Джек Лондон

Üç Kalp


Скачать книгу

koştuğunu gördü. Onu kaldırırken kürek çekmeye başlamış olan Francis’i gördüler. Omzunun üzerinden kıyıya doğru yaklaşmış, hafifçe yan yatmış, önünü kesen Angelique’i gördü. Hemen ardından, sahildeki üçlüden sakallı, yaşlı bir adamın kızın dürbününü ona doğrulttuğunu fark etti. Ve hemen ardından da adamın dürbünü bir kenara fırlatıp tüfeğiyle ona nişan aldığını gördü.

      Mermi, sandalın hemen yan tarafından suya düştü ve Francis bu sırada kızın bir anda ayağa fırladığını, koluyla tüfeği kaldırıp adamın ikinci atışını bozduğunu gördü. Hemen ardından, Francis genç kızın tüfekli adamları karşısına alarak onlardan ayrılışını ve silahlarını indirmeleri için tabancasıyla onları tehdit edişini büyük bir keyifle izledi.

      Rüzgârdan dolayı köpüren suların üzerinde yan yatmış Angelique’in hemen yanında durmayı başaran Francis’in, hızlı bir hareketle güverteye atladığı sırada, Kaptan tayfalarına emir vererek kısa süre içinde sandalı gemiye çekmiş ve yelkenleri indirmelerini sağlamıştı. Francis, çocuksu bir zevkle ona bakan kıza bir veda öpücüğü göndermiş ve onun sakallı adamın omuzlarına doğru yaslanarak bayıldığını görmüştü.

      Bembeyaz dişlerini göstererek gülen Kaptan, Francis’e dönerek. “Kırmızı biber, ah lanet olası, korkunç, çılgın gururlu Solanolar.” dedi.

      “Sadece böcekler, tam anlamıyla çılgınlar, evde kimse yok.” diye gülerek karşılık verdi ona Francis, garip genç kıza daha çok öpücük göndermek için korkuluğa fırlarken.

      Kara rüzgârını önüne alan Angelique, Chiriqui Lagünü’nün dış kenarını ve Bull ve Calf Adalarının kıyılarını geçerek gece yarısına kadar ilerlemesini sürdürdü. Karadan yaklaşık elli mil uzaklıkta Kaptan, gün ışığını beklemek üzere demir attı. Kahvaltıdan sonra Jamaikalı siyahi bir denizcinin kürekleri çektiği sandalla Francis, daha büyük bir ada olan ve Kaptan’ın ona yılın o mevsiminde kaplumbağa yakalayan Kızılderililer tarafından işgal edilmiş olabileceğini söylediği Bull’a, keşif yapmak için ana karaya çıktı.

      Ve Francis adaya çıkar çıkmaz sadece New York’tan otuz derece enlem boyunca uzaklaşmış olmadığını, aynı zamanda medeniyetin son sözünden ilk çağın neredeyse ilk kelimesine kadar otuz, belki de çok daha fazla yüzyıllar boyunca geriye gitmiş olduğunu anlamıştı. Sadece bellerine sarılı olan peştamallar haricinde tamamen çıplak, acımasızca ağır kesme işlemlerini yapmaya müsait bıçaklarla silahlanmış kaplumbağa avcıları, kendilerini beğenmiş yamyamlar ve tehlikeli insan katilleri olduklarını onlara hızla kanıtlamışlardı. Jamaikalı denizcinin tercümanlığı aracılığıyla, Bull Adası’nın onlara ait olduğunu söylemişlerdi. Ancak eskiden kaplumbağa mevsimi boyunca kendilerine ait olan Calf Adası, artık onlara korku salan, pervasızca özgürlük yollarını kesen, delilikleri imkânsız boyutlara ulaşan bir Gringo ya da onların fazlasıyla korktuğu iki ayaklı insan yaratığı tarafından ele geçirilmişti.

      Francis, gümüş bir dolar karşılığında onlardan birini, gizemli Gringo ile görüşmek istediğini belirten bir mesajı iletmesi için gönderirken, geri kalanı da Francis’in sandalının etrafına kümelenmiş, daha fazla para alabilmek için sızlanmaya, ona kızmaya, hatta yanında getirdiği tabakasından daha yeni tütün koyduğu ve dudaklarının arasında hâlâ sıcak bir biçimde sallanan piposunu bile küstahça çalmaya kalkışmıştı. Francis onu çalmaya çalışan hırsızın ve hemen ardından hamle yapan diğer hırsızın kulaklarına şiddetli birer tokat indirmiş ve piposunu onların elinden kurtararak cebine atmayı başarmıştı. Yerinden çıkarılmış, güneşten parlayan her iki kenarı keskin palaların tehdidini savurmak için Francis, otomatik tabancasını eline alarak çeteyi kontrol altına almıştı. Adamlar bir grup hâlinde geriye çekilip tehditkâr biçimde aralarında fısıldaşırlarken, yanında getirmiş olduğu denizci tercümanın fazlasıyla zayıf bir adam olduğunu fark ettiği sırada geri dönen elçisini karşıladı.

