Эдгар Аллан По

İşitilmedik Hikâyeler


Скачать книгу

müdürü bunları uzun vazife senelerinde itiyat etmiş bulunuyor.

      Görmüyor musunuz ki o, bir mektup saklamak isteyen her adamın mektubu ya sandalye ayağında burgu ile açılmış bir deliğe yahut hiç olmazsa tamamıyla garip bir kovuğa, bir köşeye koyacağına iki kere iki dört eder gibi hükmediyor. İşte bu fikirle burgu ile açılmış bir delikte mektup aramak için icat etmedikleri bir şey kalmıyor.

      Yine görmüyor musunuz ki bu kadar orijinal saklama yerleri ancak alelade fırsatlarda kullanılır ve ancak alelade zekâlar buna müracaat eder. Çünkü böyle harisçe ve zoraki saklama yerlerinin tahmin edilmek imkânı vardır ve tahmin edilir. Hâlbuki keşif hiçbir vakitte anlama çabukluğu ile olmaz. Belki arayanın sabrı, dikkati ve kararıyla olur. Lakin mesele mühim olursa veyahut polisin nazarında mühim telakki edilirse ve mükâfat pek büyükse bütün bu güzel araştırmaların behemehâl muvaffakiyetsizlikle neticelendiği görülür. Şimdi ‘Çalınan mektup polis müdürünün araştırma sahası dâhilinde bulunsaydı veya diğer tabirle polis müdürünün prensipleri içinde, gizlenen yer hakkında ilham almak prensibi de olsaydı muhakkak surette mektubu bulurdu.’ diye söylediğim sözden ne demek istediğimi anladınız mı? Bununla beraber bu memur tamamen aldatılmıştır. Muvaffakiyetsizliğinin birinci ve esas sebebi, nazırın şairlikle şöhret bulması dolayısıyla bir deli olduğunu farz etmesidir. Polis müdürünün görüşüne nazaran her deli şairdir. Bundaki kabahati, yanlış bir tabiri umuma teşmil ederek,3 şairlerin deli olduğu sonucunu çıkarmasıdır.”

      Sordum:

      “Nazır hakikaten şair midir? Ben biliyorum ki bunlar iki kardeştir. Her ikisi de edebiyat âleminde tanınmıştır. Zannederim ki nazır diferansiyel ve integral hesap hakkında pek makbul bir kitap yazmıştır. O, şair değil matematikçidir.”

      “Aldanıyorsunuz. Ben onu pek iyi tanırım. O hem şair hem matematikçidir. Şair ve matematikçi olduğu için iyi muhakeme eder. Sade matematikçi olsaydı hiç muhakemeli olamaz; polis müdürüne mağlup olurdu.”

      Dedim ki:

      “Böyle bir mülahaza beni hayrete düşürecek bir şeydir. Bütün dünya bunu doğru bulmaz. Birçok asırların olgun bir hâle getirdiği bir fikri tabii hiçe saymak istemiyorsunuz. Riyazi4 muhakemeye çoktan beri en hakiki muhakeme tarzı nazarıyla bakılmaktadır.”

      Dupin, Chamfort’un bir sözünü naklederek cevap verdi:

      “Bahse girişilecek bir hakikattir ki her umumi fikir, edinilen her umumi kanaat bir budalalıktır. Çünkü bu fikirler, bu kanaatler alelade insanların kanaatleridir. Teslim ederim ki matematikçiler bu söylediğiniz umumi yanlışlığı genelleştirmek için ellerinden geleni yapmışlardır. Her ne kadar bu hatalar bir hakikat gibi ilan edilmişlerse de tamamıyla hatadan başka bir şey değildirler. Mesela: Daha iyi bir davaya layık bir maharetle onlar, bizi cebir muamelelerine ‘tahlil’ tabirini tatbik ettirmeye alıştırmışlardır. Bu ilmî hilekârlıkla en ziyade suçlanan Fransızlardır. Lakin lisanda tabirlerin hakiki bir ehemmiyeti olduğu kabul edilir ve kelimelerin kıymet-i sureti kullanımlarına göre takdir olunursa… Oh, o zaman Latince ‘ambitus’ (ambition) kelimesi, ‘ihtiras’ kelimesini; ‘religio’ (religion) kelimesi ‘din’ kelimesini; ‘homines konesti’ (honorablas) tabiri ‘haysiyetli’ insanlar sınıfını nasıl ifade ederse ‘tahlil’ (analyse) kelimesi de ‘cebir’i öyle ifade eder.”

      Dedim ki:

      “Görüyorum ki siz Paris’in birçok cebircileriyle mücadele edeceksiniz fakat devam ediniz.”

