, onun iyiliği için, ne kadar uzun süre buralardan uzak tutabilirsen tut.” diye bitirdi.
İKİNCİ BÖLÜM
Para, gençlik gibi inkâr edilemeyecek bir özellikti ve Francis Morgan insan doğası ve doğanın kesinliğini, hem gençliğin hem de paranın üstünlüğüyle tam anlamıyla temsil eden kişiydi. Regan’la vedalaşmasından üç hafta sonra, bir öğleüzeri kendini Angelique isimli yelkenli geminin güvertesinde buldu. Su, cam gibi pürüzsüz ve dingindi, geminin ilerlemesi neredeyse güçlükle algılanabiliyordu; aynı dinginlik insanlara da nüfuz etmiş, ortamda reddedilemeyecek katıksız bir can sıkıntısı vardı ve tüketilmesi mümkün olmayan birikmiş fazla enerjisiyle Francis; yarı Jamaikalı siyahi, yarı Kızılderili ırktan gelme Kaptan’dan, geminin kenarına asılı küçük sandallardan birini indirmelerini istedi.
“Sanki bir papağan ya da maymun gibi bir şeyler avlayabilirmişim gibi görünüyor.” diye açıkladı, on iki kat güçlü Zeiss camıyla kuvvetlendirilmiş dürbünü ile yarım mil ötedeki ormanlarla kaplı sahili araştırırken.
“Bu büyük bir sorun olabilir efendim, oraya çıktığınızda ölümcül bir engerek yılanı tarafından ısırılmanızı istemem.” dedi Angelieque’nin melez, Jamaika dilini babasından miras almış Kaptan’ı sırıtarak.
Ancak Francis bu fikirden caydırılabilecek durumda değildi çünkü dürbünüyle sahili gözlemlediği sırada ilk olarak adanın ortasında beyaz bir çiftlik evi, ikinci olarak da sahil kenarında beyaz giyimli bir kadın figürü, dahası bu kadının da onu ve yelkenliyi elindeki dürbünüyle incelediğini görmüştü.
“Sandalı kıyıya çekin, Kaptan!” diye emretti Francis. “Orada kim yaşıyor? Beyaz halk mı?”
“Enrico Solano’nun ailesi, efendim.” oldu cevap. “Onların önemli beyefendiler olduğuna yemin edebilirim, eski İspanyollar ve denizden Cordilleras’a ve Chiriqui Lagünü’nün yarısına kadar tüm topraklara sahipler. Çok zavallılar, çok güçlü ve zengin olmalarına rağmen… Arazi bakımından gerçekten acı biber kadar gururlu ve ateşlidirler.”
Francis küçük sandalla kıyıya doğru kürek çekerken Kaptan, onun papağan ya da maymun avlamak için yanına bir av tüfeği almamış olduğunu fark etti. Sonra, etrafa bakındığında, ormanın karanlık kenarında beyaz giyimli bir kadın figürünü o da gördü.
Francis, doğrudan mercan renkli, kumlu beyaz kumsala doğru kürek çekti, kadının orada olup olmadığını ya da ortadan kaybolup kaybolmadığını görmek için omzunun üzerinden bakmaya bile çekiniyordu. Aklında sadece genç, sağlıklı bir adamın, genç bir hanımefendi ile ya da yarı vahşi beyaz