      Siyahi, kaplumbağa avcılarının yanına gitti ve Francis’in hoşlanmadığı tonlarda bir samimiyet ve itaatle konuştu. Haberci ona kurşun kalemle yazılmış notu uzattı:

      “Haydi!”

      “Sanırım kendi başıma halletmek zorunda kalacağım.” dedi Francis, geri çağırdığı siyahiye.

      “Çok dikkatli ve son derece ihtiyatlı davransanız iyi olur efendim.” diye siyahi onu uyardı. “Hiçbir amaçları olmayan bu hayvanlar, çok sorunlu yaratıklar ve kesinlikle mantıksız davranıyorlar, efendim.”

      “Sandala bin ve beni diğer tarafa geçir.” diye emretti Francis kısaca.

      “Hayır, efendim, üzgün olduğumu söylemek zorundayım, efendim.” oldu buna siyahi denizcinin cevabı. “Kaptan Trefethen’e denizci olarak imzamı attım efendim ama intihar etmek için yapmadım bunu ve sizi doğrudan ölüme götürmek için kürek çekmem mümkün değil, efendim. Kesinlikle ve hiç şüphe duymadan yapabileceğimiz en iyi şey, kalırsak bizim için daha da ısınacak olan bu ateşli yerden bir an önce ayrılmak olacaktır, efendim.”

      Francis büyük bir tiksinti ve küçümsemeyle otomatik silahını cebine attı, sırtını işe yaramaz vahşilere döndü ve onların yanından uzaklaştı. Toprağın antik huzursuzluğunu içinde barındıran büyük bir mercan kayasının yükseldiği yerden sahile indi. Calf kıyısında, dar kanalın hemen karşısında başka bir sandalın çekili olduğunu fark etti. Kendi tarafında fazlasıyla hasarlı olduğu ve açıkça sızdırdığı görünen basit bir kano duruyordu. Kanoyu suya doğru devirdiğinde, kaplumbağa avcılarının onu takip ettiğini ve zayıf yürekli denizci ortalıkta görünmese de Hindistan cevizi ağaçlarının kenarından ona baktıklarını fark etti.

      Kanalda kürek çekmek an meselesiydi ama Calf sahiline ulaştığında, palmiye ağaçlarının arkasından ortaya çıkan uzun boylu, yalın ayak genç bir adam tarafından karşılandığında, otomatik tabancasını eline alarak bağırdı:

      “Haydi! Defol! Lanet olası!”

      “Ah siz tanrılar ve küçük balıklar!” diye sırıttı Francis yarı esprili, yarı ciddi bir ifadeyle. “Bir adam yüzüne doğrultulmuş bir silah olmadan buralarda hareket edemez. Ve herkes buradan hep defolun diyor.”

      “Seni kimse davet etmedi.” diye karşılık verdi yabancı. “Rahatsız ediyorsun. Benim adamdan defol. Sana yarım dakika veriyorum.”

      “Üzüldüm dostum.” dedi Francis, aynı zamanda göz ucuyla en yakın palmiye ağacının gövdesinin mesafesini ölçerek kendini doğru biçimde güvence altına almaya çalıştı. “Burada tanıştığım herkes çıldırmış, saygısız, varlığımdan kurtulmak için huysuzluk derecesinde endişeliler ve benim de kendimi böyle hissetmeme neden oluyorlar. Ayrıca, sadece bana burasının senin adan olduğunu söylemen, benim için bir kanıt değil.”

      Siper almış olduğu palmiye gövdesinden adamın ona doğru yaptığı hızlı hamle, lafını bitirememesine neden olmuştu. Onun, gövdenin arkasından çıkışıyla, ağacın gövdesine saplanan bir merminin gelişi eş zamanlıydı.

      “Şimdi, sadece bunun için!” diye bağırdı, diğer adamın durduğu ağacın gövdesine nişan alıp ateşleyerek. Sonraki beş dakika boyunca ağaç gövdelerini siper almış olan adamlar ya silahlarını ateşliyor ya da atışların sayısını hesaplamaya çalışıyorlardı. Francis sekizinci ve son atışı da yaptıktan sonra, yabancının sadece yedi atış yaptığından tatsız bir şekilde emindi. Güneş kaskının bir kısmını dikkatlice siperinden açığa çıkardı, elinde tuttu ve delikleri saydı.

      “Hangi tip silah kullanıyorsun?” diye sordu büyük bir soğukkanlılıkla.

      “Colt.”