      “Ben, soyut mantıktan başka herhangi hususi bir usul ile yürütülen muhakemenin sıhhatini ve binaenaleyh neticelerini inkâr ederim. Hususiyle riyazi bir usul ile yapılan muhakemeyi kabul etmem. Matematik, şekillerle miktarların ilmidir. Riyazi muhakeme basit mantığın şekle ve miktara tatbikinden başka bir şey değildir. Asıl büyük hata, tamamıyla cebrî hakikat denilen şeyleri umumi ve soyut hakikatler diye farz etmektedir. Bu hata o kadar büyüktür ki bunun umumi bir surette kabul edildiğini gördükçe hayretler içinde kalıyorum. Riyazi mütearifeler5 umumi hakikatleri ifade eden mütearifeler değildir. Miktar ve şekil itibarıyla hakikat olan bir şey mesela ‘ahlak’ta ekseriya fahiş bir hatadır. Bu son ilimde umumiyetle parçaların toplamı bütüne eşittir mütearifesi yanlıştır. Kimyada da bu mütearife hatalıdır. Aynı veçhile muharrik makinelerin takdiri için de yanlıştır. Çünkü muayyen iktidarda iki makine müştereken bir iş için kullanılsa bunların hasıl ettikleri iktidar behemehâl o iki makinenin tek başına haiz oldukları iktidarların toplamına eşit olmak lazım gelmez. Daha birçok riyazi hakikatler vardır ki ancak bir dereceye kadar doğrudurlar. Lakin matematikçiler muhakemelerini tashihi gayri kabil bir surette -sanki umumi ve kati bir tatbik kabiliyetleri varmış gibi- kendi ‘mutlak hakikat’lerine tevfik ediyorlar. Vakıa herkes de onları “mutlak hakikat” telakki ediyor. Briyant, ‘Mitoloji’ isimli şayanı dikkat kitabında bu hataların menşesini gösteriyor, diyor ki: ‘Putperestlik masallarına kimse inanmamakla beraber sanki canlı hakikatlermiş gibi mütemadiyen onlardan sonuçlara varacak kadar kendimizi unutuyoruz. Vakıa bizzat putperest olan cebircilerimiz bazı putperest masallarına inanıyor ve onlardan neticeler çıkarıyorlar. Bunun sebebi kendilerini unutmaktan ziyade anlaşılmaz bir zihin karışıklığıdır. Hülasa ben hakiki hiçbir matematikçi görmedim ki karekökleriyle eşitliklerinin haricinde kendisine itimat caiz olsun. Bir tek matematikçi görmedim ki ‘Px+x2’nin kati ve bila şart ‘q’ya eşit olduğuna gizlice iman etmiş olmasın. Eğer hoşunuza giderse tecrübe için bu efendilerden birisine ‘Px+x2’nin behemehâl ‘q’ya eşit olmaması ihtimali olduğuna inandığınızı söyleyiniz ve ne söylemek istediğinizi ona anlattığınız zaman onun kolunun yetişeceği yerden mümkün olduğu kadar süratle uzaklaşınız çünkü şüphesiz sizi tepelemeye çalışacaktır.’ ”

      Son mülahazaları üzerine gülmemi zapt etmeye gayret ettiğim sırada Dupin sözüne devam ederek dedi ki:

      “Demek istiyorum ki eğer nazır bir matematikçi olsaydı polis müdürü bana verdiği senedi imza etmeye mecbur olmazdı. Ben nazırı bir matematikçi ve bir şair olarak tanıyordum. Onun için nazırın bulunduğu hâl ve mevkiyi nazar-ı itibara alarak onun kabiliyetine göre tedbirlerimi aldım. Ben biliyordum ki bu bir saray adamı ve azimkâr bir entrikacıdır. Böyle bir adamın muhakkak surette polisin faaliyetini haber alacağını ve polisin kendine hazırladığı tuzağı tabii evvelden tahmin etmiş bulunacağını düşündüm. Hadiseler de bunu ispat etti. Kendi kendime ‘Evinde yapılacak araştırmaları da evvelden hesap etmiştir.’ dedim. Polis müdürünün gelecekte muvaffakiyetine yardımcı telakki ettiği o sık sık gece kaybolmalarına ben, polisin mektubun evde olmadığına kani olması için serbestçe araştırmaları kolaylaştırmak üzere yapılmış bir hile nazarıyla bakıyordum. Yine hissediyordum ki araştırmalar hâlinde polisin değişmeyen prensiplerine ilişkin bütün o düşünceler silsilesi -size bunu şimdi güçlükle anlatabilirim- işte bu düşünceler silsilesi tabiatıyla nazırın zihninden geçmişti. Bu hâlin onu, bütün bayağı ‘saklanacak yerlerden’ vazgeçmeye mecbur etmesi tabii idi. Bu adam, evindeki en karışık, en derin ‘saklanacak yerlerin’ polis müdürü tarafından kullanılan büyüteçler, burgular, sondalar karşısında, bir oda methali veya bir dolap kadar kolay keşfedilecek yerler olduğunu anlamayacak derecede akılsız olmayacağı şüphesizdi. Hülasa ben görüyordum ki onun, tabii bir meyle kapılmayınca gayet sade bir yol takip etmesi icap ederdi. Ben bu sırrın polis müdürünü bu kadar aciz bırakması ihtimal ki pek açık ve sade olmasından mütevellit olduğunu söylediğim zaman müdür nasıl bir kahkaha koparmıştı, hatırlarsınız.”

      Dedim ki:

      “Evet, kahkahasını pekâlâ hatırlıyorum. Hakikaten kendisine sinir nöbeti